HAKLI OLMAK DEĞİL, ADİL KALMAK
“Temel ihtiyaçlar ulaşılmaz değildir.
O zaman biz de ulaşmıyoruz!
Her gün değişen etiketler, sessizce elimizden alınan haklarımızdır.
Market raflarında anlık değişen fiyatlar, yalnızca cebimizi değil, vicdanlarımızı da zorluyor.”
Gerçek boykot, bir siyasi grubu hedef almak için değil, bir toplumsal soruna çözüm üretmek için yapılır.
Marketlerdeki fahiş fiyat artışlarına karşı ses çıkarmak; bir partiye değil, adaletsizliğe karşı durmaktır.
Boykot, bir kesimi ötekileştirmek için değil, birlikte değişim yaratmak için yapılır.
Desteklenen ya da dışlanan markalar değil, halkın alım gücünü zorlayan sistem boykot edilir. Ayrıca boykot sadece alım gücünü korumak için değil; çevre kirliliğine, emek sömürüsüne ve tüketim çılgınlığına karşı da yapılır.
Yani mesele marka değil, meselemiz insanlık.
Duruş, bir ideolojiyi değil, vicdanı yansıtmalı.
Siyasetin içinden biri boykot çağrısı yaptığında, çağrı ne kadar haklı bir gerekçeye dayanırsa dayansın, otomatik olarak bir taraf algısı oluşuyor. Bu da ne yazık ki toplumda birlik değil, ayrışma yaratıyor.
Çünkü: Boykot bir halk refleksi olmalı, bir partinin stratejisi değil.
Eğer çağrıyı siyaset kurumu yaparsa, mesele artık geçim değil, güç mücadelesine dönüşür.
Bu da toplumsal ortak acıyı gölgeler; insanlar çözüm değil, suçlu aramaya yönelir.
Z kuşağı dediğimiz o “sokaktaki Pikacular” aslında politize değil, duyarlı.
Gençler, ellerindeki alışılmışın dışında pankartlar ve Pikachu gibi figürlerle aslında çok net bir şey söylüyor:
“Biz aynı değiliz.”
Ezberlenmiş kalıpların, yönlendirilmiş tepkilerin değil; kendi dillerinin, kendi duygularının izinden gidiyorlar.
Bu da boykotu sadece bir tepki değil, bir kimlik beyanına, bir farkındalık göstergesine dönüştürüyor.
Oyun gibi görünen detaylar bile, bugünün gençlerinin yarının sözünü nasıl kurduğunu gösteriyor.
Tabii anlayana…
Onlar bir ideolojiyi değil;
adaleti, özgürlüğü, hakkaniyeti arıyorlar.
Ama ne yazık ki geçmişin siyasi kafaları, hâlâ sağ-sol kutuplarında sıkışmış o eski kalıplar, bu yeni nesli yaftalıyor, yönlendirmeye çalışıyor ya da kendi davalarına alet ediyor.
Ama bu çocuklar:
Bayrak değil, değer taşıyorlar.
Parti değil, doğruyu arıyorlar.
Slogan değil, gerçek istiyorlar.
Ve işin en ironik yanı:
Onlar kavga etmiyor aslında, ama sürekli kavganın içine çekiliyorlar.
Bu da “sokakta ses çıkaran her genç anarşisttir” algısını besliyor.
Ve bu algı yüzünden, hak arayan herkes kolayca suçlu ilan ediliyor.
Yanlış eylem, yanlış sonuçlar doğurur.
Tepki haklı olsa da, yöntem yanlışsa sonuç da adil olmaz.
Adalet, sadece kimin haklı olduğunu değil, nasıl hak arandığını da önemser.
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının hikâyesi, sadece bir dönem ideolojisini değil, aynı zamanda bir toplumun “suçlu arama” refleksinin nelere yol açabileceğini de gösteriyor.
Gerçek demokrasi; ötekileşmeden birlikte ses çıkarabilmektir.
Aynı sofraya oturamasak da, aynı acıyı anlayabilmektir.
Eski yollar, yeni ufuklara çıkmaz.
Ders alınmayan geçmiş, geleceğin gölgesidir.
Gerçek değişim, geleceğin ortak zeminini inşa etmekle başlar.
Bir tarafın değil, adaletin ve ortak iyiliğin sesi olmak kıymetli.
Kutupları değil, köprüleri savunmak.
Bu duruşla kimseye yaranamazsın ama vicdanına sadık kalırsın.
Kalabalıklara ait olmazsın ama insanlığa dokunursun.
Bir grubun alkışını değil ama ortak yararın izini taşırsın.
Çünkü mesele haklı çıkmak değil, adaletli olanı yaşatabilmektir.