Demokrasinin Yönetilebilir Şekli Var Mı?

Ertaş ÇAKIR
08 Şubat 2021

Bulgaristan’da 04 Nisan 2021 olağan genel meclis seçimleri kayıtları başladı. Gerekli imzaları dosyalamış, aday listelerini hazırlamış politik partiler Sofya’da Merkez Seçim Komisyonu’na girip çıkıyor.

Biz Bulgaristan’da milletvekili adaylarının yalnız politik partiler tarafından değil, en fazla oy alan kazanır (majoriter) /çoğulcu/ seçim sistemine de yer verilmesinde direndik, fakat hala tutmadı. Bu seçimde de son söz parti başkanlarında olacak. Parti başkanları ise perde arkasındakilerin emrinde yani bu seçimde de demokrasi doğmayacak.

Demek istediğim, Bulgar demokrasisini 04 Nisan 2021 seçimlerinde de politik parti başkanları idare edecektir. Halkımızın seçim sürecini, liste belirleme hakkı ve siyasette son söz sahibi egemenliği henüz yasallaşmamış ve gerçekleştirmeden uzaktır. Seçime gittik diye egemen olduk, irademiz devlet gücüne dönüştü iddiaları yanlış olduğu gibi, bu defa da oyumuzla biz ancak bizi yönetme heveslilerine yetki vermiş olacağız.

Demokrasinin yönetilebilir şekli, seçmenle seçilen arasındaki ilişkinin seçim gününde kesildiği şekilde gerçekleşemez. Çünkü seçilen onu seçeni ve ona verdiği oyla yüklediği ödevleri seçim günü unutuyor. Seçim ertesi seçilen milletvekili, toplumun gözdeleri, halkın umudunu bağlayan seçilmişler ayrıcalıklıları tabakasına geçiyor, hatta parlamento üyesi olarak bakanlar kuruluna ve diğer devlet yürütme ve yüksek yargı organlarına seçilme hakkı elde etmiş oluyor. Bu bir yandan iyi olmasıyla, birlikte adına orantılı seçim sistemi dediğimiz (propotzionalna izborna sistema) aynı zamanda, toplumu yönetenler ve yönetilenler olarak ikiye ayırıyor ve yasama, yürütme ve yargıyı halkın sorunlarından koparıyor.

Bu olaya 30 yıldan beri oyumuzu verdiğimiz HÖH-DPS açısından baktığımızda durum şöyledir. (HÖH-DPS) 1990’da bacağını YENİ LİBERALİZME bağladı. Klasik liberalizm 1910’da öldüğünden, yenisini buldu ve kucağına oturdu. Yeni liberalizmin özelliği ne midir? “Fakirlerin yoksulluğundan fakirlerin kendilerini sorumlu tutmasıdır.” Yani yeni liberalizm fakirlere, yoksullara, işsizlere, iki ucunu bağlayamayanlara, kaşığı ve kesesi boş olanlara yardım etmemekte, el uzatmamakta yeminlidir. O zaman bizimle ne işi olur. Ahmet Doğan’dan, M. Karadayı’dan, Ramadan Atalay’dan, İlhan Küçük ve DPS politik yönetimindeki diğerlerden size şimdiye kadar birşeycik damladı mı?  Damlamaz çünkü bu arkadaşlar kimsenin derdine dermen olmamak için yeminlidir. Yeni Liberalizmin (neo-liberalizm) özü, suyu, ideolojisi ve politikası budur. Herkes kendi yapında kavrulsun.

Yeni Liberalizmin 2. Özelliği de şudur:

  • İnsan haklarından yanayız ama azınlık haklarına karışmayız.
  • Temel haklardan yanayız ama biz azınlıkların doğal haklarına karışmayız.
  • Küresel politikayı desteklerin ama azınlıklarla ilgili politika geliştirilmesine karışmayız.

Neo-liberalizm uzaktan baktım pek çok yanına vardım hiç yok siyasetidir. Halkımız bunlara “İşi olmasa bizi bulmazdı!” demiştir.

Borisov’un politikası ise konservatizim (muhafazakarlık) /tutuculuk/.

Son 10 yılda meclisten çıkıp yürütmeye geçen ve hükümet kuran GERB partisi ve lideri B. Borisov, Bulgar devlet yönetimini (anayasada belirlenmiş olan) parlamenter demokrasi biçiminden yönetmek zorundayken, otokrasiye taşıdı. Otokrasi tek kişilik yönetim biçimidir. Yani memleketi yalnız telefondan gelen sese danışarak kendi başına yönetmeye çalıştı.  Bulgaristan örneğinde bu durumu Borisov’un meclise hesap vermemesinde, meclis toplantılarına uğramamasında, ülkeyi ve siyasi, ekonomik ve mali süreçleri “dediğim dedik” usulüne göre yürütmesinde izledik. 2017’den beri tırmanan bu siyasi yönelim, 2020 yaz aylarında başlayan kitle protesto gösterilerinde “Başbakan ve Hükümet istifa!” sloganlarının yükselmesiyle, polis birliklerinin başkenti kuşatması, kavşakların kesilmesi ve çok sert önlemler alınmasıyla totaliter rejim şekli aldığını gördük.

Böylelikle biz 2020 yılında Bulgaristan’da halkın egemenliğinin rafa kaldırıldığına, halk meclisi egemenliğinin de hasıraltı edildiğine şahit olduk. Bu sürecin doruğu,  Başbakan Borisov’un milyarlarca harcamayı meclis onayını almadan yapmaya başlamasında, ayrıca meclis otoritesinin % 7’ye düştüğünde Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in de “meclis dağılsın ve erken seçim” sözlerinde, protesto gösterilerinde ifade buldu. Şu da çok ilginçtir. Göstericiler hem tutucu Borisov ve GERB partisi ile hükümetinin hem de HÖH-DPS lideri A. Doğan’ın defolmasını, suçluların tutuklanıp yargılanmasını istedi. Yani gözü dönmüş halk yeni liberal ve tutucu kesimi – her ikisini de suçlu görüyor. 2020’de erken seçim istekleri kamuoyunda % 62 destek buldu. Fakat “Covid-19” şartları bu siyasi dalganın zaferle sonuçlanmasına engel oldu.

Felç etmiş demokrasi

Fikirlerimin doğru bir şekilde anlaşılması için şöyle bir açıklamada bulunmak istiyorum. Son 30 yılda “demokrasiden” söz etmeye başlayan Bulgaristan, aslında “demokrasi” ve “demokratikleşme” sözlerini 1989’dan tam 45 yıl önce kullanıp uygulamalıydı. Ne ki. bu olmadı, Sovyet egemenliği bölgesine düştük ve bağımsızlığımızı kaybettik. Tek partili (Komünist Partisi) diktatörlük kurdu. Çok partili sistemi ve fikir özgürlüğünü yasakladı. Git gide totaliter baskı ve terör sistemine, kapalı ekonomiye ve T. Jivkov şahsında diktatörlük rejimine geçildi.

Oysa Batı Avrupa ülkelerinde Nazi ve faşist zorba rejimlerinden sonra demokratik güçlerin siyasi birliği kuruldu ve çok partili siyasi parlamenter sistem çalıştı. Bulgaristan gibi ülkeler, demokrasiden söz ederken, bu açıdan değerlendirildiğinde Batı Avrupa ülkelerinden, Türkiye’den ve diğer klasik demokrasi ülkelerinden 50 yıl geridedir. Bulgar demokrasisi yerleşmemiş, kurumları oturmamış, devlet kurumları arasındaki temasla kesilmiş, devlet ve kamuoyu tamamen parçalanmıştır. Üstelik Bulgar kavmi ile azınlıklar, Müslüman azınlık devletten ötelenmiş ve kopmuştur. İşte bu durumda Başbakan B. Borisov  ile Cumhurbaşkanı R. Radev’in birbirine telefon bile açmaması, yolda karşılaşsalar karşı trotuara geçmeleri, Başbakan Borisov’un meclis başkanı Bayan Karayançeva!’ya “Kırca Ali f….si” demesinden, hükümet ortağı 3 parti liderinin birbiriyle konuşmamasından, m  daha parlak örnekleme olamaz. Bu durum, Bulgaristan’duhalefet partiklerinin GERB partisiyle asla hükümet kurmayı kabul etmeyeceğini seçimden önce duyurması demokrasinin ancak felç geçirdiğine işaret eder.

“Geçiş Dönemi” ortamında birçok popülist siyasi parti kuruldu. Bunlardan bazılar bir sezonluktu. Ginyo Ganev, Nikolay Barekov, Valen Siderov, Veselin Mareçki gibi meclise girmiş çıkmış bilinen şahıslar tarafından kurulsalar da, demokratik sürecin yönetilebilirliği konusunda kafa karıştırdılar. 6 Nisan’da “Volya”, VMRO-BND; NFSB ve Ataka partilerinin meclis dışı kalması bekleniyor. Aşırı sağ ve aşırı sollar meclisten arınacak.

Totaliter rejimin yerine liberal rejim kurulamadı

04 Nisan 2021 meclis seçimlerine katılmaya hazırlanan siyasi parti alayını doğru okuyabilmemiz için önce politik sisteme bakalım. Bulgaristan’da son 30 yılda 406 siyasi parti kuruldu. Bunlarda 10-15 dışında hiç biri siyaset alanında kendine yer bulamadı ya da halka inip derdini anlatmadan soldu, kurudu ve tarihin çöplüğünü seçti.

Ayakta kalanları, yatay siyasi çizgi üzerinde sol ve sağ olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Sağ cephede Bulgar burjuva sınıfını, zenginleri, banka ve ticaret sermayesini temsil edenleri görebilseydik iyi olurdu. Fakat 1990’dan sonra Bulgaristan yapısı bir klasik koloni (sömürge ülke) strüktürünü (bünyesini) anımsattığından dolayı, milli menfaatleri temsil eden, liberal ya da konservatif (tutucu) görüşleri temsil eden ve yurdumuzun kalkınması için yatırımlar yapan ve dünyaya açılmaya can atan bir politik sınıf oluşmadı ve göremiyoruz.

Politik sıralamada birinci ve ikinci parti olan GERB ile sosyalistlerin BSP’si yer değiştirse hiçbir değişmez, çünkü iktidara gelenin ödevi dışardan gelen paralarla yine dışardan gelen projeleri zamanında uygulamakla sınırlıdır. 30 yıldan beri milli kalkınma planı hazırlanamadı. Sağlık ve eğitim sistemleri çöktü. İki ve 3 yıldızlı otelcilikle zengin olma şansımız yok. Demokrasiyi seçim günü oy saymakla sınırlayanlar demokratik toplum kuramaz ve yönetemez.

2005’te kurulan ve politik alana çıkan, 2009’dan sonra iktidara tırmanan ve 11 defa artarda seçim kazanan Avrupalı Bulgaristan Vatandaşları (GERB) partisi Avrupa Birliği ve Birleşik Amerika’nın Güney Doğu Balkanlarda sömürge yönetim komiserliği yapıyor. Parti masrafları ve parti yapısındaki önemli kişilerin maaşları Batılı vakıflar tarafından karşılanıyor. İktidar olabilme sevdasına Vatanımızın egemenliği ve bağımsızlığını ipotek edildi.  GERB, Bulgaristan’da demokrasiyi yönetmiyor, ABD ve AB’nin sömürgeci siyasetini yönlendiriyor ve uyguluyor. Yatırımlar, Amerikan savaş uçaklarına pistler, Amerikan tanklarına yol ve köprüler, askeri mühimmat depoları, deniz altı hangarları vs kurulmasına harcanıyor. Askeri tesisler bedava satılıyor, çok yüksek fiyatlar ödenerek askeri uçaklar satın alınıyor. Bu tam bir sömürgecilik siyasetidir.

4 Nisan 2021’den sonra gelişecek siyasete şunları ilave edelim. Batı Avrupa ülkelerinde Nazi, faşist, hesapsız kitapsız insan düşmanı siyasi partiler 1945’ten sonra politik sahneye bırakılmamış, yasaklanmıştı. 1990’da yeni Bulgar anayasası, 1945 öncesi faşist kalıtının yeniden yeşerip örgütlenmesine kapı araladı. VMRO-NDB, NFSB ve “Ataka” partisi gibi sıra dışı sol ve sağ partiler 2017’de iktidarda yer aldı. Halkımız, bilinçli seçmen bu seçimlerde iç politikadaki talanı, pasaport ticaretini ve dış siyasette özellikle Kuzey Makedon ile ilişiklerdeki olumsuz gelişmelere tanık olunca faşizan güçlerin hepsini meclis dışı bırakarak, üçünü birden hükümetten sökmeye hazırlanıyor. Ve yeni siyasi bünyede yeni dengenin sağlanabilmesi için Moskova tarafından yıllardan beri beslenen, politika dışı bir sesiz sedasız tabakayı yedek bir güç olarak bir arada tutan müzisyen, yapımcı ve TV sunucusu Slavi Trifonov’un “Var Böyle Bir Halk!” partisini politik kazana atlyarak Batıcılar ve Moskofçular arasında denge kurmaya çalışıyor. “Var Böyle Bir Halk!” partisinin seçim sloganlarında GERB partisiyle asla ve hiçbir zaman iktidar olmayız, aynı kabinede buluşmayız beyanları dikkate alındığında ve HÖH-DPS partisi iplerinin birden bire gevşediği dikkate alınırsa, GERB ile A. Doğan arasında gizli pazarlıkların yeniden başladığını söyleyebiliriz. Bu pazarlıkların özünü oluşturan, HÖH-DPS’ye verilecek birkaç bakanlık ve bakan yardımcılığına karşı, GERB partisinin 2021 Kasımında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminde GERB’in Cumhurbaşkanı adayına Türklerin oylarını ve Türkiye Cumhuriyeti’ndeki soydaşlarımızın oylarını istediği artık açıklanmış bulunuyor.

Özgürlük arayan bir toplumda pazarlık olamaz.

Günümüz Bulgar toplumunu anlayabilmek için şunu bilmemiz gerekiyor. Bulgar kapitalizmi feodal (derebeylik toplumu) düzen yıkmamış ve yerine kapitalist hiyerarşik devlet düzeni kurmamıştır. Bulgaristan’da yönetici olanın seçilmiş biri olduğu bilinci, kültürü yoktur. Sömürü biçimleri değişmemiş, soylular ve zenginler sınıfı devrilmemiş, 142 yaşında Bulgar devleti tarihinde en uzun zaman etkili ve egemen ola liberal düzeni eleştiren ideoloji Marksizm olmuştur.  Bugün iktidarda olanların hemen hepsi Marksçı-Leninci eğitim görmüştür. Burjuva sınıfının ve toplumunu eleştirmekten zevk almıştır. Şimdi aynı kişilerin ayaklarına düştükleri emperyalistlerin tüm isteklerine uyarak sömürge bir toplum düzeni kurma hevesine kapılmaları, kmr kuyu kazmaktan farksızdır.

İşte bu açıdan bakıldığında 1945’ten sonra Batı Avrupa ülkelerinde kurulan demokratik partiler ile Bulgaristan’da 1989’dan sonra kurulan politik parti ve hareketler arasındaki farklar açık ve kesindir. Batıda politik partiler demokratik süreçleri yönetirken, Bulgaristan’da politik partiler dış güçler tarafından yönlendiriliyor ve bir sömürge olarak gördükleri Bulgaristan’ı bir toprak parçası olarak yönetmeleri isteniyor.

1990’da totaliter devirden Bulgar halkına kalan en büyük miras, maskeli komünist partisidir. Bu parti anaya ve kısmı yasa değişiklerinin etkisiyle gücünü yitirmemiş olacak ki, 1990 Mayısında Sofya sokaklarında 1 200 000 kişilik miting düzenlerken, birkaç yılda güneş görmüş kar gibi erimiş, bir daha toparlanamamış ve yok olmuştur. Bu, Bulgaristan koşullarında Marksizm’in Liberalizmi yok ettiğine kesin kanıttır. Bugün ayakta olsalar da aynı kaderi B. Borisov’un yönettiği konservatif kesim de yaşamıştır. Şöyle ki, Bulgar özel sektörü bugün tamamen hizmet sektörüdür ve devletten başka elinde üretim araçları olan güç yoktur. Alt yapı tesisi kuruculuğunda yerli ve yabancı sermaye at başı gidiyor.

Bu işlere Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH-DPS) kâh Rusya kâh Batılı güçlerin kuklası olarak katılmaya zorlanıyor. Savunduğu sözde “liberal” dünya kısırdır. Batı dünyasında liberalizm daha 1910’da yani Birinci Dünya Savaşından önce son nefesini vermiş ve mezar taşı dikilmiştir. Bulgaristan kolonisinde liberalizmden söz etmek gözleri görmeyen yurttaşları her gün açılır masalıyla yüz göz yıkamaya zorlamaktan farksızdır.

Olaya son yıllarda sıkça konuşulan milletler üstü Avrupa bütünleşmesi açısından bakıldığında, millet olamamış, azınlıklarının kimliğini reddeden ve halkın siyasi yaşamda ortak hedef etrafında buluşmasına olanak tanımayan Bulgaristan’ın oyun ve sistem dışı kalacağı ve sömürge statüsünü korumaya zorlanacağı ortadadır. Ülkede egemenlik, bağımsızlık ve demokrasi gelenekleri olmaması bu süreçlerin kolayca gerçekleşmesinde kolaylıklar sağlıyor. Nisan ayında yapılacak seçimlerde demokratik ilkelerin işleyeceğine inanmayan sömürge sahipleri 224 gözlemci göndermeye hazırlanıyor. Onların görevi seçimleri dışardan yönetmek ve yönlendirmektir. Onlar, son 20 yılda Avrupa’da egemen olan Katolik Hristiyan değerlerin Bulgaristan’ı etkilemediği ortamı görebiliyorlar. Gözlemciler, Bulgar halkının totaliter düzen bilincinden ve faşizm kalıtından kurtulamadığını da görüyorlar. Alternatifsizlik ortadadır.

Komünist toplumun sınıfsız bir toplum yani adaletsiz bir toplum olduğunu düşünürken, 1989’da Bulgaristan ve diğer sosyalist ülkeler “U” biçimi çark edip, serbest Pazar ekonomisine ve demokrasiye dönmeyi tercih ederken, Bulgaristan’da çok büyük bir korku vardı. Parti yönetimi ve “nomaklatür” dediğimiz yardakçıları komünizm korkusu, komünizmde insanların her konuda eşit olacağı ve istediğini yapmakta özgür olacağı gerçeğinden kaynaklanıyordu. 1878’den 1989’a kadar devletten ötelenen Müslüman Türkler, Çingenler ve diğer azınlıklara  “artık kapalı giremezsin” denmeyecek, haklarını isteyeceklerdi. Komünizmde anayasa ve yasalar da olmayacağına göre, adalet arayanlara “dur” diyen güç de olmayacaktı. Bulgra komünistler kardeşçe paylaşımdan korkmuşlardı. Bu olayın ne kadar derine gidebileceğini 6 Ocak 2021 tarihinde ABD’de Beyaz Sarayın işgali örneğinde gördük. Demek istediğim komünist toplumdan Bulgarlar kendileri korkmuışlardı. Hele de Devlet Konseyinde jer azınlıktan bir aksakallın oturacağı ve işleri idare edip yönlendireceği iddiaları iyice keyiflerini kaçırmıştı. Komünizmde devletin yıkılacağını ilk yazansa Karl Mark’sın kendisiydi. Bulgarlar K. Marks ve Frç Engelst’en zaten korkuyorlardı ki bu iki üstadın toplu eserleri 156 cilt iken, Bulgarcaya yalnız 56 cildi tercüme edilmiş ve bütün külliyat olarak tanıtılıyordu.

Demokrasiyi yönetip yönlendirme konusunda Bulgaristan çok büyük bir çelişki içindedir. Demokrasi, yalandan, çarpıtılmış tarihsel değerlerden ve görüşlerden arındırılmış bir toplum düzenidir. Fakat Bulgaristan’da 2021 seçimlerine giren örneğin VMRO-BND hareketi 4 Nisan seçimlerine  “kendi Milli platformuyla” giriyor ve propaganda kampanyası başlattı. Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği’ne girmesi yolunu kesen Bulgar “vetosunu” destekleyenlerden, vetonun devam etmesini isteyenlerden ve “Makedonlar yapay millettir” tezini destekleyenlerden oy istiyor. Aşırı milliyetçiliğin, faşizmin kurtları Bulgar demokrasisinin özüne öyle işlemiş ki, bir sömürge ülke olarak bile milli varlığımıza tehlike arz ediyor. Biz ülkemiz koşullarında faşist ve totaliter küflü kalıtın kaynaştığını ve demokrasimizin boğulduğuna tanık oluyoruz. Meclis seçimleri bu bakıma olağan üstü büyük ve önemli rol oynuyor. En önemli konu zihinsel değişmemiz, uyanmamız, tarihimizden ders alarak geleceğimizi görebilmemizdir.

Bulgar devletinde demokrasi bekçiliği yapma görevi, ne yazık ki biz Türklere düştü. Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan neslimiz, sosyalizmi yaşadı, totalitarizmde çekti ve öyle bir çekti ki, sınıfsız yani adaletsiz bir toplum olan komünizmi tatmadan yurdu terk etti. Sınıfsız, tek partili yani farklı görüşe tahammülü olmayan komünist toplum düzeni bizde totalitarizm şeklinde uygulandı ve herkes zulüm yaşadı. Adalet yoktu.Adalet olmadığı yerde ise demokrasi olamaz, demokrasi olmayınca ise neyi yönlendirip yöneteceksin?

Bizi izleyiniz.

Okuyan ve paylaşanlara teşekkürler.

Korona tedbirlerini unutmayalım, sırası gelen aşısını yaptırsın.

Sağ olun