Tek Merkezden Emir Alan Dünya

Rafet ULUTURK
Tarih: 13 02 2021

Tek merkez dediğimde coğrafik bir mevki düşünmedim. Bu, bir ofisi, çalışma odası, sandalyesi ve önünde bilgisayarı olan, yazıp çizerek dünyaya akıl veya emir seren bir yer değil, hatta Amerika’da Beyaz Saray’daki Oval Ofis dediğimiz eski Başkan Donald Trump veya yeni Başkan Joe Biden’ın makamından bile daha güçlü bir yer. İsmi “Yapay Zekâ”. Bulunduğu yer gökte bulut. Yemesi içmesi yok. Büyüyüp küçülmüyor ve Şekli de yok. Şimdiye kadar maddi olan her şeyin şekli de vardır ama şekil maddeden bir parça değildir, madde değiştikçe şekli de kendiliğinden değişir. Öz hacmi, ağırlığı yoktur, yemez içmez diyorduk, işte öyle bir şey. Beyindeki fikir gibi…

Yapay Zekâ artık dünyaya çeki düzen veriyor.

Hangi anayasaya, hangi devletlerarası veya milli devletlerin üstündeki yasalara göre, hangi genel geçerli kurallara göre gibi soruları sormakta haklısınız ve bu sorular insanın beyninde yağmurdan sonra mantar gibi bitiyor tabii.

Beni de aynı sorular ilk defa bir DEMOKRASİ KALESİ olarak bildiğimiz Beyaz Saray 6 Ocak 2021 günü işgal edilirken sarstı. O zaman henüz görev süresi dolmamış ve azil edilmesi istenmemiş olan Başkan D. Trump’un demeçlerinin Twitter’den silindiği, hatta ABD Başkanı Trump’un Twitter’den atıldığı gibi haberler çok etkileyici oldu. Hiç birimizin Twitter’le imzalanmış antlaşmamız olmadığına göre, tek taraflı uygulanan bu sansürü KiM BELİRYİYOR? Sorusu gecikmedi. Bir merkezden emir alan ve uygulayan yenidünya, fikri bende de böyle doğdu. Demek oluyor ki, yeni dünya tek kutuplu mu iki kutuplu mu yoksa pek çok merkezli mi olacağı tartışmalarına da böylece nokta koyalım, çünkü artık her şeyin sıfırlandığı ve yönetimin “yapay zeka” eşine geçtiği bir kürede yaşıyoruz.

Yapay Zekâ tercihleri:  Şu olur, bu ise olmaz.

2021 yüzyılla gelen şu dünya değerler dengesini ya da artık belirlenmiş olan geçerli değerler dengesini ne zaman görebileceğiz bilmiyorum. Bu konuda bir kitap çıkacak mı ona da işaret eden yok. Yoksa bu işler de yapboz oyunu gibi yolunu yürürken mi bulacak. Bu olur, bu ise olmaz konusunda son sözü kim söyleyecek? Bu kurallar bütün küremiz için aynı zamanda geçerli olacak mı, bunu da bilemiyoruz kuşkusuz. Bildiğimiz bir şey varsa o da şu. “Covid-19” virüsüne karşı 2025’e kadar bütün insanlık aşı olacak. Ardından “Covid -20” gelirse ona karşı da bütün insanlık aşı olacak ve bu sıralama “Covid n.o. …..”korkusu önce insanlarda huzursuzluk endişe ve korku yaratırken artından da iki yeni  alışkanlık yaratacak.

Birinci alışkanlık: Tavşanlar gibi üremekten vazgeçmek. Üreme işi planlı programlı olacak. Şu aylarda Polonya’da yapılan büyük ve güçlü gösterilerde “çocuk aldırma özgürlüğü” gibi evrensel haklar insan hakları listesinden çıkarılacak ve dünyada hangi yıl ne kadar çocuk doğacağını “yapay zekâ” belirleyecek.

İkinci alışkanlık: İnsanların yemek yeme kültürüne yeni disiplin getirilecek. Öyle her şeyden tatma, beğenilen yemeklerde sürekli yeme, işkembe çorbası, kokoreç ve ızgaralar gibi kokusuyla iştah açan ve onları yemeye tahrik eden yiyecekler menüden tamamen kalkacak. Şimdiki tüketici toplum insanları “Coker şpanyol” köpeklerine benzetti. Bu uzun kulaklı ve dört ayaklı sevimlinin sözde midesi yokmuş, ince barsak ile kalın barsak birbirine direk bağlı olduğundan dolayı ye babam ye. Amerikalıların oburluğu tam bu örneklemeyle anlatılıyor. Yani insanın yiyip içmesi günlük enerji tüketimine göre belirlenecek ve gıda tüketiminden çok büyük tasarruf yapılarak, dünya kendi kendini yitirip bitirmekten kurtarılacakmış.

Bu işleri kontrol edecek “bulut” işte o “yapay zekâ” olacak. Olayı şöyle algılayabildim. Biz hepimiz bedenli kafalı elli kollu varlıklar olduğumuzdan dolayı “yapay zeka” da etrafımızı saracak, ekmek su istemeden bizi sürekli kontrol edecek ve yorulduğumuzda kaç dakika dinlenmemiz gerektiğini, acıktığımızda kaç kalori almamız gerektiğini ve susadığımızda da kaç bardak su içmemiz gerektiğini bize ya bileğimizdeki saat ya da cebimizdeki telefon üzerinden “tık” deyip bildirecek. Ben bu işi bir fıkramıza benzettim.

Vaktiyle Osmanlı Sultanı ile Fransa İmparatoru Napolyon arasında bir görüşme olmuş. Savaşlardan birinden sonra bir barış sözleşmesi imzalayacaklarmış. Napolyon, Padişaha dönerek, acelesi yok haşmetlim imzalarız, geliniz önce görüşmemizi kutlayalım,  demiş. Napolyon’un niyetini anlayan Osmanlı Padişahı “içmesek olmaz mı” deyince kanyak sevdalısı Mareşal, “Nedenmiş o?” derken artık dolu kadehlerden birine uzanıyormuş.

Söyleyiniz öyleyse “Kim gibi içeceğiz?” sorusuna şaşıran Napolyon, “İnsan gibi pek tabii!” dediğinde, Padişah “Olmaz, ben içmem öyleyse demiş…

Kim gibi içelim?” sorusu hemen gelmiş.

Hayvanlar gibi..”  demiş Padişah. “Onlar suya gidiyor, kazanlar dolu olsa da, doyunca çekiliyorlar. Onlar gibi içeceksek ancak, biz de içelim.” Demiş ve kadeh kaldırmışlar.

Yenidünya düzeni sanki Osmanlı örneğine göre kurulacak. İsraf ve zorlama olmayacak.

İşte bu cümleden olmak üzere “yapay zekâ” insanların ihtiyaçlarını belirlemek amacıyla insanoğlunu 100 tipe ayırmış, “Bi Bi Si” haberlerine göre, yöneticiler, onların peykleri ve alt tabakalar bu rakamlı tiplemeye alınmış.

Bu vesileyle 2021 başından beri dünya BÜYÜK SIFIRLAMADAN söz ediyor. Önce insanların belleği sıfırlanacakmış. Yani insanların bir şeyleri hayal etmesini, özlemesini önlemek için önce hafızanın boşaltılması gerekiyormuş. Fakat bu öyle pek kolay bir iş olmadığından dolayı, üzerinde hala düşünülmeye devam ediyor.

Şöyle ki, İsviçre’nin Alp Dağlarının “Davos” kentinde kar kış altında bu yıl yüz yüze göz göze görüşmeler yapılamasa da, video temaslarında varılan ortak noktalarda “demokrasinin buharlaşıp yok olduğu” sonucuna varılmış. Değişik ülkelerde 4-5 yılda bir yapılan, 4 Nisan’da Bulgaristan’da da yapılacak olan seçimlerin toplumun 2 zengin tabakasını temsil eden oligarşi arasında post-kapitalizm zenginliklerini paylaşma çekişmesi haline geldiği sonucuna varılmış. Post-kapitalizm dedikleri, kapitalizm sonra, ama Bulgaristan gibi ülkelerde kapitalizm üretim olmadığından, ortada meclis ve devlet koltuklarından başka paylaşılacak bir şey de yok aslında, öte yandan kapitalizm de demokrasiyle geldiğinden, demokrasi de yok bizde. Demokrasi dendiğinde anlaşılan seçim sandığı ve kapalı bir yer geliyor okullara.  Seçmenin kime oy verdiği de önemli değil, çünkü oyları sayan ve çuvallara dolduranlar başkalarıdır. Bu işlere 1990’da başladığımızda bir yol kavşağındaydık, şimdi artık yollar bitti ve nereye gideceğimizi, kime oy vereceğimizi bilmiyoruz. Şimdiye kadar Ahmet Doğan partisine oy verenler de kararsız, 30 yıldan beri sırtını sıvazladık olmadı, “bu danadan öküz olmaz” diyorlar.

Anlaşıldığına göre, değer yargıları içinde tarama yapma işi Amerika’da önce sokaklarda kölelik devrim anıtlarının yıkılması ile başladı, oradan İngiltere’ye sıçradı, Oxford ve Cembridge üniversitelerinden sonra, Edinburgh Üniversitesine sıçradı ve KÖLELİK ÇAĞI lider, keşifçi ve düşünürlerinden birçoğunun boy heykeli veya büstü devrildi, tabloları yırtıldı yakıldı. Bu arada olaylar önce edebiyata saldırdı. Örneğin dünya polisiye romanları klasiği Agatha Christie’nin “On Küçük Zenci” romanı bile saldırılara hedef oldu ve romanın başlığı “On kişiydiler” şeklinde değiştirildi.

Bu gelişmeler Bulgaristan’ı da güçlü bir şekilde etkileyecektir. Mesela, Bulgar edebiyatında en gözde roman olarak devlet eliyle ün salan, aslında yazar İvan Vazov’un Odesa devrinde, Rus Çarının gizli polisi tarafından para verilerek ve başında durularak yazdırılan “Esaret Altında” romanı da adı ve özü değiştirilmesi istenen eserlerden birisidir. Bu roman, Vazov’a yazdırıldıktan sonra,  Rus askeri istihbaratı tarafından Bulgaristan’a getirilen ve Osmanlı ve Türk düşmanlığı körüklemek amacıyla bastırılan ve bütün kitapçı ve kütüphanelere, kiliselere dağıtılan, Türkçeye tercüme ettirilen, yazarı Nobel Ödülü adayı gösterilen ama tutmayan bir kitaptır. 100 yıldan beri edebiyat derslerine ve sınavlara alınan, filmleştirilen bu kitapta yazılanların baştan sona uydurma olduğu böylece ortaya çıkmış oldu.

Biz Bulgaristan’da Bulgarları gerçek ortak tarih ve genel geçerli hilesiz ortak değerler ve yargılar üzerinde buluşmaya zorlayamadık, ama Amerikan siyah derilileri, onlar da biz gibi nüfusun % 15’ini oluştursalar da, beyazları gerilettiler ve biat etmeye zorlamış bulunuyorlar. Bu gerçeğin temelinde Amerikalı siyah derililerin Amerikan tarihinde 2 devrime de silah elde katılmış olmaları vardır. Birinci devrim 1776’da Amerikalı beyazlar ve siyah derililerin İngiliz sömürgecilerine karşı bağımsızlık savaşı zaferiyle ve ikincisi de bu yılın 6 Ocak günü Beyaz Sarayın işgal etmesiyle simgelenmiştir. Yeni ortak yargı değerleri konusunda dünya henüz yolun başındadır. Bulgaristan da öyle tabii ve yeni Bulgar tarihi halk eşitliğini sağlama ve geçmişin insan düşmanlığından, ırk üstünlüğü ve ayrım siyasetinden arınma bakımından çok sancılı olacaktır. Daha ilk elde 180 Rus ve Sovyet anıtının yıkılması ve Rus ve Sovyet adı taşıyan binlerce sokak ve meydan adının değiştirilmesi, okul kitaplarının yeniden yazılması ve kütüphanelerdeki çarpık zihniyetin ateşe verilmesi vb başta gelecektir.

Biz Bulgaristan’da, dünya görüşümüzü paylaşan Bulgarlarla birlik olup demokrasinin özünü oluşturan özgürlük, eşitlik, adalet, kardeşlik, insan hakları, azınlık hakları, ana dil, etnik kimlik ve etnik edebiyat, din vs değerlerin özü ve sınırları konusunda mutabık kalmalıyız. Bu görüşmeler henüz başlamamıştır. Zaman diyalog zamanı olsa da, henüz masa kurulmamış ve taraflar masada buluşmaktan ve konuları açmaktan korkuyorlar.

Bulgaristan’da çok büyük bir eşitsizlik, dolayısıyla adaletsizlik var. Günce politikada “rüşvetçilik ve dolandırıcılık” kelimeleriyle açmaya çalıştığımız adaletsizlik, devleti öylesine sarmış, bünyesini ve dallarını (kurumları çalışmaz hale getirmiş) kurutmuştur.  Şöyle örnekleyebilirim. Bulgaristan’da 12 (on İki)  bin leva /6 bin Avro/ maaş alan bir tabaka var. Bu tabakanın içinde çok sivrilen bazı kişiler ise 200 binden 300 bin levaya kadar aylık alıyorlar.  Bu kişilerden bazılarının Sosyalist Parti yönetiminde ya da HÖH-DPS yönetiminde yer alması, klasik denge ve eşitlik anlayışını tamamen yok etmiş durumdadır. Yoksullarla zenginler arasındaki uçurumun dibi görünmüyor. Parasızlıktan çocuklarını okula gönderemeyenler, tableti olmayan çocuklar çoğalıyor, internetsiz köylerimiz var.

Şöyle bir gerçeğe de işaret etmek istiyorum. Gazetelerde “Anayasa bazı kurumları bağımsız kılmıştır” cümlesine rastlıyoruz. Bu doğru değildir. Bulgaristan’da yönetim kurumlarının her biri paraya, güzel hanımlara ve tilki gözlerine biat ediyor. Bunu şöyle de anlayabilirsiniz. Bulgar mıknatıs birdir, tektir, paradır. “Paranın açamayacağı kapı yoktur!” atasözümüzdür ve Bulgaristan’da yüzde yüz geçerlidir. Belki de inanmazsınız, fakat araştırmalar, Bulgaristan’da en büyük iş adamlarının “yargıçlarla savcılar” olduğunu gösteriyor. Bizde yargıçlar (kadılar – mahkeme başkanları) çok hızlı zenginleşiyorlar. Hatırlayacaksınız, 1994’te kurulan ve 2014’te soyulan ve iflas bayrağı kaldıran, kısa adı (KTB) – Kooperatif Ticaret Bankası içinden kaybolan paradan 500 milyon levanın Bulgar Yargıçlarının hesaplarında olduğu açıklanmıştı. Bu gerçek açılan davaların neden sonuçlanmadığını, sonuçlanalar için kaç para ödendiğini, bazı davaların neden açılmadığını ve adaletin neden hançerlenmiş olduğunu anlatıyor. Bu olayın arka tarafında ise, Bulgar Savcıların iktidar kodamanları ve kopoyları hakkında sinyalleri araştırmadığı, dosya açmadığı, soruşturmadığı  ve en önemli olayları mahkemeye taşımadığı gerçeğidir. Sözde “isim değiştirme” veya başka bir değişle soykırım denemesi davalarının açılamamış veya açılanların asla sonuçlanmamış olması buna kanıttır. Bu adaletsizlikte etnik ayrım ayrı bir özelliktir. Bulgaristan’da yasama, yürütme ve yargı arasındaki bağlayıcı harç paradır. Bulgar’da bu betonlaşmış bir durumdur.

Taşıma su ile değirmek dönmez, dönse bile bize un öğütmez!”

Yeri gelmişken Nisan ayında yapılacak seçimlerin sloganının da yanlış olduğuna, dolayısıyla beklentilerin yanlış olduğuna işaret etmek istiyorum.

Burada tek tek kişiler söz konusu olamaz.

Bulgaristan’ı anakonda yılanı gibi sıkan ve boğan MAFYA’dır. İktidardan söküp atılması gereken Mafya’dır, o kalın enselilerin ve oligarşinin örgütüdür. Bulgar toplumuna dağılmış olumsuz kanser tanecikleri mafyadır,  anakonda yılanı ise toplumu ve devleti boğmaya çalışıyor. Bu seçimde halk bu gerçeği görüp de anakonda yılanını seçim sandığı içinde havasız, susuz ve gıdasız bırakıp, ölümünü bekleyebilecek mi bilmiyorum. Toplum korkuyor!

Bulgar mafyası halkın başını kuma sokmuş ve deve kuşunun tüylerini yolmaya devam ediyor. Acılara alışmış halk canının yandığını bile söyleyemiyor.

Şunu da ilave edelim: “Yapay zekânın” hisleri yok, dolayısıyla canı yanmıyor, dünyada pek çok şeyleri değiştireceğine inanıyorum, ama bizim de kendi ödevlerimizi kendimizin görmemiz gerekiyor.

Paylaşanlara teşekkürler.

Korona -19’la mücadele devam ediyor.

Teşekkürler.