ERGENEKON: DÜŞÜNSEL BİR ÇIKIŞ MI, YENİDEN DOĞUŞ MU?
Gülten RAYİMOĞLU
Tarih dediğimiz şey, çoğu zaman sadece yaşanan olayların değil, milletlerin hafızasında yankılanan anlatıların toplamıdır. Ergenekon Destanı da böylesine güçlü bir anlatıdır.
Ancak ona yalnızca bir “çıkış” hikâyesi olarak mı bakmalıyız, yoksa bu destanı zihinsel ve kültürel bir dönüşümün sembolü olarak mı okumalıyız?
Ergenekon, yalnızca sıkışıp kalmış bir topluluğun fiziksel olarak özgürlüğüne kavuştuğu bir anlatı değildir. Aynı zamanda bir yeniden doğuşun, yeni bir başlangıcın simgesidir.
Türkler, dört yüz yıl boyunca Ergenekon’da kaldılar. Peki bu, sadece bir mekânda sıkışıp kalmak mıydı, yoksa toplumsal ve zihinsel bir hazırlık süreci mi? Belki de o yıllar, kaybedilen değerlerin yeniden inşa edildiği, bir milletin kendini toparlayıp güçlenmesi için gereken zaman dilimiydi.
Günümüzde de benzer şekilde bireyler ve toplumlar zihinsel Ergenekonlar içinde olabilir. Ekonomik sıkıntılar, kültürel yozlaşmalar, teknolojik bağımlılıklar veya kimlik bunalımları, insanların ve milletlerin kendi öz benliklerinden uzaklaşmasına neden olabilir. Ancak Ergenekon’un verdiği mesaj nettir: Birlik ve akıl ile hareket edilirse, her çıkmazın bir çözümü bulunur.
Belki de Ergenekon’dan çıkmak, sadece bir coğrafyayı terk etmek değil, eski düşünme biçimlerinden sıyrılıp yeni bir bakış açısı kazanmak anlamına da gelir.
Bugün, Türk milleti olarak bizler kendi Ergenekon’larımızı nasıl tanımlıyoruz?
Çıkış yolunu gerçekten arıyor muyuz, yoksa dağların erimesini mi bekliyoruz?
Efsaneler, sadece geçmişi anlatmak için değil, geleceği inşa etmek için de vardır.
Öyleyse bugünün Ergenekon’u nedir ve onun çıkış kapısını nasıl açacağız? Belki de asıl soru budur.