Diktatörün Devrildiği Gün Anılmadı
Hamiyet ÇAKIR
Tarih: 11 Kasım 2020
10 Kasım 2020 Bulgaristan tarihine ayaklanan Müslüman Türklerin komünist totaliter rejim diktatörü Todor Jivkov’un devrildiği gün olarak resmen girmeli ve her yıl anılmalıdır. Özellikle Bulgar nüfusun bunu yapması iyi olur. Çünkü Mayıs 1989 Türk Milli Ayaklanması Bulgaristan’da komünist rejimin, tek partili BKP – Komünist Partisi diktatörünün devrilmesi, zülüm devrinin kapanması ve demokrasi ufkunun açılması işlerini Bulgarlar kendileri yapmadılar. Bu işleri Türkler becerdi ama Bulgar toplumunun, gençleri bilmesi iyi olur.
Bu bilgilendirme engellendiği için bugün kimse sokaklara çıkmadı. Pasifliğin ve umursamazlığın nedeni korona yasakları değil. Bulgar halkı kendisi yakmadığı bir ateşte ısınmaya “ne zamana kadar?” diyor. Misafirlik bir gün beş gün ama o günden bu yana tam 31 yıl geçti. Olayların içinde olanlar T. Jivkov’u sofrasını Türklerin devirdiğini bildikleri için ve bunu itiraf etmekten çekindikleri için, çekingen ve utan sak davranıyorlar.
Okullarda “komünizm ve faşizm” okutulmadığından genç kuşak ek çabalarla geçmişimizi öğrenmeye özenmiyor. Bizdeki sosyalizm tablosu kanlı olduğundan dolayı yaşlılar da bu konuyu pek açmıyorlar. Öte yandan “Sosyalizmde ekmek elden su gölden, okumak, sağlık, Karatenizde tatil parasızmış, vay be, nerde o günler?” diyenler git gide çoğalıyor.
Kapitalizm ise, bir sömürü toplumu olduğundan, parasız bir şey yapılamadığından, paranın da aslanın ağızında olduğundan ve seçenek olmadığından sokaklara dökülenler gerçekleri bağırarak haykırsalar da pek duyan yok!” Millet gerçek kapitalizmi yaşadığına da inanmıyor.
Gençler geçmişi bilmiyor, yaşlılar da “demokratik toplumun” tadını çıkaramadı. İki arada bir derede kaldık.
Jivkov’un devrilmesi, bir ormanda ağaçlardan birinin kesilmesi gibi algılandı. Ne ki, 1989’un 10 Kasım günü “dikenli ve zehirli totaliter orman” ayakta kaldı.
Bu ormandaki ağaçlardan biri Ahmet Doğan’dır. O daha 1991’de dağ evine çekilip Todor Jivkov’u ziyaret ettiğinde, Bulgaristan Türklerine ihanet etti. Hak ve Özgürlük Hareketimizi Bulgaristan Sosyalist Partisi hizmetine ve perde ardındaki kulise bağladı. Oylarımızı satarak milyoner oldu. Bulgaristan’ın demokratikleşmesine engel oldu ve oluyor. Halkımızı fakir, çocuklarımızı cahil bırakan odur.
O, 21 Mayıs 1989’da başlayan ve 72 bin Türkün karıldığı milli ayaklanma, 500 bin Müslüman Türk’ün her şeyini bırakıp Bulgaristan’dan çıkması ve ülkede kalanların da işi gücü bırakması sonucu yıkıldı. Mahsul toplanmadı. Fabrikalar, inşaatlar durdu. BKP ile totaliter devletin baskıcı, aşırı milliyetçi, ırkçı ve asimilasyon politikasına, Türklere karşı 1984 -1989 yılları arasında soykırım denemesi politikasına, zulüm ve terörün tarihte görülmemiş dorumlara çıkarmasına karşı mücadelenin güçlenerek yayılması neticesinde devrildi. Bu devrilmenin iç dinamitlerinin başında gelen etnik sorunlardır. Azınlıkların insan hakları, azınlık hakları davası, kanayan yaralarımız, isimlerimizi, din haklarımızı, kültürel haklarımızı, tüm yasakların kaldırılması uğruna kavgamız, ulusal uyanışımızı tetikledi. Tek yumrukta birleştik. Kuşkusuz sosyalist toplumun ekonomik, teknik ve teknolojik olarak kendini yenileyemeyişi, her yönlü sosyal ve kültürel çöküş, sözüm ona “isim değiştirme” maskesi ardına gizlenen iç savaşın toplumu parçalaması iç düşmanlık yaratmıştı. Başka nedenler de çok önemli rol oynadı. Bulgarlar bu belayı kendi başlarına kendileri sardı. İşlerin nereye kayacağına akıl erdiremedi. Yaptıkları zulmü her gece kutluyorlardı. Bu da unutulur gibi değil.
Dış faktörler arasında sosyalist toplumsal gelişmenin durgunlaşmasıyla, Sovyetler Birliği’nin 80 yılda bir gelecek felsefesi, yeni medeniyet modeli, emekçi halkı tatmin eden kültürel ufuk açamaması başta gelen nedenler arasındayken, şu da önemliydi: İnsan önünü-yolunu görmek ister. Sosyalizm, hem toplum hem de vatandaş için yeni kalın gelişim çizgisini çekemedi. Sosyalist toplum düzeni, serbest piyasa ekonomisini simgeleyen kapitalist toplum düzeni ile yarışta yenik düştü. Gerileme ve duraklama toplumu ikiye böldü. Vatandaşların kalabalık çoğunluğu deterjan kuyruklarındayken, komünist partisi eliti, ordu generallerinden bazıları, diplomatlar ve İç İşleri Bakanlığı görevlilerinden seçkinler, bazı yazarçizer, yapımcı ve aktörler için adına “korekom” denen “fhree Shop” mağazalar sınır kapıları ve uçak alanlarından başka büyük şehirlerin önemli merkezlerine de açıldı. Bulgarlar arasındaki bu bölünme kıskançlıkla birlikte öfke de uyandırdı ve toplumu tabakalara ayırdı. Azınlıklar bu sofradan uzak tutuldular.
“Berlin Duvarının” Doğuya doğru yıkılması manidardır. Sel gibi gelen Batı medeniyeti de zamanını doldurmuş ve kan tazelemek için kolay yutulur bir ortam bulmuştu. “Biz – siz” havası değişti toplum daha derin parçalandı. Çelişkiler araç ve daire kuyruklarında, hatta bazen muz, mandarin, portakal, kivi sıralarından memleketi terk edip def olma kararlığıyla buluştu. Yeni olan buydu. Türklerden sonra Bulgarlar da ardına bakmadan Bulgaristan’dan kaçıyordu. Toplum öyle çok yönlü parçalandı ki, yeniden toparlanması olanaksızlaştı.
Jivkov ve dolayındakiler sürüsünü kaybetmiş çoban gibiydi.
Aslında o, daha önce, daha 1985’te 37 kardeşimizi kurşunlarken, ilk partide 517 kardeşimizi “Belene” ölüm kampına atarken, toplam 15 bin Türkü hapse ve sürgüne gönderirken devrilip düşecekti. Bulgar halkı “Türkler bu işi böyle bırakmaz” takıntısına girmiş, kafayı bükmüştü. Yine tam o an SBKP MK Genel Sekreteri ve SSCP Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov “perestroyka” – değişim havalarıyla Sofya’ya gelmişti. Türk zulmü günlerinde Jivkov’a moral iğnesi yaptı. Sarmaşıp öpüşmüşlerdi. Biz Türkler ise, Gorbaçov bizim işe parmak basar ve “Jivkov kâfirine Hanya’yı Konya’yı gösterir” beklentilerine kapılmıştık. “Karga karganın gözünü çıkarmaz” diyenler azdık. Gerçekler “domuz derisinden pos, gâvurdan dost olmaz” atasözüyle geldi.
Komünistlerin yaptığı bir çılgınlıktı. Ne pahasına olursa olsun ayakta kalıp iktidarı sürdürebilmek için kılıç çekmiş savuruyorlardı. Hedefinde hep azınlıkları korkuturken aydınlarımızı ezerek halka gözdağı vermek vardı.
Diktatör Jivkov’un devrilmesi Bulgaristan’da Rus egemenliğini ve baskısını kaldırmadı. Demokrasi yolu açmadı. İnsanlarımıza demokrasiyi kavanoz içinde kornişon gibi uzaktan gösterdi. Tattırmadı. Zaten gerçek demokrasi, politik iktidarın halk iradesine göre kurulup işlemesi imkânsızdı. Bulgaristan’da daha önce hiçbir zaman demokrasi veya halk iktidarı olmamış, birden bire böyle bir değişiklik nasıl olabilirdi? Demokrasi olsa, Türkleri, Pomakların, Ulahların, Makedonların ve Romenlerin doğal ve medeni hakları tanınır, onlar da politik iktidar yarışına davet edilirlerdi. 1990’da kurdukları ve adını ve şeklini Polonya’dan çaldıkları “yuvarlak masaya” bile davet etmediler. Bulgaristan’da halk tepkilerinin başına geçenler demokratikleşme süreci başlatmadılar. Bulgar komünist elitin çocukları İngiliz, Amerikan, Fransız, İspanyol, Rus kolejlerinde, Klasik Liselerde veya milli elit kadro yetiştiren ulusal matematik liselerinde okumaya ve bitirince Batıya kaçmaya devam ettiler. Çocuklarımız ise odunsuz ve öğretmensiz köy okullarında kaldılar.
Kaliteli demokrasi tesis edilmesi yolu tıkandı?
Soykırım zulmünden yaralı ve parçalanmış çıkan Bulgaristan, Türklere “hak arama yolu” açmadı. Bu nedenle de Bulgaristan’da kaliteli bir demokrasi ve uluslararası istemlere uygun sivil toplum oluşmadı. Eski gazetelerde isimleri “politik elit” veya “politik sınıf” olarak geçen, günümüzdeki “mafya” ve “mutra – kalın enseliler” dediklerimiz toplumsal yapılanmayı kendi isteklerine uygun bina ettiler. Yoksul bir halk yığınının üstünde oligarşi zümresi belirdi. Politik iktidar onlarındı.
Olaya isimlerle girmek gerekirse, önce Başsavcılığı görmeliyiz. Bulgar totalitarizmi, anayasa ve yasaların rafa kaldırılması ve ya hasıraltı edilerek, Komünist Partisi ile Başsavcılığın siyam ikizleri gibi birbirine yapışması sonucu oluşmuştu. 1990’da sonra Başsavcılık ile mafya ve oligarşi birbirine yapışık kaldı. Yargı ve adalet işlerinde toplumsal kontrol mekanizması yok edildi. Adalet, hak arama, gerçek vatandaş olabilme yolu tıkandı. Terör hicranı akmadı. Toplum kokuştu. Vatandaşlar için tüm seçenekler karandı. Daha önce hiçbir zaman toplumsal süreçleri yönetmemiş olan BKP’nin örnek alabileceği bir ülke, parti veya kurum yoktu. Politik yapı değişsin, Başsavcılık yürütmeden ve yargıdan çıksın, oligarşi de Başsavcılıktan çıksın diyen olmadı. 30 yıl böyle gelip geçti.
Lenin’den Gorbaçov’a kadar 70-80 yıl demokratikleşemeyen Sovyetler Birliği toplumu kendisi de kutuplaşmış, mafyalaşmış, oligarşiye filizlenmiş, iç çelişkileriyle kaynıyordu. Büyük eksikliklerden biri, 80 yıl -üç nesil, komünist toplum kendi elitini yaratamamış, yönetimde liderlik üslenebilecek, sorumluluk taşımaya hazır genç kadrolar yetiştirmemişti? Aslında 20. yıl felsefesinin ilham kaynağı olan Dostoevski ülkesinde bunun nasıl engellendiği de bir muamma kaldı.
Gorbaçov bir yerlerden getirilmiş bir tarımcıydı, kadro kıtlığında tepeye oturmuştu. Bulgaristan’da ise, işler daha da kötüydü. Moskova’da okutulan ve yetişen kadrolar da sanki yönetim işleri sırlarını öğrenmeden geri dönmüşlerdi. Savcılıkla BKP’nin kaynaştığı dönemde, yargının dondurulduğu yıllarda, yargısız infaz yıllarında ve özellikle 1987-1989 zulüm devrinde BHC Başsavcısı Profesör Vasil Mrıçkov’tu. Kesti biçti ve en yüksek ödüllerle ödüllendirildi. Bugün Bulgaristan Başsavcılığına bağlı “eksper konseyi” kuruldu, o başkan oldu. Şimdi Başsavcı İvan Geşev’in birinci danışmanıdır. Meclis Adalet Komisyonu baş danışmanı da oydu. Bulgaristan’da totaliter düzen sökülmedi, adalet reformu yapılmadı, Başsavcılığın yürütmeden ve yargıdan ayrılması gerek vs isteklere katıldığımızı belirtirken bu gerçeklere vurgu yapıyoruz… “BULTÜRK” olarak Sofya protesto mitinglerinde, Cumhurbaşkanı Radev’in söylevlerinde, Avukatlar Birliği bildirisinde “Başsavcı Geşev İstifa!” sloganına destek ifade ederken, ülkede dağı aşan kanunsuzluk ve bunalımla ilgili bildiri yayınlayan DPS-HÖH partisinin “Başsavcı Geşev’in istifa etmesine” karşı olduğunu beyan etmesine “Siz hainsiniz” derken, bunu düşünüyor ve halkımıza gerçekleri duyurmaya çalışıyoruz. “Başsavcı İvan Geşev İstifa!” bugün de sloganımız budur! Bulgaristan Başsavcılığı soykırım denemesi, isim değiştirme, din yasaklama, Türkçemizi yasaklama, Türkçe konuşandan para toplama, sünnet düğünlerini, kınaları basma vs. yıllarındaki zulümle ilgili açtığımız davaların 31 yıl sonuçlanmasına yasak koymuş yol vermemiştir.. “Bulgaristan’da adalet yok!” şiarının ardındaki gerçek budur.
Kadro kıyımı 45 yıl sürdü.
1956’dan sonra Jivkov da kafası çalışan, görüş beyan eden, öneride bulunan gençlerden sürekli kurtulmaya çalışmış ve etrafına boynu bükük, cebini doldurmaya çalışan ruhsuz ve vizyonsuzları toplamıştı. Onun saçmalıkları dışında konuşanlar sürekli kıyılmıştır.
1989’da Jivkov’tan boşalan sandalyeyi dolduracak biri yoktu. Aklı çalışanları hepsi kıyılmıştı. Bu kıyım bu gün de devam ediyor. Örneğin, BKP’nin “katiller partisi” maskesini indirip, “sosyalistler” maskesi takan BSP’nin son kongresinde, bir kişi 3 defadan fazla mebus olamaz kararı alındı. Bu da totaliter zihniyetin toplumu köreltme zehirlenmiş geri zekâlılığının devamıdır. Üniversitelerde doğru dürüst bir şey öğretilmezken, parlamentonun kadro yetiştiren bir kurum olmasından korktular. Vatandaştan maskeli, kimseyle konuşmayan, camdan bakmayan, su bile istemeyen, nereye götürüldüğünü bilmeyen bir otobüs yolcusu olması isteniyor.
Bizim demokrasi sakattır.
Batıda okuyup gelen kadrolar da egemen özürlülüğe derman olamaz. Neden mi? Çünkü vatandaşın çaresizliği artık bir sağmal mandaya benzedi. Anlatayım: 2007’den beri Avrupa Birliğine “şu kadar işsiz, şu kadar yoksul, şu kadar yaşam minimumu altında bocalayanımız, şu kadar sosyal yardıma muhtaç yaşlımız var” vs vs raporlar gönderiliyor. AB “iyi öyleyse yardım edelim” dediğinde, Sofya’ya para gönderiyor, bu paralardan Türkiye’de yaşayan 1 milyon soydaşımızdan her hangi birisine, bir özürlümüze, bir yetime, bir yatalak hastamıza 4 kuruş iletildi mi? Hayır! Ama paralar yutuldu! Çingeneler için gönderilen yardımların kaderi de bu. “Kovid-19” paraları da kayıplara karışıyor. Örnekler çok. Bu sabah “NOVA” TV Burgaz’dan bir röportaj yayınladı. 76 yaşında bir zavallı maskesiz peykede gecelemiş. Peyke açlara 1 ekmek ve bir parça kaşar dağıtılan kapının önünde, bir gün önce “yardım” bitmiş, o da alamamış, gün boyu aç kalmış ve kuyruğa akşamdan girmiş. Yaşlıyı yakalayan polis 600 leva maske cezası kesmiş. Yorumlamak istemiyorum, durum bu…
Aslında bizdeki derin gerçeği kimse bilmiyor. Demek istediğim 10 Kasım 1989’da Bulgar toplumunda değişen yalnız şişenin tapası oldu. Bu tapa T. Jivkov’tu.
Son.
Korona virüsle mücadeleye devam.
Okuyanlara teşekkürler.
Paylaşınız.