Düşünmek İçin Vakit Bulmaya Başladık.
Semra YUSUFLAROĞLU
Tarih: 19 04 2020
Bizim gibi göç sülalesi evlatlarının düşünmeye vakti olmaz. Kaç yıldan beri şiiri şelale bereketi gibi dökülen, romanı adamı sabahlatan bir eser çıkmadı. Ayar bir tonla hayal öyküleyenlerimiz de belirmedi.
Hatta birisi bir şey yapsa gidip üstüne basarak pisletme eksikliğimiz de boy attı.
Korona virüsün yasaklı ortamında ve Paskalya ayinlerinde Bulgaristan’da yeni bir gelişme izlendi. 400 kilise ve manastır polis ve jandarma çemberine alınınca inanlar da ibadetten uzak kaldı. Boş kiliselerde Papazlar kendi kendilerine kandil salladı, mum yaktı, su serpip kutsadı ve dua ettiler.
Bulgaristan tarihinde Jivkon diktatörlüğünde gizli polis kaydına düşmek pahasına kiliseye gidenler, el öpüp, dua edenler vardı. O zaman da insan hayatı tehlikedeydi. Hatta idam cezası alan ve içeri düşen papazlar vardı.
Hıristiyanlıkta gevşeme, halkta ortada kalma korkusu aldı yürüdü. Yeni ortamda papazların yaşlı yurtlarına, hapishanelere, hastanelere gidip dert dinleme, sağlık için dua etme âdetinden el çekmesi de durumu etkiledi benziyor.
Bu açıdan baktığımızda toplumu geleneklere uyarak eğitme aslında cankurtarandır. Edep ve ahlakın okul eğitiminden su çektiği şu kritik dönemde devletten korkunun Jivkov rejimi devrini arkada bırakması dikkatimi çekti.
İnsanların değiştiği gözle görülüyor. Oysa onların değişmesine 2 şey neden olur ya çok şey görmüşler akıllanmışlardır ya da canları çok yanmış katılaşmışlardır.
Bir de insanları güçle etkileyip birden bire değiştiren vakalar var. Örneğin Dobruca’da daha önce yaşanan veba salgını olayını öyküleyen usta yazar Yordan Yovkuv şöyle demiştir:
“Hacı, şu yaptıkların yakışık alıyor mu? İnsanlar kırılıyor…
- Kim kırılmış. Ölen kim? Nerede ölmüş? Boş boş anlatıp canımı sıkmayın! Veba şeva yok, diyorum size. Ölenler, korkudan ölmüştür. İnsan bir defa korktu mu, ölmek istediğinde, ölür, bu işler böyledir. Ben aklımı yolda bulmadım, veba olsa, ben dünür çağırır mıyım?!
- Hacıyı dinleyen yaşlılara can geldi. Yüreklerinin en gizli köşesinde gizledikleri umut uyandı ve hepsi birden inandılar.
- Hacının söyledikleri doğrudur – dediler bir ağızdan. – Veba değil, insanı öldüren korkudur…
Bu gibi durumlarda bir atasözümüz “ Anlatanı iyi dinle ama hepsini doğru sayma!” der.
***
Bu gerçekler Bulgaristan Pomaklarıyla ilgili çok daha acıdır. 335 bin kişi tarafından beğenilen http://www bgnew.eu/news.php Kaynaktan aldığımız bir alıntı ile sizlere daha 1912’de Bulgaristan’ın “Satovça” belediyesinin “Çeç” vaadi köylerinde yaşanan korku, dehşet ve zulmü anımsatmak istiyoruz.
1912’de “Vaklinovo” köyü ahalisi zor kullanılarak isim ve din değiştirdi. Bulgar Çarlığının 1913’te Müttefikler arası savaşa girmesinden sonra, Müslüman köylülerin isimlerini ve dinlerini değiştiren papaz sabana koşuldu ve tarla sürdü ve sonra köylüler tarafından kütük üstünde parçalandı. Vaklinovo köyünde Çete kuruldu. Öete Bulgar Ordusuna ve Bulgar Haydut sürülerine karşı savaşa hazırlandı. Gümürcüne Cumhuriyeti’mi ilan eden güçlere Vaklivi Pomaklarının karkısı böyle oldu. Bu çete, Koçan, Lübça, Vılkosel ve Dospat Ççeteleriyle birlikte savaştı. Çetelerde 30, 50 ve 60 kişi örgütlendi.”
Bir belgesel alıntı:
“1912’nin güzüydü, savaş denize doğru akmıştı, derken kulaklara şu ses gelmeye başladı: ‘Çeç’ Pomaklarının isimleri ve dinleri değiştirilecekmiş ha, ha, ha. Komitaların “Satovça”yı bastığı haberini aldık bre, bre, bre… Salih’ten Slavço, Mehmet2ten Metodi yapmışlar, elleri tetikte, burunları kav dağında komitalar ‘Koçan’a geçmişler ve ardından da ‘Marulevo’ köyüne uzanmışlar. Önlerinde papazlar halkı vaftiz etmeye zorluyorlar. Buraya kadar işi usulünce yürütmüşler, kan dökülmemiş, itiraz edip başkaldıranları tutuklayıp kenara çekerek sopa ile eşek sudan gelinceye kadar sözde “korkutmak için” dövmüşler, ama onların dövmesinden ne olacak… ‘Satovça’ dan kaçan Çeçenlerden Kel Davud ile Topçu Brışten ve Boryan köylerine doğru kaçmışlar, vaftizcilerden kaçıp çete kurmuşlar. Birkaç papaz sıra olup Brışten köyünü Hıristiyanlaştırmaya gitmişler. Pata vadisi köprüsünde yollarını kesen Kel Davud hepsini kesip kıymış. Bu olaydan sonra gözleri kanlanan Bulgar haydutlar da Çeçen öldürmeye koyuldular. Bir sabah ‘Koçan’ bayırından inen komitacı sürüsü bizim köye yöneldi. Ahaliyi topladılar ve “Siz vaftiz olmayı neden kabul etmiyorsunuz deyip, yumruk sallamaya ve küfür etmeye başladılar?!.”
“Ayaklarına düştük, aman zaman, yapmayın etmeyin, dinimize dokunmayın, “diyoruz.
“Tamam, ama bu işin bedeli var ve hemen ödersiniz!” dediler.
“Bedel ödeyip dinimizi kurtarmayı kabul ettik!” İstediğiniz nedir? “Bin Türk lirası’ istediler. Topladık, verdik ve gittiler.
Ertesi gün yeni bir komitacı tayfası geldi. ‘Siz vaftiz ettiniz mi?’ sorusuyla başladılar. ‘Biz bedel ödedik’ cevabını aldılar ve çekip gittiler.
Yollara bekçi koymuştuk, üçüncü gün, saçı sakalı karman çorman, kuşaklarında kama kılıç, tabanca, sırtlarında ’Martin’ 200 – 300 kişilik kalabalık bir haydut sürüsünün köyümüze yöneldiği haberini aldık. Hacı Mırvak adında komita başı da beraberlerinde geldi. Mırvak, dünyada eşi olmayan bir kan emicidir. Köye girdiler ve ahaliyi yeniden topladılar ve ‘vaftiz edeceksiniz’ dediler. “Bedel ödedik!” dedik, fakat sözlerimize kulak vermediler. Önde gelen köylülerimizde beş altı kişiyi yakalayıp köy kenarına götürdüler. Olacakları duyumsayan insanlarımız, neden onları diye homurdanmaya başladı. “Vaftiz edecek misiniz bre?” diye bağra bağra soruyordu, komitalar.
“Olmaz!” dedi bizimkiler.
Biz, belki bir yolunu bulup kurtarırız umuduyla tutukluların yanına koşuyoruz. Kan gözlü komitalar “Geri dönün!” diye bağırdılar.
İnsanımız yerinde duruyor, kımıldamıyor, dönmedi.
“Ateş!” emri işitildi.
Tırpanla biçilmiş gibi 18 köylümüz birden düştü. Ayakta kalanlar köye doğru koşmaya başladı. Önceden getirdiklerini de öldürdüler. Komitalar köye döndüler ve ahaliyi bu defa camiye topladılar. Gelmek istemeyenleri ev ev dolaşıp zorla getirdiler. Yalnız aile başı erkekleri topladılar. 200 erkek camiye dolduk. Evli olmayan gençleri saldılar. Ben gençtim. 18-19 yaşlarında, sıska biriydim, yeni evlenmiştim, beni de aldılar.
Cami içinde vaftiz etmeye zorladılar. Kimse istemedi. Halk basit ve inatçıydı. Savaş ve kargaşa geçene kadar din değiştirse, belki de kadar kurban vermezdik, ama nerede!…
Bizimkilerin inadı tutu, “Nuh” dediler “Peygamber” demediler. “Hayır!” “Hayır!”
Bir ara komitalar bizi ikişer ikişer camiden çıkarıp Fevzi Paşa’nın evine götürmeye başladılar. Ev büyüktü. Üst kat odalarda dövmeye başladılar, bayılanları mahzene atıyorlardı. Dayak, dayak gözün görsün… Bağırıp çağıranlar, ahlar, ohlar etraf inledi. Kimi el kol kırıldı, kimi baş yarıldı. Giren çıkmadı. Ancak “Ooooh!” iniltisi işitiliyordu. Ben de alt kattaydım. Nefesimiz kesilmiş, sararıp solmuştuk. Bir ara tavan tahtaları arasından kan akmaya başladı. Köydeşlerimin kesildiği beliydi. Bir iki odayı ceset doldurdular. Ev büyük oda çok…
Beni de yakamdan yakaladılar ve üst kata bıçak altına çektiler. Celat suratıma baktı, “sen evli misin!” dedi. “Bekarım” dedim ve beni saldılar. Ölümden kurtuldum. Ama ne korkmak ne titremek… Birkaç kişi de kaçtı. Ötekiler kurban gitti.
Erkekler öldürüldükten sonra komitalar evleri bastılar, kadınların ve kızların ırzına geçtiler, zulüm ettiler. 10 kadın bir eve saklanmıştı. Komitalar kapıyı kırıp açamadılar. Evi ateşe verdiler. Şubat ayı idi. Gaz getirdiler, bütün evlere gaz yağı döktüler ve köyü yaktılar. Çatılar çöktü, evler yandı. Ertesi gün hava bozdu, kar kış düştü. Köy mezarlık gibi oldu. Gelinler çocukları sırtlarında köyü terk ettiler, ormana dağıldılar, çoban kulübelerine sığındılar, başka köylere gittiler. Ekmeksiz, elbisesiz kaldık. Ağır kış çekisi bastı. Koyun keçisi olan kesti, ateşe atıp tuzsuz yedi. Büyük sayıda çocuk öldü. Gelinler başka köylere sığındılar. Dağıldık “Vılkosel”, “Ablanıtsa” “Srınça” köylerine dağıldık. Baharda havalar ısınınca sağ kalanlar döndü ve taş taş üstüne koyup derlenip toparlanmaya koyulduk. Çok büyük kötülük yaşadık. Fevzi Beyin evi öylece kaldı. Mezarlık gibidir. Avlusunda ceviz ağaçları bitti. Koca ağaç oldular.
Hayat devam ediyor ama hiçbir şey unutulmadı!”
Biz derin ve şanlı tarihi olan bir halkız.
El ele verip gönül birliği yapma zamanıdır.
Bizim davamız çekilerimizden doğmuştur.
Bizi kendimizden başka hiçbir kimse temsil edemez!
Okuyanlara teşekkür ederim.
Maskesiz çıkmayınız. El yıkamaya artık alıştınız.
Yarın ben de işteyim. Hafta sonunda görüşmek üzere.
Sağ olunuz.
Herkes kendisinden sorumludur.
Paylaşınız.