Kelimelerin Çağrışım Gücüyle Toplumsal Ayrışmayı Okumak

Berna KAYA

“Dil, sadece iletişim aracı değil; aynı zamanda sosyal bir eylemdir.” – Pierre Bourdieu

Her kelime, söylendiği anda sadece anlamını değil; taşıdığı geçmişi, kültürel yükünü ve çağrışımlarını da getirir yanında. Dil, bireylerin değil toplumların ortak hafızasında şekillenir. Bir kelime bazen bir sınıra dönüşür; kimini içeri alır, kimini dışarıda bırakır. Bu yüzden bazı kelimeler, sadece bir kavramı değil, bir sınıfı, bir duyguyu ya da bir hayat biçimini temsil etmeye başlar. Toplumsal ayrışma tam da burada başlar: aynı kelime, farklı zihinlerde bambaşka haritalar açar.

Halk: Bir kelimenin merkezden çevreye yolculuğu

“Halk” kelimesi, sözlükte toplumun genelini, geniş kitleleri ifade eder. Ancak Türkiye’de bu kelime artık sadece “çoğunluğu” değil, periferiye itilmiş, dışlanmış, sistemin kıyısında kalmış insanları da çağrıştırır. “Anadolu halkı”, “gariban halk”, “emekçi halk” gibi tamlamalar bu çağrışımı daha da pekiştirir.

Bugün İstanbul’un ya da İzmir’in merkezinde yaşayan, üniversite mezunu, global markalardan alışveriş yapan bir birey, kendine “halktan biri” diyemez hale gelmiştir. Çünkü “halk” kelimesi artık bir yaşam tarzı ve hatta bir sosyal konum ima eder. Kendini bu tanımın dışında konumlandırmak ise sadece sınıfsal değil, kültürel bir tercihtir.

Vatandaş mı, Yurttaş mı?

Benzer ayrım “vatandaş” ve “yurttaş” arasında da görülür.
“Vatandaş”, daha nötr, resmî ve hukuki bir kavramdır.

“Yurttaş” ise, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, ideolojik bir aidiyet duygusu yaratmak üzere seçilmiş, duygu yüklü ve bilinçli bir kelimedir.

Günümüzde ise bu kelimeleri kimlerin tercih ettiğine bakarak, kişinin düşünsel dünyasına dair tahminlerde bulunabilirsiniz.
Kelimeler, bireyin sosyal, kültürel ve politik aidiyetlerini fısıldar.

Sıradan Görünen Kelimeler, Sınıfsal Birer İşarete Dönüşür

Son yıllarda sıkça duyduğumuz “Biz halkız!” çıkışları, çoğu zaman bir talebin ya da bir sitemin eşlikçisi olur. Bu tür söylemler yalnızca bir kimlik beyanı değil; aynı zamanda bir aidiyetin yeniden hatırlatılması ya da bir dışlanmışlığın görünür kılınmasıdır.
“Halk” kelimesinin içinde taşıdığı bu sarkaç, hem merkeze ait olma arzusunu hem de çevrede kalmanın kırgınlığını birlikte barındırır.

Bazı kelimeler vardır ki, gündelik hayatta defalarca duyulsa da farklı ağızlarda bambaşka anlamlar kazanır. Bazen bir kelimenin arkasına sığınırız. Ya bir mağduriyetin dili oluruz, ya da onu oynarız.
“Halk” gibi kelimeler, bu yüzden sadece anlam değil; rol taşır.

“Biz halkız.” diyen biri, çoğu zaman bir talebin ya da bir sitemin sözcüsüdür.
“Birey olarak ben…” diye başlayan biri ise genellikle daha bireyci, kentli ve özgürlükçü bir çerçeveden konuşur.

İki kişi aynı ülkede, aynı sokakta yaşıyor olabilir ama kelimeleri kullanış biçimiyle iki ayrı dünyada konumlanabilir.

Dil, Yalnızca İfade Değil; Konumdur

Kelimeler, ait olduğumuz sınıfı, değerlerimizi, hatta korkularımızı açığa çıkarır. Dil, yalnızca ne söylediğimizi değil; kim olduğumuzu da anlatır. Toplumsal ayrışmayı anlamak için sosyolojiye, ekonomiye ya da politikaya bakmak kadar; gündelik dilin içine sinmiş ayrışmalara da kulak vermek gerekir. Çünkü biz, sadece ne düşündüğümüzle değil, hangi kelimeleri neden seçtiğimizle de görünür oluruz.

“Bir kelimeyi nasıl kullandığımız, çoğu zaman aslında nerede durduğumuzu anlatır.”