“DÜNDEN BU GÜNE PAYLAŞIM” PROJESİ KAPSAMINDA ASENOVGRAD

“DÜNDEN BU GÜNE PAYLAŞIM” PROJESİ ASENOVGRAD-PLOVDİV

“Dünden Bugüne PAYLAŞIM” Projemiz kapsamında Bulgaristan’ın çeşitli kentlerine yapmış olduğumuz Sosyal ve Kültürel amaçlı ziyaretlerimizden, 16-18 Aralık 2022 tarihinde Bulgaristan’ın Eski adı Philippopolis olup bugün Bulgaristan’ın Sofya’dan sonraki ikinci büyük merkezi PLOVDİV-FİLİBE’dir.

BUGÜN FİLİBE BULGARİSTAN’IN KÜLTÜR BAŞKENTİ

Geçmişin ruhunu bugünle uyum içinde geleceğe taşıyan Filibe, müzeleri, konser salonları ve tiyatro binaları ile bugün Bulgaristan’ın “kültür ve sanat başkenti” olarak anılıyor.

Osmanlı hâkimiyeti döneminde Balkanlar’daki önemli şehirlerarasında yer alan, aynı zamanda cami, medrese gibi yapılarıyla ve burada yetişen ilim adamlarıyla önde gelen Türk-İslâm merkezlerinden biri olan Filibe, Yukarı Trakya ovasında Meriç nehrinin iki yakasında kurulmuş nezih bir şehir FİLİBE (Plovdiv)’den başlayarak ziyaretlerimize başladık. Şehrin eski merkezi, geniş bir alanın ortasında kayalıklardan oluşan beş tepenin üzerinde yer almaktadır.

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, nam-ı diğer 93 Harbi sonrasında imzalanan Berlin Antlaşması ile Filibe Osmanlıya bağlı statüde kalan Doğu Rumeli Vilayeti’nin idari merkezi olmuş. Ardından da 1885’te Doğu Rumeli’nin Bulgar Prensliği’ne bağlanması, daha sonra 1908 yılında bağımsızlığın ilanıyla, kent bağımsız Bulgaristan topraklarına katılmıştır.

Filibe, Bulgaristan’ın başkenti Sofya’nın güneydoğusunda ve Meriç nehri kıyısındadır. Şehir, Yukarı Trakya Ovası’nın batı kısmını oluşturan ve bir birikinti ovası olan “Filibe Ovası”nın güney kesimindedir. Oradan kuzeybatıda Sredna Gora sıradağlarının zirveleri, doğuda Chirpan Tepeleri ve güneyde Rodop Dağları yükselir.

Ziyaretlerimize ilk olarak bölgede adı ESKİŞEHİR diye anılan Osmanlı Mahallesini ve içinde bulunan çeşitli tarihi konaklar, Roma’dan kalma stad toplantı mekânları ile Osmanlı’dan kalma evleri ziyaret ederek çok sayıda fotoğraf ve Videolarını kayıt ederek belgeledik.

Ziyaretlerimize FİLİBE FATİHİ LALA ŞAHİN PAŞA’nın şehri aldıktan sonra şehirde yapmış olduğu imar ve düzenleme çalışmalarından en önemlisi olan ve MERİÇ nehri üzerinde bulunan tarihi köprüyü ziyaret ederek köprünün ayağına yakınında bulunan ŞEHABETTİN İMARET Camiini ziyaret ettik.

“ŞEHABETTİN İMARET CAMİİ” Banisi olan,

“LALA ŞEHABETTİN PAŞA’nın ve ecdadımızın FİLİBE‘de yaptırmış olduğu çok sayıda eserler den onca zorluk ve yıkımdan talandan kurtularak ayakta kababilmiş nadir eserlerden birisidir.

Hatta bu CAMİİ 1970’li yıllarda restore edilmiş Ülkede komünist rejimin yıkılması ile birlikte 1992 yılında şahsımında “VAKIF MÜDÜRÜ” olarak görev yaptığımız dönemde ibadete açılarak hizmete alınması şerefini yüce Allah (cc) bizlere nasip etti. Şükürler Olsun.

ŞEHABETTİN İMARET CAMİİ

Adından da anlaşılacağı gibi sadece namazgâh olarak değil, sosyal aktivitelerini yerine getiren bir imaret, aşevi olarak düzenlenerek insanlığın hizmetine sunulmuş olmasına rağmen, Bulgaristan’da bundan önceki ziyaretlerimizde de görüp şahit olduğumuz gibi Kültürel soykırıma uğrayan eserlerin durumuna düşmesi artık an meselesi gibi görünüyor.

Çünkü İMARET’den geriye sadece mescit bölümü kalmış diğer eserler yıkılmış yağma edilmiş olmakla beraber,

“LALA ŞAHİN PAŞA”nın türbesi de bakımsız olarak kaderiyle baş başa bırakılarak adeta yıkılan İMARET’İN aş evi bölümünün kaderine terk edilmiş olması bizleri yürekten ızdıraba gark etmiştir.

Ecdat yadigârı bu tür Kültürel ve Türk-İslam mühürlü eserlerin tamamen sahipsiz, bakımsız olarak yıkıma ve ortadan kalkmasına rıza gösteren bölgede vazifeli tüm yetkili mercileri şiddetle kınıyoruz.

Ziyaretlerimizin duygusal boyutundan sıyrılarak üzüntü ve Kederimizi arkada bırakıp “MURADİYE (CUMA) CAMİİ’ne geçtik…

Bu camii 1425 civarında II. Murat tarafından inşa edilmiştir. Cami 1199’da (1785) I. Abdülhamit tarafından yeniden yaptırılmış ve bu sırada II. Murat kitâbesi yerine I.Abdülhamit kitabesi yerleştirilmiştir. Caminin orijinal minaresi, ilk dönem Osmanlı mimarisinin özelliğini yansıtan eşkenar dörtgen iki renkli tuğlalardan yapılmıştır. Zelzele sırasında tahrip olan iç nakışlar, Edirneli Seyyid Nakşibendî Mustafa Çelebi tarafından 1234’te (1818-19) Osmanlı barok stilinde yeniden boyanmış olup halen bu haliyle korunmaktadır.

Bu ziyaretlerimiz bizleri oldukça sevindirip gururlandırdı.

Bu güne kadar yaptığımız ziyaretlerimiz ve incelemelerimiz içinde en bakımlı ve insan eli değdiği belli olan bu ecdat yadigârı eserin restore edilerek,

05 Eylül 2008 tarihinde açılışının resmen yapılmasındaki imzanın “İSTANBUL BÜYÜK ŞEHİR BELEDİYESİ”

Olmasını bölge halkından memnuniyetlerini ifade ederek dinledik.

Bizlerde büyük onur ve gurur duyduk.

Emekleri geçenlerden Allah (cc) razı olsun. FİLİBE ziyaretlerimize şehir merkezine bağlı ve çok yakın İlçe merkezi olan Asenovgrad’a (Istanıbaka) geçtik.

Bu şirin ve mütevazı İlçe merkezinde küçük ama her yönüyle ecdadı hatırlatan “ESKİ CAMİİ”yi ve yapımına 2011 yılında başlanarak 2020 yılında bitirilip ibadete açılan, Günümüz mimarisinin temsilcisi olan

“YENİ CAMİİ”yi ziyaret ettik.

Avrupa’nın ve Hıristiyan âleminin bunca baskısına, yıkım projelerine rağmen yapılan bu yeni ve ihtişamlı eserler bizlere geleceğimizle ilgili büyük moral verdi. Bu eserler için emek verip ter dökenleri şahsım ve BULTÜRK adına tebrik ediyor takdirlerimizi iletiyoruz.

Bu güne kadar SİVİL TOPLUMLARLA İLİŞKİLER GENEL MÜDÜRLÜĞÜ ve BULTÜRK’ÜN ortaklığında gerçekleştirilen proje kapsamında Bulgaristan’da belirtilen 7 bölgeyi toplamda 400 kişilik ziyaretçi gruplarına hizmet verdiğimiz,

“DÜNDEN BUGÜNE PAYLAŞIM” Projemiz bu seyahatimizle tamamlanarak istenilen hedefe başarı ile ulaşıldı.

Seyahatlerimiz esnasında gördüğümüz aksaklık ve eksiklikleri fotoğraf ve videolarla kayıt altına alarak giderilmesi için uygun görülen çalışma ve hizmetleri bir çalıştay raporu titizliği ile belgelendirip yetkili makamlara bilgi ve çözüm amaçlı olarak arz edilmek üzere Kitap halinde sunarak arşivimize koyduk.

BULTÜRK olarak yapılan bu hizmet ve Seyahatlerimize destek olan Saygın kişi ve kuruluşlarımız başta Sayın

İÇ İŞLERİ BAKANLIĞIMIZA, Saygın İSTANBUL VALİLİĞİMİZE, sonsuz şükranlarımızı arz ediyoruz. Otobüsler konusunda da Metin KORKMAZ Beyefendiye de teşekkür ederiz.

Bir dahaki çalışma ve Hizmet proje ve hizmetlerimizde görüşmek üzere sağlıklı ve mutlu günler yıllar diliyoruz. 18 Aralık 2022

“İYİ Kİ VARSINIZ.”

BULTÜRK’Ü İZLEMEYE DEVAM EDİNİZ.

Rafet ULUTÜRK
BULTÜRK
Genel Başkanı

________________________________________________

“YARATILIŞINDAN BU YANA İNSANLIK ÂLEMİNİN

ARADIĞI İDARE ŞEKLİ VE ÇARE…!

“VEDA HUTBESİ”

Rafet ULUTÜRK

İnsanlık âlemi, sosyal hayatlarını idame ettirmek maksadıyla tarih boyunca çeşitli idare şekillerini ortaya koyarak denemişlerdir.

Bunlardan bir kaç şeklini kısaca değerlendirip irdeleyen.

DEMOKRASİ:

(HALK İDARESİ);

İnsanlık tarihinin öncelerinde,

KRALLIK (Çarlık) ve TİRAN yönetimi şekillerini tanımış ve o rejimlerle hayatlarını idame etmişlerdir.

Krallar, Tanrı tarafından hükümdar olarak atanan soylardan gelen ya da yönetimi tanrı iradesinden alan ve uygulayan güçlü ve imtiyazlı kişiler olarak bilinirlerdi.

Tiranlar, eski BİZANS’TA, Roma ve Yunan’da siyasal gücü tek başına ellerinde tutan zümrelerdi.

Bu durumdan faydalanarak Siyasal gücü zorla ele geçirene TİRAN denmiştir. Bunlar ve zulümleri, Acımasız, gaddar, despot kimseler olarak tarihe geçmişlerdir.

Bu iki yönetim ve benzeri idarelerin hiç birinden memnun olmayan insanlık âlemi varlıklarını ve hayat şartlarını zamana uygun olarak daha rahat ve yaşanabilir hale getirmek amacıyla sürekli arayış içinde olmuşlardır.

Bunlardan günümüzde en önemli olarak ortaya çıkan ise;

“DEMOKRASİ” diye bilinen DEMOKRATİK SİSTEM’DİR.

“HALKIN KENDİ KENDİNİ ŞEÇTİKLERİ İLE BİRLİKTE İDARESİ” olarak bilip tanıdığımız DEMOKRASİ- DEMOKRATİK SİSTEM:

Dünyada,

İlk demokratik iktidar, halk iktidarı Yeniçağdan önce 508 yılında gerçekleşmiştir.

Halk iktidarının birinci ödevi meclis toplama ve anayasayı yaparak, yasaları ve kuralları belirleyip uygulanır hale getirerek onaylamaktır.

O zaman meclis binası, grupları, başkanı ve başkan yardımcıları, meclis dışı muhalefet yoktu.

Şehir (SİTE) devletlerinde yaşam kurallarının değiştirilmesi, genişletilmesi, yenilerin tartışılarak hazırlanıp onaylanması gerektiğinde şehrin 1000 (bin) sakini çağrılıp sorun tatlıya bağlanarak uzlaşma ile çözülüyordu.

Bir ceza davası görülmesi gündeme geldiğinde ise şehirden 100 (yüz) kişi çağrılıp karar veriliyordu.

Örneğin Efes’e kim sakin olabilir sorunu sivrildiğinde, “ancak Efesli ana babadan dünyaya gelenler” şehrin sakini olabilir kararı alınmıştır.

Bu da şehirlerde yaşayan insanların aidiyet duygularına sahip olmalarına önem veren uyum ve çözüm odaklı bir yaptırım ve hak idi.

Demokraside idareciler işlerini gönüllü yapıyor ve karşılığında ücret almıyorlardı.

Roma parlamentosunda tüm senatörler; asilzade, varlıklı, okumuş, bilge ve ordu içinde savaşlarda önemli zaferler kazanmış komutanlar ve kişiler arasından seçilerek atanırdı.

Meclis toplantıları ise karşılıklı sohbet-münazara havasında düzenleniyordu.

Türker’de (Osmanlı döneminde) DEMOKRASİ;

Birinci Osmanlı Meclisi, 23 Aralık 1876’da seçimle toplanmıştır. Anayasa’ya göre kurulmuş olan bu Meclisin bir özelliği, alınan kararların Sultan’ın imzalı onayını gerektirmiş olmasıdır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920’de açılmıştır.

Bu mecliste okunan en önemli belge bu günkü TBMM’nin kurucusu ve aynı zamanda Başkanı olan,

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yüce Meclisin nezdinde Aziz Türk Milletine hitaben yazdığı “NUTUK” olmuştur.

Aslında, Gazi Mustafa Kemal

Atatürk, NUTUK’ta işaret ettiği konuları daha önce 1622 yılında kaleme alınmış Genç OSMAN’IN ajandasından alarak Yüce Meclisin ve Aziz Türk Milletinin bilgisine sunmuş olduğu halde buna değinerek izah edende maalesef yazan da yok. Bu da gösteriyor ki Türk derin aklı daha o zamanlardan Cumhuriyetin kuruluşuna kadar devam ettiği görünmektedir. Hazırladığı ve onayladığı en önemli belgelerin başında Türkiye Cumhuriyeti’ni kurup Anayasa ve yasalarını TBMM marifetiyle onaylamasıdır. Alfabe değişikliğinin kararı ise Türk Kurultayında alınmıştır.

Bulgaristan’da DEMOKRASİ;

1946’da Bulgaristan’da referandum yapılarak Bulgaristan’da monarşi rejimi değiştirilmiş, Alman olan Çar ve sülalesi ülkeden kovulmuş ve seçimle kurulan yeni meclis anayasa ve yasaları BULGAR ve BULGARİSTAN’LI VATANDAŞLARIN lehinde birçok yeni haklar vererek değiştirmiştir.

Sosyalist olmakla beraber 1971’de kabul edilen yeni anayasa ile totaliter, komünist diktatörlük dediğimiz zulüm rejimi kurularak Bulgaristan’da DEMOKRASİ lav edildi. SOSYALIZM maskesi altında sözde KOMÜNİST rejim kuruldu.

Sözde Halk Meclisi ve aldığı kararlarla değil, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Politik Büro kararları tek parti sistemi ile KOMÜNİST idareye geçildi.

Todor Jivkov baskı ve zulümlere dayalı kanlı ve kandan zulümlerden beslenen diktatörlük rejimi KOMÜNİST idareyi kurdu.

Bu dönemin kökleri 1956 yılının 2-6 Nisan tarihlerinde yapılan BKP MK Geniş oturumunda başladı.

Bu toplantıda Todor Jivkov BKP, Bulgar Devleti ve Bakanlar Kurulunun başına geçti.

O tarihten başlayarak Müslüman Türklerin devlet eli ve terörüyle sindirilmesi, baskı altına alınması, kültürel alanlarının daraltılması, şuurlarının yozlaştırılması için programları gerçekleştirilmeye başlandı.

Halk Meclisi bu kanlı sürece seyirci kaldı.

1956’dan 1989’a kadar aşama aşama şiddetlenen devlet terörüne, iç savaşa, binlerce tutuklanan, yargısız idam edilenlere, toplu mezarlara, “Belene” kampı zulmüne ve SOYKIRIM denemesine yasama organı sıfatıyla Halk Meclisi suskun kalarak tüm bu gayri insani icraatları destekledi.

Meclis kararı olmadan ülkede sıkı yönetim uygulandı, Müslüman bölgelerinde hayat donduruldu zulümler işkence ve talanlar zirveye ulaştı.

Bulgaristan’da sözde Meclis Türk okullarımızın kapatılmasını, derneklerimiz, Tiyatrolarımızın kapatılmasını, gazete ve dergilerimizin radyo yayınlarımızın kapatılmasını, Türkçe kitap basımına yasak konmasına, basılanların toplatılmasına, Kültürel SOYKIRIM’a göz yumarak Türk şuurunun köküne kibrit suyu dökülmesine sağır, kör ve dilsiz olmakla beraber vicdansızca onaylayarak seyirci kalındı.

Milletvekillerini hep T.Jivkov ve arkasındaki güçler gösterdi, hepsini susturdu, yasama ve yargı organlarını kilitledi ve tek kişilik tek partilik diktatörlük uygulandı.

Bulgaristan’ı vatanımızı iki defa Rusya’ya satmaya kalktı, yine de başkaldırıp dur diyen olmadı.

Sanki halkın şuuru donmuş, gözlerine perde inmiş ve geleceğin adını “ne olursa olsun” koymuşlardı.

Özetle, doğal, sosyal, kültürel insan hak ve özgürlükleri, azınlık hakları tamamen çiğnenirken, yalan iletişim dünyası kuruldu.

1960-70’lerden başlayarak isim ve din değiştirme 1984’ten sonra Türklerin dilini, ismini, tarihini, kimliğini ve dinleriyle birlikte tüm gelenek ve töreleri sert baskı ve terör şiddetleri, zulümler, işkenceler uygulanarak hem SOSYOLOJİK ve hemde KÜLTÜREL SOYKIRIM uygulandı.

10 Kasım 1989’dan başlayarak Mazlumların “âahh” ları ve insanların özgürlük ve haklarını yeniden Bulgaristan’da aktarmak amacıyla rejim değişikliği hareketleri başladı.

10 Haziran 1990’da yapılan 7. Yüce Halk Meclisi seçimleriyle, yeniden toplanan 400 kişilik Halk Meclisi Anayasa değişikliği yaptı.

Bu meclis ilk kez totaliter düzenin devamı olan sosyalist parti (BSP) ile birlikte Demokratik Güçler Birliği(CDC) ve Müslüman Türklerin Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) ile müttefik olarak yan yana geldiler.

Bulgaristan’da 400’den fazla siyasi parti ve hareket kuruldu. Fakat hem faşizm ve hem de komünist totalitarizm kalıtını kaldırıp tarih kabrine gömecek bir ideoloji, politika ve toplumsal güç ortaya çıkmadı.

Bulgaristan, bu defa elini tutacak ne Nazi sürüleri ne de Moskova sömürgecilerini yanında göremeyince, Brüksel ve Washington köleliğini kabul etti.

Daha 1990’larda ekonomik, politik, sosyal krizle birlikte süre gelen SOYKIRIM’lara ilave olarak Bulgaristan’da Kültür Krizi de başladı.

Bulgaristan öyle bir parçalandık ki, bu da 15 bin kişinin kurşunlanarak öldürüldüğü anti-faşist savaşın sert bunalımlarına, 25 bin kişinin sözde Halk Mahkemesinde yargılanarak öldürüldüğü, 150 bin kişinin toplama kamplarında süründürüldüğü, tüm azınlıkların ezildiği, özgürlükçülerin hepsine idam sehpası kurulduğu yıllara benzeyen yeni bir vahşet duruma maalesef hepimiz düştük.

Kuşların yuvasını terk ettiği gibi halkımızdan gruplar halinde memleketlerini vatan topraklarını terk ediyor.

Terk edenlerin köylerinin sayısı 2.600’ü bulmuş, küçük kasabalar daha da küçülmeye devam ediyor, uçaktan baksan memleket zifiri karanlık, insanlar Güneşin nereden doğduğunu unutmuşlar ufka bakan yok, umut yok, umutlanansa hiç yok.

Nihayet

Demokrasiye tekrar geçtik fakat kanunları düzenleyemedik,

Kanunlar karşısında eşitlik yok, hala eşit değiliz. Hatta zulüm ve işkence dönemlerindeki haklarımızı arar olduk.

Sözde Türk Partisi oldukları halde,

Türklere istedikleri adaya oy verme hakkını tanımayan HÖH fahri lideri, en kutsal hakkımız olan oy verme hakkımızı elimizden çekip aldı, başkasına oy vermemizi yasakladı, uymayanın başına gelmeyen kalmadı.

Bizden aldığı oylarla devletten her sene cebine attığı milyonlarla saraylar, konaklar kurdu.

Bizden Türk halkından aldığı oylarla ajanları ve eski, yeni Türk düşmanı istihbarat subaylarını halk meclisine doldurdu.

Biz seçmenlerin olan her seçim sonrası Türk oyları karşısında sadece devletten alınan ve zorla el attığı milyon milyon levalarla 33 yıldır bir Türk Okulu kur(a)madı, bir Türkçe kursu aç(a)madı, 2 camiye odun kömür almadı, 5 sakat çocuğa nafaka vermedi, 2 kurban kesmedi, 33 yıldan beri hepimizin oylarımızı çalmaya ve hepimizi sömürmeye devam etti.

Ailelerimiz parçalandı.

Yoksul düştük. İşsiz kaldık. Başarılı olanlarımız tartaklandı, kovalandı, memleketimizden atıldı.

SÜRGÜN edildi.

Son yılların gelişmeleri Bulgar devletinin halkı ve memleketi yönetemediğini gösterdi. Bulgaristan’da bunalım derinleşmeye devam ediyor.

  1. halk meclisi seçimlerinde aday olanların 84’ü polis ajanı, diğerleri de oligarşi temsilcileri, şimdi son 46.47. Mecliste de Avrupa’cı, Rusçulara, Amerikancılar da katıldı topçu, şarkıcı, davulcu ve zurnacıdır.

Bu gidişat pek gidişat değil, amma Herkesin hesabı var bir de Allah’ın hesabı var.

Herkes hesap yapar ama Allah’ın hesabı tutar.

Rabbim senin hesabına sığınıyoruz…

Bulgaristan’da yöneticiler adam olmak nedir öğrenemediler.

Bir hatırlatma;

– Adam Olmanın Yöntemi Nedir?

Günün birinde Hoca’nın da içinde bulunduğu topluluktan birisi;

“Hocam, adam olmanın yöntemi nedir?” deyince;

Hoca Efendi, adamın nefes almasına bile fırsat vermeden;

“Canım, bunu bilmeyecek ne var, elbette kulaktır.” der.

Fakat Hoca, arkadaşlarının “kulaktır” cevabından pek bir şey anlamadıklarını anlayınca açıklama yapma gereğini duyar:

“Aa!. . Bunu bilemeyecek ne var?

Herhangi bir adam konuşurken onu can kulağı ile dinlemeli; bu arada kendi ağzından çıkanı kendi kulağı duymalıdır.”

Hepinize sağlık ve sıhhat dilerim.

İnsanlık Âleminin var oluşundan bu yana kendi kendini ve tüm kâinatı İLÂHİ bir düzen ve Âhenk içinde yaşamaya ve yaratılan her şeye saygı ve yaratıcısından dolayı hoşgörü ve muhabbet ile yaşama hakkı arayarak elde etmeleri arayış ve çalışmaları halen devam ederken.

Ne hazindir ki,

Çözüm olarak elimizde bulunan en büyük kurtuluş reçetesinden haberimiz dahi yok.

Bu reçete;

“İnsanlığın birbirine olan güven, saygı sevgi, kişilik ve komşu haklarının yanı sıra “İNSAN HAKLARI” ile tüm canlı cansız varlıkların haklarının idari ve özel haklarının kesin hükümle verildiği,

Efendimiz, Hz. Muhammed Musatafa (sav)’nın özellikle İnsanlık başta olmak üzere kainatın tümüne şamil olan,

“VEDA HUTBESİ” dir…..!

Saygılarımla,

Rafet ULUTÜRK

BULTÜRK
Genel Başkanı

______________________________________

“VEDA HUTBESİ”

Peygamber efendimizin Vedâ Haccında 124.000’den fazla “SAHABİ” den oluşan Müslümanlara yaptıkları vâz ve nasîhatlarda;

“Hamd , Allahü teâlâya mahsûstur.

O’na hamd eder, O’ndan yargılanmak diler ve O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizi günahlarından Allahü teâlâya sığınırız. Allahü teâlânın doğru yola ilettiğini saptıracak, saptırdığını da doğru yola iletecek yoktur.”

“Ey insanlar! ” Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım

“Ashabım! bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl bir mübarek şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınızda öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.

“Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. Oda sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir.

Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın.

Olabilir ki burada bulunan kimse, bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.

“Ashabım! “Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin.

Biliniz ki faizin her çeşidi kaldırılmıştır.

Allah böyle hükmetmiştir.

İlk kaldırdığım faizde Abdulmuttalibin oğlu (amcam) abbas’ın  faizidir. l

Lâkin ana paranız size aittir.

Ne zulmediniz nede zulme uğrayınız.

“Ashabım! “Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır. Ayağımın altındadır.

Cahiliye devrinde güdülen kan davalarda tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalibin torunu İlyas bin Rabia’nın kan davasıdır.

“Ey insanlar! “Muhakkak ki şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir.

Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsınız bu da onu memnun edecektir.

Dinimizi korumak için bunlardan da sakınınız.

“Ey insanlar! “Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allahtan korkmanızı tavsiye ederim.

Siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah’ın emri ile helal kıldınız.

Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınlarında sizin üzerinizde hakkı vardır.

Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırsa Allah size onları yatakların yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir. Kadınlarında sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

“Ey müminler! “Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler Allah’ın kitabı Kur an-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir.

“Müminler! “Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz. Müslüman müslüma’nın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler.

Bir Müslüman kardeşinin kanıda, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.

“Ey insanlar! ” Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesi ayrılmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur.

Çocuk kimin döşeğinde doğmuş ise ona aittir.

Zina eden kimse için mahrumiyet vardır.

Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan köle Allah’ın meleklerinin ve bütün insanların lanetine uğrasın. Cenab-ı hak bu gibi insanların ne tevbelerini nede adalet ve şehadetlerini kabul eder.

“Ey insanlar! “Rabbiniz birdir. Babanızda birdir. Hepiniz Ademin çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Arabın arap olmayana arap olmayanında arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı tenlinin siyah üzerine siyahında kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allahtan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız Ondan en çok korkanınızdır. “Azası kesik siyahi bir köle başınıza amir olarak tayin edilse sizi Allah’ın kitabı ile idare ederse onu dinleyiniz ve itaat ediniz. “Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba oğlunun suçu üzerine oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz. “Dikkat ediniz! şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız Allaha hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız. Allahın haram ve dokunulmaz kıldığı canı haksız yere öldürmeyeceksiniz. Hırsızlık yapmayacaksınız. İnsanlar “la ilahe illallah” deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emir olundum. Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını korumuş olurlar.

Hesapları ise Allaha aittir.

“İnsanlar!” Yarın beni sizden soracaklar ne diyeceksiniz? Sahabe-i kiram hep birden şöyle dediler;

“Allah’ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, Bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şehadet ederiz”. Bunun üzerine Resul”ü Ekrem Efendimiz şehadet parmağını kaldırdı, sonrada cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu;

“Şahit ol Yarab! Şahit ol yarab! Şahit ol yarab!”