Kendi Gerçek Hikayelerimizi ve Türkülerimizi Ortaya Çıkarmalıyız: Tarih Yazmak Bizim Elimizde

Rafet ULUTÜRK

Her milletin kaderi, tarihini nasıl okuduğuyla şekillenir. Eğer tarihini doğru okuyamazsan, kendini de doğru bir şekilde tanıyamazsın. Türk milleti olarak, çok zengin ve derin bir geçmişe sahibiz. Fakat yıllar boyu hem eğitim sistemimizde hem de medya aracılığıyla, tarihimizin sadece belli bölümleri önümüze sunuldu. Özellikle 1938 sonrasının tarihini ve bu dönemdeki gelişmeleri yeterince öğrenmedik. Öğrendiğimiz tarih, genellikle sadece zaferlerle doluyordu; ancak zaferlerin gerisinde yatan acılar, mücadeleler, kayıplar ve fedakarlıklar çoğu zaman görmezden gelindi. Oysa, gerçek hikayemiz, yalnızca zaferlerle değil, aynı zamanda bu zaferlere giden yolda katettiğimiz uzun ve zorlu yolla şekillenmiştir.

Bugün, Türk milletinin küresel ölçekte yeniden güçlü bir söz sahibi olabilmesi için, kendi gerçek hikayelerimizi anlatmamız, gerçek türkülerimizi söylememiz ve kendi özümüzü yeniden keşfetmemiz gerekiyor. Çünkü, tarihini doğru yazmayan bir millet, geleceğini de inşa edemez. Gerçekleri öğrenmek ve anlatmak, Türk milletinin yeniden ayağa kalkması için bir başlangıçtır.

Geçmişin Karanlıkta Kalan Dönemleri: 1938 Sonrası Neden Anlatılmadı?

Bir zamanlar, tarih derslerinde 1938’den sonrası adeta “karanlık bir dönem” olarak kabul edilirdi. Atatürk’ün vefatından sonra Türkiye’nin “durduğu” ve tarihimizin adeta sona erdiği fikri, resmi eğitimde ve toplumsal hafızada hâkim olan bir anlayıştı. 1071’deki Malazgirt Meydan Muharebesi, Fatih’in İstanbul’u fethetmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselmesi ve 1. Dünya Savaşı’ndaki kahramanlıklarla dolu bir geçmişi çok iyi bilirken, 1950’de ne olup bittiği, 1960’larda ne yaşandığı hakkında çoğumuz neredeyse hiç bilgi sahibi değildik.

Oysa, tarih, bir milletin ortak hafızasını oluşturur ve bu hafızayı yok saymak, toplumun kimlik bunalımına uğramasına yol açar. Biz Türkler, tarihimizin en yakın dönemlerinden uzaklaştırıldık, bu bize büyük bir kayıp yaşattı. Toplum olarak birbirimizi tanımadık, birbirimizin mücadelelerini anlamadık, ve en önemlisi, gerçek kahramanlarımızı keşfetmedik.

Türk milletinin kahramanları sadece Fatih Sultan Mehmet ya da Mustafa Kemal Atatürk’ten ibaret değildir. Bizim kahramanlarımızın çoğu, tarih kitaplarında kaybolmuş ya da karanlıkta kalmış figürlerdir. Onların hikayeleri, toplumun en sıradan köylerinden en yüksek dağlarına kadar her noktada yaşanmış olan direncin, azmin ve mücadelenin ürünüdür. Bizim tarihimize ve gerçek kahramanlarımıza sahip çıkmamız, toplumsal aidiyet duygusunu güçlendirir ve bizi geleceğe güvenle taşır.

Kendi Gerçek Hikayemizi Yazmalıyız: Tarih Bizim Elimizde

Bugün, yeniden geçmişimize dönme, doğru bir şekilde öğrenme ve bunları geleceğe aktarma şansına sahibiz. Tarihi sadece dışarıdan bir bakış açısıyla değil, bizim gözümüzle ve bizim duygularımızla yazmalıyız. Başkalarının bize dayattığı tarih, çoğu zaman tek taraflıdır ve gerçeği yansıtmaz. Gerçekler, yalnızca kendi dilimizde, kendi gözümüzle anlatılabilir.

Bizler sadece geçmişin zaferlerini kutlamakla kalmamalıyız; aynı zamanda bu zaferlerin, bu mücadelelerin nasıl kazanıldığını, o zaferlerin arkasındaki halkı, köylüyü, işçiyi, kadınları, çocukları anlatmalıyız. Bu mücadelelerin arkasındaki gönüllü askerlerin ve bağımsızlık için savaşan Türk kadınlarının hikayeleri, tarih kitaplarında yer bulmalı. Çünkü her zaferin, her kahramanlığın bir arka planı vardır ve bu arka plan, halkımızın fedakarlığıyla şekillenmiştir.

Tarihimizi biz yazmalıyız. Başka birileri yazarsa, biz sadece birer figüran oluruz. Ama biz kendimiz yazarsak, kahramanlar oluruz. Ve kahramanlar yalnızca geçmişi değil, geleceği de inşa eder. İşte bu yüzden, gerçek tarihi yazmalıyız, Türk milletinin unutulmuş kahramanlarını keşfetmeli ve onların hikayelerini gelecek nesillere aktarmalıyız.

Türküler ve Kültür: Kimliğimizin Temel Taşları

Tarihimizi yalnızca yazmakla kalmamalıyız; aynı zamanda kültürümüzü, türkülerimizi ve sanatsal mirasımızı da yeniden canlandırmalıyız. Türküler, milletlerin hafızası, duygularıdır. Türk milletinin her coğrafyasındaki türküler, bize ne kadar derin ve geniş bir kültür mirası bıraktığını gösterir. Türküler, sadece melodiler değildir; bir halkın yaşadığı sevinçleri, acıları, umutları, hüzünleri taşır. Bizim türkülerimiz de tıpkı tarihimiz gibi geçmişin izlerini taşır.

Ne yazık ki, birçok Türk genci bugün kendi türkülerini bilmez ve onları sahiplenmez. Oysa, bu türkülerde kaybolmuş bir tarihin izlerini bulmak mümkündür. Türküler, bize sadece geçmişi hatırlatmakla kalmaz, aynı zamanda bugünümüzü daha anlamlı ve değerli kılar.

Türkülerimizi, dilimizi, halk edebiyatımızı, geleneklerimizi ve göreneklerimizi yeniden keşfetmek, Türk milletinin geleceğini inşa etme yolunda atılacak ilk adım olacaktır. Çünkü kültürümüz ve tarihimiz, bizim kimliğimizin temelleridir. Bu temeller sağlam olursa, geleceğimizi de sağlam bir şekilde inşa edebiliriz.

Yeni Bir Fırsat: Seferden Sorumluyuz, Zaferden Değil

Bugün, Türk milleti olarak yeniden büyük bir fırsatla karşı karşıyayız. Küresel dengeler değişiyor ve bu değişim Türkiye için bir fırsat yaratıyor. Birlik ve beraberlik içinde kendi gerçek tarihimize ve kültürümüze sahip çıkarak, dünyada söz sahibi olabilecek bir güce ulaşabiliriz. Seferden sorumluyuz, zaferden değil. Bizim görevimiz, yola çıkmak, mücadele etmek ve tüm zorluklara rağmen ilerlemek. Zafer, sonunda Allah’tan gelir, ama sefer, bizim sorumluluğumuzdadır.

Şimdi, gerçeklerimizi anlatmanın, tarihimize sahip çıkmanın, kültürümüzü yaşatmanın tam zamanı. Türk milletinin gücünü ve birliğini yeniden kanıtlamak, tarihimizin gerçek kahramanlarını kutlamak ve Türk milletinin ruhunu dünyaya tanıtmak bizim elimizdedir. Bugün, yola çıkma zamanıdır.

Çıkın, tarih yazın, türküler söyleyin ve gerçekleri dünyaya gösterin. Çünkü, ancak gerçeklerin ışığında geleceğe doğru ilerleyebiliriz.