Bulgaristan Türklerinin Lider Meselesi – 11

Rafet ULUTÜRK
Tarih: 21 Haziran 2020

Ağaçlar vardır tepeden çatlar ve boya uzamayı bir daha düşlemez.

2020 yılında Bulgaristan’da benzer bir tablo izliyoruz.
Anayasal ve iktidar bunalımı hız almış kendiliğinden derinleşiyor. Bu gelişme 2017 erken genel seçimlerinde baş gösterdiğinde, GERB partisi başkanı Boyko Borisov iktidar olmayı seçti.

Çünkü anayasal problemi çözmek isteseydi, Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) veya Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile ortak kabinede buluşmayı seçmeliydi. O, iktidar koltuklarına, ortaklıklarının geçici olduğunu bile bile “Yurtsever Cephe” (PF) adı altında toplanan “İç Makedon Devrim Hareketi” (VMRO), “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (NFSB) ve “Ataka” gibi yeni-faşist, milliyetçi ve ırkçıları iktidara çağırdı. Başbakan Borisov sayesinde, Bulgar faşistleri son 70 yılda ilk kez iktidara davet edildiler. İki Başbakan Yardımcılığı, Savunma Bakanlığı, Meclis Başkan Yardımcılığı gibi konumlara yerleştiler. Mecliste grup bile kurdular.

Konuya girerken yalnız seçimle toplum lideri olunamadığını hatırlatmak isterim. Lider olmak için bütün zamanını, sağlığını, birikimini, ruhsal duyarlılığını, özlem ve hayallerini içinde yetiştiğin ve yaşadığın topluma adamak gerek desem bile, bu işte biraz da olağan dışı şans ve bizim koşullarda belki de dışarıdan ülke dışından bir iki telefon gerek. Mesela HÖH partisini parçalayıp dış destekli “DOST” partisi kurmak gibi. Bu, Rusya tarafından düşünülen Türkiye üzerine kalan mükemmel oynanan bir tiyatro sahnesiydi. Yapılan bu yanlış Bulgar faşistlerini hortlattı. İşlerine yaradı. NFSB Başkanı Valeri Simyonov, son parlamento seçimlerinde oy kullanmaya gelen yaşlı bir Türk Anasını “Kapı Kule” sınır kapısının Bulgar tarafında otobüsten indirip, yere itip tekmelemekle Başbakan Yardımcılığı, Bakanlar Kurulu katında Bulgaristan Azınlıklar Komisyonu Genel Müdürlüğü Başkanı ve Halk Meclisi Başkan Yardımcılığı gibi görevleri sözüm ona “hak etmiş” oldu.

1984-1989 yılları devlet terörü uygulamasında Todor Jivkov’un askerleri ve polisleri birçok Bulgaristan Türk Kadın-Analarını sırtından kurşunladı, fakat hiç biri yaşlı bir Türk kadınını yere yatırıp tekmeleme cesareti gösterememişti. Bu olay Bulgaristan’da Bulgar küstahlığını taşırdı.

Kökleri 1944’ten sonra sözde kazınan bu ırkçı- faşist tipler nasıl olur da, komünistlerin oğulları ve torunları tarafından iktidar koltuklarıyla şereflendirildiler, doğrusu aklım ermedi. Bu aslında özel bir araştırma konusu olmalıdır. Yoksa Bulgaristan’da faşist ve totaliter komünistlerin arasındaki kırmızıçizgi silindi mi?

2017’de halkın iradesi, karma bir hükümette faşistler dışında her siyasi partiden temsilcilerin kabineye alınmasını ve Türklere de Başbakan Yardımcılığı ve bakanlıklar verilmesini bekleniyordu.

***

1879’da beri Bulgaristan gerçekliğinin özündeki ana sorun ülkenin halkın iradesini temsil etmeyen güçler tarafından yönetilmesi, insan hakları, eşitlik ve adalet sorunlarıdır. B. Borisov iktidarı, zavallı halkın menfaatleriyle çelişkiye düştü. Bugün de artık bu dinamitler son damla enerjisini tüketmiş bulunuyor. Gücünü sözde seçimden alan (oy kullanım oranı %50) demokrasi yolda kaldı. İnsan hakları, azınlık hakları, eşitlik ve adalet gibi konularda Bulgar iktidarları sınıfta kaldı.

Toplumların en şerefli vatandaşları aydınlardır.

Son yıllarda Bulgar siyasetine ışık tutan eserler “Demagojiye Son Verin!” başlığı ile çıkıyor. Bundan 2300 yıl önce “Krallar, düşünen insanların arasından seçilsin!” diyen Sokrates idam edilmişti. Ardından öğrencisi olan Platon “Devlet” kitabını yazdı. Kitabında “Bekçiden, jandarmadan, polisten hükümdar olmaz” dedi. Bulgar tarihinde domuz çobanı asi İvaylo (1278-79) Çar olmuştu. “Kral Çıplak” bir masal değildir. Hans Christian Anderson’un toplumlara uyarı eseridir. 1972-73 ve 1984-89 yılarında Müslümanları Bulgarlaştırma hedefiyle soykırım denemesi yapan Bulgar devletinin bir ejderhadan beter olduğunu herkes gördü ve hepimizin gönlümüzden koptu.

17 Haziran 2020 sabahı Bulgar medyası toplumu Başbakan B. Borisov’un üzerinde beyaz çarşaf, etrafında tabancalar, külçe altınlar, destelerle Euro ve Dolarlarla bir kanepede uyurken gösterildi. Korumalarına rağmen gece yatak odasına girilmiş hatta fotoğrafını bile çekmişlerdi. Dede mesleği itfaiyeci, kendisi de yangıncı olan General Borisov 2009’dan beri Bulgaristan’ı tek tabanca yönetiyor. Ne var ki artık söndürülecek ateş kalmadı, kendi evini bile kollayamaz duruma geldi.

Başbakan Borisov’un çekilmesini isteyenler.

Günümüzde Bulgaristan toplumunda motor rolü gören siyasi güçler, diktatör Jivkov çevresinde yetişenlerdir. Rusya’dan gelen, 1990’da 2 defa başbakan olan ve 1996’da evinin önünde kurşunlanan Andrey Lukanov’un kadroları 30 yıldan beri BSP ve HÖH saflarında ve bugün de aktiftir. 1989’dan önce Batıya kaydırılan Bulgar sermayesini yöneten Ognyan Doynov’un kadroları da Avrupalı Bulgaristan Vatandaşları Partisi GERB’lidir.

2017 parlamento seçimlerinde sonra 2019 güzünde yapılan belediye seçimlerinde GERB partisi geriledi ve hatta Sofya Büyükşehir Belediye Başkanlığını ancak 3 puanla zar zor koruyabildi. Sofya Belediye Başkanlığı, son 10 yılda değişmez Bulgar lider olan Borisov’un politikaya girdiği kapı bu kapıydı.
2020’de onu yolcu etmeye çalışan ama hepsi de Moskova’ya bağlı olan bu siyasi güçleri tanıyalım:

  • Bulgar Parlamentosunda 80 milletvekili olan ana muhalefet partisi BSP muhalefet yükünü taşımakta zorlanıyor ki, GERB hükumetine katılma konusunda ikiye bölündü. 3 ay sonra yapılacak Parti Kurultayı bu konuyu tartışacak ve Mart 2021’de yapılacak genel seçim stratejisini belirleyecektir.
  • Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) politik yönetimi politik sorumluluk taşımadan hükumet sofrasında oturmaya ve iktidara parlamenter destek sunmaya hazırdır. Parti içindeki para babası, iktidar kaynaklarına ortaklığa muhtaç, milletvekili Delyan Peevski bir MULTİGRUP Holding çömezi ve Rus uşağıdır.
  • Soldaki sağcıları ve sağdaki solcuları birleştirmeye çalışan Bayan Maya Manolova (politik partisinin ismini henüz açıklamadı) Moskova’da eğitilmiş bir genç siyasetçidir.
  • Halen Birleşik Arap Emirliklerinde bulunan milyarder Vasil Boşkov – Bulgar Yazı Partisi – Moskova’nın emri üzere DS ve KGB (İstihbaratçıları) için önemli olan Bulgar istihbarat arşivini yakan ve cezalandırılmayan General Atanas Semerciev’in yeğenidir.
  • “Var Böyle Bir Devlet” partisinin Başkanı olan şoumen Slavi Trifonov bir Bulgar-Rus Şirketi olan “Top Enerji” ve “Overgaz” tarafından finanse ediliyor.
  • Sırbistan’a sığınan kaçak bankacı milyoner Tsvetan Vasilev Rus koruması güvencesindedir.
  • Seçimlere hazırlanan bir başka parti de, GERB Başkan Yardımcılığından uzaklaştırılan, anti-Rus karakteristikle ortaya çıkan Bulgaristan’ın Atlantikçi Konseyi (BAK) Partisidir. Basına göre, Rusya’nın Balkanlara yayılmasını önleme görevini üslenmiştir. BAK, 28 Mart 2021’de yapılacak genel seçimler yaklaştıkça, eski komünistlerin ve gizli polis görevlileri ve ajanlarının siyasi hayatta atılması gibi eski bir slogan yükseltti ve yüksek sesle bu şarkıyı söylemeye devam ediyor. Devlet güvenliği “DS” örgütüne bağlı kadroların siyasetten uzaklaştırılmaları planı gerçekleşirse, GERB ile HÖH (DPS) partilerinin kapatılması gündeme gelebilir. Bu dayatmanın ardında Washington’un durduğunu artık herkes görebiliyor.

GERB, bir popülist lider partisi olarak iktidardan usanmış, devlet kurumları arasındaki iletişim kopmuş, vatandaşlar da GERB’ten usanmıştır.

Ne var ki şu da bir denge unsurudur. Bugünkü devlet güvenlik organlarının yönetimindeki önemli kadrolar, Başbakan Sergey Stanişev döneminde (2008), Boyko Borisov’un İPON adlı özel güvenlik şirketi kadrolarından seçilerek atanmış ve hala görevdedirler.

Bulgaristan’ın yakın geçmişini kısaca bir değerlendirelim;

Son 30 yılda, 6-sı bağımsız, 3’ü BSP, 3’ü GERB, 2-si Demokratik Güçler Birliği (CDC) ve 1’i II. Simeon Ulusal Hareketi (NDSV) koalisyonu olmak üzere tam 16 hükümet geldi geçti.

Siyasi arenadan düşenler, yağmursuz bulutlar gibi dağıldılar.

10’u sosyalizm yıllarından kalan devlet ve kooperatif mülkünü satıp savurdu. 1500 sanayi tesisinden, 15 milyon koyun ve 1.6 milyon iri baş hayvandan iz bile kalmadı. Kooperatifçi tarımın (1991-1992), endüstri, bankacılık ve ticaretin köküne (1997-2001) kibrit suyu döken Demokratik Güçler Birliği bakanlarından kurtulan ormanlarımızda ne kadar çam, kayın ve meşe varsa II. Simeon (2001-2005) kesti, devlet kurumlarındaki para kasalarını Bulgaristan Sosyalist Partisi – Hak ve Özgürlükler Hareketi (2005-2009) hükumet ortaklığı boşalttı. Devlet mal-mülk idare edemez, bize verin, size barış, özgürlük ve mutluluk bahşedelim dediler.

Hiç kimse talandan aldığı paydan başkasına veya halka vermedi.

2009’dan beri iktidarda olan Borisov hükumetleri ise, AB fon paralarını talan etmeye kendini kaptırdı. Modern sanayileşme temel atamadı. AB yıllarında Bulgaristan’da azınlıkların kaderini yoksulluk ve cahillik belirledi. Gençler gurbetçi. Müslüman kadınlar geceleri Yunanistan’da tütün kırıyor. Çöküş derinleşiyor. Memleketimizi bir “bataklığa” benzeten Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in ta kendisidir.

Bulgaristan’da çöküş frenlenemedi.

Bulgar totalitarizminin son 10-15 yılı ile 1990’dan sonraki 30 yılı bir bütünün 2 aşaması olarak ele almadan değerlendirmek yanlış olur. 1989 Kasımında sanki noktalanan birinci aşamada, komünist şeytan katil-Jivkov, Bulgaristan Müslümanlarını soyup, parçalayıp, eritip asimile etmeyi, kabul etmeyenleri evlerini ve mülklerini alıp bir don bir gömlek topraklarından söküp sınır dışı etmeyi kurgulamıştı.

Bulgar Devlet terörüyle gerçekleşen bu plan toplumu böldü ve derin yaralar açtı.

1990’da başlayan ikinci aşamada, komünistler sözde sahneden çekildiler. Bulgar şehir kültürünün şeytanları, geç sosyalizmin seviyesiz kitlesi, gizli servislerin sürüngenleri, demokrasi maskeli tımarhane kaçakları azınlıkların devlet mülkündeki payına göz diktiler. Başbakan Filip Dimitrov’tan yola çıkarak Başbakan B. Borisov’a kadar devleti kemirenler aslında Bulgaristan’ı gerçekten devletsiz bıraktılar ve günümüzde Bulgaristan bir boşluk “vakum” içindedir tespitinde bulunanlar haklıdır.

***

Bulgar toplumunun en nihayet totaliter komünist kalıntılarından arınma süreci önce komünistlerin bavulla para dağıtarak oluşturdukları “G-13” tipi kulüplere darbe indiriyor.

– Ülkede en zengin şahıs olan milyarder V. Boşkov da aralarında olan bu güçler Borisov hükumetine her gün komplo düzenliyor. Başbakan’ın yatak odasından fotoğrafları onların servis ettiği sanılıyor. Olayın geçmişi de var tabi ki:

– Demokratik Güçler Birliği (ODC) Başkanı İvan Kostov 1997’de tek başına iktidara geldiğinde totaliter dönemin sanayi ve banka sermayesini gasp etmeye kalkmıştı.

– Başkaldıran “G-13” milyoner temsilcilerinden bazıları sokaklarda kurşunlanmıştı.

– Sağ kalanlar tehlikeyi görünce “Diriliş Kulübü” (Kulub Vızrajdane) kurdular.

– 1997-2001 döneminde Bulgar devlet sanayi sermayesini özelleştirerek çökerten İv. Kostov KULÜP ile kapışmada yenik düştü ve bir daha iktidar olamadı. Ona oy veren kitle 2001 seçimlerinde II. Simeon’a, 2009’da da GERB partisine kaydı.

– Oligarşi sermaye birliğinin kurucularından olan Boşkov (Nove Holding) bugün Arap Emirlikleri’nde, Dragomir Guşterov (Orel AŞ) Viyana’da, Ts. Vasilev (BTK-Bankası) Belgrat’ta kanun kaçağıdır. “Roseksim Bank” şefi Emil Külev ile “Multigrup Holging” şefi İliya Pavlov öldürüldü. Toşo Toşev medyacı ve Stoyan Dençev (Kütüphaneciler Enstitüsü Sahibi) görevlerini sürdürüyorlar.

– 2003 yılına kadar “Multigrup Holging” şefi İl. Pavlov’un yerini günümüzün HÖH milletvekili Delyan Peevski aldı. O, bu kavganın içinden üçüncü bir çıbanbaşı olarak sivrildi ve artık daha fazla iktidar istiyor.

– Olayı şöyle de anlamlandırabiliriz: 1990’da, siyasi ve iktisadi sahnede Başbakan An. Lukanov’un hayat hakkı tanıdığı tasarımlardan yalnız ikisi ayakta kaldı. Biri, Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH). İkincisi de, “Multi Grup Holding” – devamı Delyan Peevski şirketler imparatorluğudur. HÖH milletvekili Peevski, bu iki olguyu birleştiren şahıstır.

– 2001’de II. Semiyon Bulgaristan’a geldiğinde yakın koruması olan İPON şirketi şefi Borisov, Moskova’nın önerisiyle İç İşleri Bakanlığı Genel Sekreteri atandı ve bu görevde 4 yılda Albay’dan Orgeneral rütbesine yükselse de, 2005’te CIK ve VITS sigorta şirketleri arasındaki kavgadan galip çıkan Multigrub’un da etkisiyle İç İçleri Bakanlığından uzaklaşmak zorunda kaldı.

– 1990’da Bulgaristan Sosyalist Partisi dışında kalan B. Borisov’un, 2005’te HÖH ile ortak hükumet kuran BSP karşısında ikinci yenilgisi bu oldu ve aralarındaki aşılmaz kırmızıçizgi bugüne kadar uzadı.

– Aynı dönemde II. Simeyon partisine üye olan Borisov, ardından Sofya Büyükşehir Belediye Başkanı seçimlerini bağımsız aday olarak kazandı. GERB partisini o kurmadı, fakat 2009’da Başkanı ve Başbakan seçildi. GERB partisinin 2009 meclis seçimi zaferi, 1984-89 soykırım denemesi sürecine katılan güçlerin BSP-HÖH uzlaşma ve kesin birleşme çabalarına karşı bir galibiyetti. GERB’in kadroları, 1972-73 ve 1984-89 soykırım sürecinde elleri kanlanmış, adaletten kaçan vurucu güçlerdir.

– Bulgaristan’ın 2004’te NATO’ya ve 2007’de AB üyeliği BSP ve HÖH partilerinin iktidar ortaklığı döneminde gerçekleşmiş olsa da, Rusya Federasyonunun Bulgaristan’daki menfaatlerini savunan iri zenginlerden ve etkin politikacılardan biri artık Delyan Peevski’nin seri şirketleridir.

– Bulgar ve Rusya makamlarına en büyük hizmeti yapan ise, Moskova’da “Soya dönüş süreci” katillerinden hesap sorulmayacak veBulgaristan Türklerine daha fazla hak ve özgürlük tanınmayacak” yükümlülüğünü üstlenen ve uygulayan Ahmet Doğan’dır.

Bu yükümlülüğün ikinci bir ayağı da var: Bulgaristan AB’ye girerken yine A. Doğan “Bulgaristan’da Etnik Problem Yok!” Deklarasyonu imzalamıştır.

Birilerin hizmetine koşulmayı bir ilke olarak benimsemiş olan Bulgaristan, Varşova Paktı (1955 –1991) yıllarında NATO ülkesi Türkiye karşı bir kalkan ve CC- 20 ve CC – 22 saldırı füzeleri ve 3500 tankla donatılmış vurucu bir güçtü. Yerli Müslümanlara zulüm devletin bu görevinden güç alıyordu.

– NATO’ya Türkiye Cumhuriyeti garantörlüğüne alınan Bulgaristan günümüzde ABD’nin değişken Türkiye siyasetinde bir iyi komşuluğa ve NATO müttefikliğine ters konum almayı seçti.

– ABD’ye 8 adet F-16 savaş uçağı sipariş etti. Savaş gemileri alıyor. 4 hava, kara ve bir de Varna’da askeri deniz üssü kuruyor. Propagandasında Türkiye Cumhuriyeti dış siyasetine diş biliyor, aynı zamanda Bulgaristan Müslümanlarına karşı da sertleşiyor.

Bu gelişmeleri halka anadilinde anlatacak bir yayın olmadığından ve HÖH’lü milyoner Peevski’nin hükumetten git gide artan beklentileri ve talepleri, DANS, Başsavcılık ve Yüksek Mahkeme üzerinde açtığı şemsiye dikkatte alındığında, HÖH partisinin GERB’e yakınlaşmakta olduğu görülebiliyor.

Bulgaristan Türklerinin çıkmazı

1878 Berlin Konferansında ve 1879 Birinci Bulgar Anayasasında, 1909 ve 1913 Osmanlı – Bulgar Krallığı ikili antlaşma protokollerinde, 1919 Neuilly Barış Anlaşmasında, 1925 Ankara Sözleşmesinde ve 1947 Bulgaristan HC Anayasasında ülkede Müslüman azınlık yaşadığı belirtilse de, Müslüman nüfusun doğal, vatandaş, dil, din, eğitim ve kültürel hakları sürekli kısıtlanmış ve uygulanmamıştır.

1972 Anayasası ise tam bir küstahlıktır.

1972-73 ve 1984-1989 soykırım denemesi bu anayasanın geçerli olduğu koşullarda gerçekleştirilmiştir. Müslüman Türk olmaktan başka hiçbir suçu olmayan, büyük sayıda vatandaş öldürülmüş, insan haklarından men edilerek hapsedilmiş, sürgün görmüş, işkence altında sakat, çocukları cahil kalmış ve yurdundan kovulmuştur.

1991 Anayasası doğal ve yurttaş haklarımız açısından daha önceki anayasaların devamıdır. Türk dilinde seçim konuşması yapmak kanunla yasaklanmış durumdadır. Bulgar devletinin Türk kimlik maneviyatını çökertme politikasından asla ödün vermiyor.

Bulgaristan’da Türklük konusu ciddi bir şekilde kilitlenmiştir. Türkiye ile Bulgaristan’ın NATO müttefikliği, Türkiye Cumhuriyetinin Bulgaristan Dış Ticaretinde 3. yere yükselmesi, Geçiş Döneminde Bulgaristan büyük alt yapı tesislerinin yönlü ana yol, tünel ve demir yolları –  hemen hemen hepsinin Türkiye şirketleri tarafından inşa edilmesi bu açıdan pek etkili olmadı. Alüminyum, otomotiv, ahşap, mobilya, tekstil, nakliyat,  yan sanayi v.b. sektörlerde verimli işbirliğine karşın, Türklerin azınlık ve kültürel haklarında olumlu gelişmeler kaydedilemedi. Türk kimliği tanınmadı, yasallaştırılamadı.

Gayrı Safi Milli Hasılası ile Yıllık Milli Bütçeden her senti nasıl ve nereye harcadığına AB’ye hesap vermek zorunda olan Bulgar hükumeti (talep etmez de) istese bile, 1991 anayasası değişmedikçe, kamuoyuna dayatılan milli azınlıklar siyasetini değiştiremez, Bulgaristan Türk kimliğini resmen tanımaz. Bunu yapabilmesi için tek milletli, tek dil ve kültürlü Bulgar devletini yıkıp, çok uluslu ve çok kültürlülük yeni Bulgaristan Cumhuriyeti devleti kurması zorunludur. Ülkede güvenlik sağlamanın, uzlaşma ve barışın başka yolu da yoktur.

Bugünkü koşullarda, Rusya ve Amerika arasına sıkışmışlık ortamında, bu konuda gerekli meclis çoğunluğunu sağlamak da olanaksızdır. Bu ancak Avrupa Birliğinin milli azınlıklar, azınlık dilleri ve kültürleriyle ilgili özel bir kararıyla veya Büyük Türkiye Cumhuriyeti devletinin bölgesel nüfusunun artması sonucu mümkün olabilir.

Anadilde zorunlu eğitim, öğretim görme, sanat ve kültür geliştirme, STK-lara toplumsal rol tanıma, Baş Müftülük de dâhil din kurumlarına demokratik koşullarda Türk kimliğini geliştirme yolunda özverili çabalarıyla olabilir. Önemle şunu da vurguluyorum, Bulgaristan’da Türk kimliği oluşturmak Türklerin öncelikle kendi görevleridir.

Türk kültür ve medeniyeti Türklüğümüzün kendi nimetler-indendir.

Bulgaristan Türk halk kültürü ve edebiyatı kendi çabalarımız sonucu oluşmuştur. Günümüzde özel Türk ana-okulları ve okullarına, İmam Hatip Okullarımızda ve İslam Enstitüsünde Türk dili öğretimine daha fazla özen gösterilmesine ihtiyaç olduğunu da vurgulamak isteriz. Türkiye eğitim sisteminin Bulgaristan’da karma bölgelere akması gerekiyor. Yunus Emre Enstitüsü’nün karma bölgelerdeki belediyelerimizin hepsinde dershane ve kültür ocakları açması zorunlu olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgaristan Müslümanları kültürünün kaynaşması yolları mutlaka açılmalıdır. Bulgaristan Türklerinin geleneksel yaşam alanından FETO kadrolarının ve elemanlarının bir an önce çekilmesi sağlanmalıdır.

Avrupa Birliği Konseyine ülkemizde etnik azınlık olmadığı, hepimizin Bulgar olduğumuz bildirmiştir.

Onlara göre, Ahmet Doğan bir Bulgar partisi lideridir. Peevski bir Bulgar milyoneridir. Kendi evlatlarını AB’ye satanlar da Bulgar aileleridir. Açlık ve cahillik sınırı altında yaşayanların hepsi Bulgar’dır. Bu perde çekilip indirilmeden, Bulgaristan’ın çok etnikli, çok kültürlü, etnik topluluklarla merkez devletin arası açık bir ülke olduğu kabul edilmeden, sorunları çok kültürlülük ilkelerine uygun çözme yolunda adım atılamaz!

Bulgar toplumunun azınlıklar konusundaki tutumu, görüşleri mutlaka değişmelidir. Bulgar halkının en iyi yılları 545 yıl Osmanlı döneminde Balkanlarda yaşanan 300 sene huzur ve barış yıllarıdır. Bulgar devlet tarihinde en iyi yılları Türk nüfusun vatanı için çalıştığı ve yeni Bulgaristan yaratmaya ter döktüğü yıllardır. 1970’li yıllarda Müslüman nüfus Bulgar Milli Hasılatının yarısını üretirdi. Spor ve kültür dallarında Bulgaristan’a altın madalya ve ödüller akıttı, halkın gururu ve devletin şanı yükseldi. Dünya sıralamasından 19. olan Bulgaristan, 2020’de aynı sıralamanın 136. yerinden kımıldayamıyor bile hatta yukarı çıkmasını bırak aşağı düşmeme çabası var.

Bugün Bulgaristan Türklerinin boynunda dört tasma vardır.

Bunlardan birisi Rus, ikincisi AB, üçüncüsü bencil menfaatperest Bulgarlar ve dördüncüsü de HÖH içindeki oligarşi (D. Peevski) tasmasıdır.

Günümüzde yerli Türklerinin özgürlüğü için mücadele verilecekse, önce HÖH içindeki asalak oligarşi tümörleri yani hain-muhbir “lider” Ahmet Doğan, milyoner (Rus-uşağı) milletvekili D. Peevski ve partinin içindeki tüm politik ihanetçiler, çıkarcılar tayfası kazandibi gibi kazınmalıdır. Bu güçler Bulgaristan’ı dibe çeken komünist çöp yığını ya da Moskof uşakları-ajanlarıdır. Siyasi partiler ideoloji ve dünya görüşü olarak arınmadan, yargı değerleri veya sistemi değişmez, toplumu oluşturan unsurlar arasında yeni etkileşim tesis edilemez. HÖH partisi, yerli Türkleri eriterek Bulgarlaştırmayı hedefleyen zihniyete ve politikaya köle olmuş ve hizmet sunmaya devam etmektedir. Bir halkın mücadelesinden, çekilerinden ve bağrından gelmeyen, hayalleriyle yaşamayan ruhsuz kişilerden toplum önünde veya bu gibilerden lider olmaz, zorla dayatılsalar da halka faydaları hiç mi hiç dokunmaz.

Önümüzdeki Mart 2021 Bulgaristan Genel Seçimleri Önemlidir

Çok cepheye bölünmüşlükten doğan hesaplaşma 2021 parlamento ve cumhurbaşkanı seçimlerinde kendini sandıkta gösterecektir. 2019 belediye seçimlerinden sonra Baş Savcı seçimi gibi konularda sertleşen siyasi sürtüşme ülkedeki reformcu güçler, yurt dışındaki Bulgar oligarşi- sermayesi ile iktidar çevreleri arasına yeni sınırlar çekiliyor.

İlk defa Bulgar Parlamentosuna Amerika’dan katılım mı olacak?

Meclis seçimlerine 30 yıldan beri bu seçimlere ilk kez reformist Amerikancı güçlerin de katılması bekleniyor. Bunlardan biri olan “Evet Bulgaristan!” (“Da, Balgariya!” partisi, “Demokratik Bulgaristan” koalisyonu içinde 2019 yerel seçimlerinde Sofya’da 8 belediye başkanlığı kazandı. Sofya Büyükşehir Belediyesine 17 temsilci gönderdi. Parti 2 mescit ve bir kabristan yeri tesis etmeyi vaat ederek Sofya Müslümanlarının oylarını aldı. Hukukun üstünlüğüne vurgu yapan bu genç siyasetçiler Batı Rodoplar’da ve Pirin Dağı yöresinde Müslümanlar arasında da örgütleniyor. Anonim ortaklıklar şeklinde tarım kooperatifçiliği geliştirerek AV fonlarına talep oluyor. Bu girişimin Deliorman, Gerlovo, Güney Doğu Rodoplara taşınması iyi sonuçlar verebilir.

Amerikancı ve Atlantikçi söyleviyle dikkati çeken eski GERB Başkan Yardımcısı Tsvetan Tsvetanov’un oluşturduğu yeni siyasal yapılanma da seçimlere tek başına girip merkez sağ oylarına talep olmaya hazırlanıyor.

Seçim stratejisi üzerinde çalışan BSP uzmanları ikiye ayrılmış durumda ve halen 2021’de GERB ile ortak kabine kurup iktidar paylaşmak taraftarları ağır basıyor.

AB siyaseti de ırkçı faşist siyasi zümreden kurtulma yolunu Avrupa Halk Partililer ve liberaller ya da sosyalistler arasında uzlaşmada gördüğüne vurgu yapıyor. GERB Bulgar siyasetinde Avrupa Halk Partilerini, HÖH yeni-liberalleri, BSP de sosyalistleri temsil ediyorlar.

2021 Cumhurbaşkanlığı seçimleri tarihi henüz açıklanmadı.

Rumen Radev olduğu gibi daha önceki Cumhur başkanlarından Dr. Jelü Jelev, bir dönem Petır Stoyanov ve iki dönem Georgi Pırvanov Türk oylarıyla seçilmişler, fakat Türkler lehinde adımlar atmaktan çekinmişlerdir. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK 2011 Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimlerine kendi adayını yükseltti ve 22 kişilik sıralamada dördüncü yerde kaldı. 2021 Cumhurbaşkanı seçimlerine BULTÜRK Derneği Bulgar Partilerinden artık Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısı adayı göstermelerini beklendiğini şimdiden halka açıklıyor. Bunu yapan kişinin Bulgaristan’da ve ya Bulgaristan dışında olan tüm Müslümanların oylarının tamamını alacaklarına eminiz. Bu cesareti sağı blokta olan Bulgarlardan bekliyoruz. Tüm Bulgaristan’ı kucaklamak isteyen veya yönetmek isteyen parti bu parti olacaktır.

***

Bulgaristan “sömürge” bir ülke midir?

16 Nisan 1879’da Tırnova şehrindeki Osmanlı Kaymakam Konağı’nda Büyük Halk Meclisi’nde (BHM) onaylanan Bulgar Prensliği Anayasasının 61 Maddesinden bir alıntı:

Bulgar Prensliğinde İnsan ticareti yapılamaz. Bulgar topraklarına ayak basan her köle diline, dinine ve milletine bakılmaksızın özgürlük kazanır.”

2020’de Kuzey Amerika’da hem “beyaz” hem de “siyah” ırkçılık zirve yaptı. Siyahlar, Washington eyaletinin “Seattle” kentini özerk bölge ilan ettiği gün, Alman gazeteleri yazdı: “Bizim siyah kölelerimiz Bulgarlar.” Bulgar basını hemen yanıt verdi: “Bulgar kölelerin önünde diz çöken yok.”

“Bulgar köleler” kavramının anlamında Türkler, Pomaklar, Roman Müslümanlar, Makedonlar, Ulahlar ve Tatarlar olmadığını ise yazmadılar. Halkı bir bütün olarak görenler bizi beraberce sömürmeyi, kullanmayı, ezmeyi, hayal ediyorlar. Avrupa Parlamentosu (AP), “köle” olduğumuza ve “köle toplumunda” yaşadığımıza yakın zamanda karar verebilir. Bekliyoruz.

Nasıl oldu da sezdirmeden topluca “köle” edildik! Nasıl oldu da biz kendimizi “köle” hissetmezken, onlar bizim Avrupalı kişiliğimizde “köle” olarak gördüler? Asıl sorun bu! Bu sorunun önemi ise, öncelikle sömürge ülkelerin liderlerinin metropol devletlerce gösterildiği gerçeğinde gizlidir.

“Geçiş Dönemi” Bulgaristan Başbakanlarını bir tanıyalım:

– Andrey Lukanov Moskova’da doğdu ve yetişti,

– Prof. Lüven Berov Rosofildi;

– Jan Videnov Moskova’da yetiştirilmişti;

– İvan Kostov Kiev’te özel eğitim almıştı;

– II. Simeyon Saks-Koburg-Gotski KGB ajanıydı;

– Sergey Stanişev Rus asıllıydı.

– Boyko Borisov’un kariyer yolunun açılması için 2008 ‘de Rusya Federasyonu Komünist Partisi Genel Sekreteri Züganov, Bulgaristan Cumhurbaşkanı G. Pırvanov’a telefon açmıştı.

Bulgaristan’daki durumun karakteristiği

Yaşı 100’ü aşan, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) uzmanlarından, Sofya “Kliment Ohridski Üniversitesi” Siyasal Bilimler Fakültesi doçenti Dr. V.Vasev, kitapçı raflarına dizilen “Zaman Dışı Olmak” (Bezvremie) eserinde, 1990’da başlayan ve günümüze kadar uzanan 30 yılı şöyle karakterize etti:

“Halkımız için kayıp zaman!”

Bu değerlendirmeye “Bulgaristan Türkleri için de boşa geçen zaman!” diyorum.

Dr. Vasev, “Geçiş Döneminde” yaşananların anlam taşımadığına, normal zaman kesiminde hiç birine gerek ve yer olmadığına vurgu yaparken, yeni feodal, yeni komünist Bulgar elitinin “har vurup harman savurduğu” yıllara “kayıp zaman” demiş. Muhbir-Ahmet Doğan’ın “liderliği” de kayıp zamanda yaşanmış, üstelik “Bulgar Etnik Modeli” de zaman içinde bir boşluk. Bulgaristan geçmişi “vakum” ortamında değerlendirilmeye devam ederse, postacının pullu kaşeli bir mektupta “soya dönüş süreci, soykırım, isim, dil, din, kimlik değiştirme gibi olaylar yaşanmamıştır” haberleri getirmesine şaşmamamız gerekir. Faşist ve komünist geçmişi reddetmek 1990’dan sonra yeni paketlenmiş eskiyi koymak anlamına gelmemelidir. Kökü kazınmamış geçmiş yanlıdır.

Birinci anayasanın 61. maddesi, 2 asır önce yazılmış, Amerikan eyalet yasalarından kopya edilmiştir. Bu yasal “doğruyu” kabul ettirmek için, Bulgaristan’da binlerce yazı ve yorum kaleme alındı, hepsi basıldı, emsal mahkeme kararı da yayınlandı, hiç durmadan kalpazanlık yapıldı, yapılıyor.

Gerçekse ise şudur: 142 yıldan beri hiçbir köle Bulgaristan’a gelip vatandaşlık istemedi. Avrupa’ya yürüyen savaş kaçaklarının Makedonya yolunu seçmesi, Türkiye Cumhuriyetinin hayal kırıklığına uğramasınlar diye Suriye sığınmacılarının Bulgaristan yolunu kesmesi çok anlamlıdır.

Bulgaristan, 1878’de Rusya, 1886’da Alman, 1944’de Sovyet, 1990’da Batı ve 2007’de Avrupa Birliği (AB) esareti altına düştü.

2020’de AB’nin en yoksul, en fakir ve en ezilmiş ama umutla nefes alıp veren bir ülkesi “sömürge” durumuna düştü?

Cevap vermekte zorlandığım soru budur! Sömürge ülkelerin bağımsızlığı ve egemenliği olmaz. Şu günlerde ülkede büyük bir endişe yaşanıyor. “Covid-19” zararlarını kapatmak ve ekonomik ve sosyal bunalımı aşmak için Avrupa Birliği’nin 27 üye ülkesine dağıtmak için ayırdığı 750 milyar Euro’dan “hukukun üstünlüğü olmayan ülkelere yardım edilmeyeceğini” açıklandı.

Hukukun üstünlüğünün kıstasları nedir? Bulgaristan, AİHM’de hakkında açılan davaların hepsini kaybetti, imzaladığı uluslararası antlaşmaların insan hakları, azınlık hakları maddelerini uygulamıyor. Soykırım denemesi kurbanlarının tazminat davaları 30 yılda sonuçlanmadı. Bulgaristan “hukukun üstünlüğü” sınavını verebilecek mi? Ülkeden 29 milyar ABD Dolarları kaçırıldı, hesap soran yok! Böyle bir ortamdan ancak katil başı, kaçakçı veya dolandırıcı şebekesi şefi çıkar.

Kıyaslamalı analiz: Bulgaristan tablosundaki özellikler.

Amerikan ırkçı toplumunu kuran ve günümüzde birer birer anıtları yıkılan “köle sahibi beyazlar”, 264 yıl önce “konuşan iş aleti-köle” sahibi olma yasal hakkını kaybederken, yüklü “tazminatlar” almışlardı. Mahkeme kararıyla yapılan bu ödemelerin gerekçesinde “hareket edebilen mülkiyetten” olduklarından dolayı yazıyordu. Beyaz zenginlerin yitirdiği, siyah mülklerini azarlama, sömürme, hor görme, itip kakma, insan haklarından tamamen yoksun hayvandan farksız köle olarak yaşamaya zorlama hakkıydı. Amerikan hukukunun böyle bir tazminat ödetmesi daha önce eşi görülmemiş bir ikiyüzlülüktü. 2020’de Bulgaristan vatandaşlarının “köle” durumuna itilmesi gibi…

Kölelik devri yaşamamış Osmanlı da taşınmaz sahibi, kendi toprağını işleyen, esnaf, tüccar ve işçi olan Bulgarların yaşayış biçiminden, dil, din ve kültürel haklarının kısıtlanmış veya sözde “zülüm” görmüş olmasından hiçbir tazminat hakkı doğmamıştı.

Tırnova Anayasasının 61. Maddesi tam bir ikiyüzlülüktü.

1879’da 390 bin Müslüman Prensliği terk etti. Belirttiğim üzere, Bulgaristan’a gelen ve vatandaşlık isteyen “köle” olmadı. Sığınmacılara ve savaş kaçaklarına vatandaşlık satıldı. Makedonlara vatandaşlık verilerek zorla Bulgar yapıldı. Memleketten kovulan Türklerin vatandaşlık hakkı ise yakına kadar ellerinden alınırken, taşınmazları gasp edildi, yurda dönenler mülklerini talan edilmiş buldular.

İnsan ayrımı, ırk, cins, cilt, milliyet, yaş, öğretim, politik inanç, din, maddi durum, sosyal mensubiyet üzerinden yapıldığından, bu kavramların dışında olan her şey ayrımcılık, ırkçılık, milliyetçilik, sahte gösteriş, yalan dolan ve küstahlıktı. Yüz-binlerce ihbarda bulunuldu. Bulgaristan’da insan hakları suçları hep cezasız kaldı.

“Kl. Ohridski Sofya Üniversitesi” Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Daniel Vılçev 1972-73 ve 1984-89 sözde“soya dönüş sürecini”, soykırım denemesi” olarak nitelendirdi ve kınadı. Bu konuda Sofya meclisinin ve kınama ve lanetleme kararı var, fakat yürütme ve Başsavcılık yargı usulünün çalışma yollarının tıkanmış durumdadır.

Velhasıl Halk ya da meclis oylamasıyla yürürlüğe giren daha sonraki 3 Anayasa’da “köle” sözü yer almadı. Biz, Bulgaristan vatandaşlarının “klasik kölelerden” farklı yanlarımız var. Akıl körelten işlerde çalıştırıldık. Okuduğumuzu anlamadığımız okullardan diploma aldık. Hileden korktuk ticarete el sürmedik. Dualarımız yetmez diye bir de tövbe ederiz.

264 yıl önce Amerika’da siyasetin ciddi bir şey olduğunu anlamayan kalmamıştı. Amerikan demokrasisinde seçme ve seçilme hakkı kazanan siyah derililerin devlete ortaklığı askıdaydı. Zencilerin ve beyazlarının kimlik ateşi ayrı ayrı ocaklarda yanmaya devam ederken son isyan patladı.

Bulgaristan’da Prenslik döneminde 1882’den başlayarak Osmanlı’dan kalan maddi miras yıkılıp temelden kazınmaya başlandı. Bulgaristan’ın başkentti Sofya’daki 29 Türk mahallesinden, Vidin’de nüfusun % 80’ini oluşturan Türkler- ’den, Razgrat’ta 18 camiden, Rusçuk Türk maneviyatından iz bile kalmadı. Mezarlıkların birçoğu pulluklarla sürüldü. Yüzlerce cami kiliseye dönüştürüldü. Plevne’de toplu mezarlar açıldı, Osman Paşa’nın şehitlerinin kemikleri toplandı, İngiltere’ye gönderildi Londra değirmenlerinde öğütülüp ısız ormanlara saçıldı. Bu gün bu ormanları bulup Türk Şehitliği yapılması gerekir. Bu gün Bulgar Parlamentosu olan Sofya kabristanlığımızın üstüne Meclis Binası kuruldu. Şipka Tepesine Süleyman Paşa anıtı hala kurulamadı.

1934’ten sonra perde değişti.

Bulgaristan’da Türkleri bezdirip, yıldırıp, çıldırtıp kurtulma stratejisi hazırlandı. Çok gizli bir belge olarak saklandı ve adım adım uygulandı. Hemen ardından Müslüman maneviyatına saldırılar şiddetlendi. 2 700 okuldan 404 okul kaldı, medreseler, tekkeler, Türk evleri, kütüphaneler, Mevlevihaneler ard arda kapandı.

Monarşi rejiminde Bulgar hükumetinin Türk azınlığını boğmak için nasıl bir politika izlediği yıllar sonra ortaya çıktı.

1954 yılında Milli Eğitim Bakanı Demir Yanev şöyle yazdı:

“Bulgar Burjuva yönetimleri, Türk halkını tam cahil bırakmak için canla başla çalıştı. Milli Eğitim Bakanlığı arşivlerinde öyle belgeler var ki, bunlar, faşistlerin Türk halkına karşı izlediği cahil bırakmak politikasına tanıklık etmektedir. Teftiş Komisyonunun 1937 yılı raporunda Türk okullarıyla ilgili olarak şu satırlar yer almaktadır”:

Krallık idaresindeki Türk azınlığı eğitimini mümkün olan en aşağı düzeyde bırakmak için bütün yasal tedbirler alınmalıdır.

Türk azınlığı gençlerine bilgilerin en basiti verilmeli, Türk okullarında dini eğitime daha geniş yer verilmesine dikkat edilmelidir.

Türk özel okullarına Bulgar öğretmenler pedagojik amaçla değil, istihbarat amacıyla atanmalıdır.

1944 yılında Bulgaristan’da yalnız 404 Türk Okulu bırakılmıştı.

“Bunların 376’sı ilkokul, 27’si ortaokuldu. Türk çocuklarının ancak %15’i okula, cami diplerindeki okullara gidebiliyorlardı. Bu okullarda çok zaman oturacak sıra bile bulunmazdı, çocuklar yerlere oturuyorlardı. Ders kitabı yoktu. Yarı cahil hocalar Kuran’dan parçalar ezberletmekle yetinirlerdi.”

Bu gün yıllar 2020’de durum çok daha vahimdir

1913’te Şumnu şehrinde Yüksek ve Ala kısmı olan, MEDRESETÜ NÜVAAB Enstitüsü kurulmasına İstanbul’da Bulgar Krallı imza attı. Türk okullarına yardım olsun diye işlenir toprak, koru ve orman dağıtan Aleksandır STANBOLİYSKİ Başkanlığında Çiftçi Partisi 1919-1923 hükumeti alkış topladı. 1952’de Türkçeyi unutan Bulgaristan Türklerine Azerbaycan Cumhuriyetinden öğretmen, doktor, profesörler geldi.

2019’da Kırca Ali’de bir Türk işletmesinin açılışında konuşan Türkiye Cumhuriyeti Sofya Büyük Elçisi Dr. Hasan Ulusoy, “Türkiye’den Bulgaristan’a daha fazla yatırım gelmesi için Türk İş Adamları okullarda zorunlu Türkçe dersleri olması gerek” dediğinde, Bulgaristan Dış İşleri Bakanlığına çağrıldı. Aslında Türkçe hepsinin atasının çatır çatır konuştuğu soy ve dost diliydi.

Bulgaristan Türklerinin bu tepkilere cevabı direniş ve arasız göç oldu.

Her şeyde olduğu gibi devlette süreklilik ilkesini, katil-Jivkov’un yönetime geçtiği 1956’dan sonra sert uygulayan komünist rejimin faşizmin kökleri kazıma niyeti yoktu. 1934’te Kimon Georgiev hükumetinin “Müslüman azınlıkla hesaplaşma stratejisini” hiç değiştirmeden uygulamaya koydu. Türklerin ve Türklüğün maddi ve manevi köklerini kazımaya, Türk kimliğini değiştirerek, toplumu Bulgarlaştırmaya daha kararlı çalıştı. 1991’de Cumhurbaşkanı olan Dr. Jelü Jelev 1982’te “Faşizm” kitabını gizlice okurlara sunmazdan önce, kamuoyu bu konuda uyuyordu. Eserdeki gizem ise, faşizmin totaliter komünizm şekline Türkler ayaklanabilir uyarısı vardı.

1984’te Türkler ayaklandı. İsyan ateşi 1990’a kadar sönmedi.

Birleşik Amerika eski başkanı Bill Clinton’un eşi Hillary Clinton, 67. Dış İşleri Bakanı, ABD Senatosu’nda New York temsilcisi ve 2016’da seçilen başkan Donald Trump’a rakip olmazdan önce, “Amerika’da Siyah Derili İsyanları Nasıl Bastırılır?” konulu bir doktora tezi savunmuştu. ABD toplumunda uyku kaçıran, siyahlar ayaklanabilir korkusuydu. Sorun, nüfusun % 16’sını oluşturan ve eşit haklı Amerikan vatandaşı olmayı 10 kuşak önce hak eden zencilerin, Amerikan kimliğini kabul etmemesinde” düğümlenmiştir. İki hafta önce onlardan birini boğazına basarak öldüren beyaz Amerikan polisine 40 yıl hapis istendi. ABD adaleti renk seçmiyor.

Bu, Bulgar ve Amerikan demokrasisi arasındaki farka işaret etmek için seçilmiş bir emsaldir. 1984-1989 soykırım denemesinde 37 Bulgaristanlı Türk’ü sokakta öldürüldü. 200’den fazlası sakat kaldı, 517 Türk “Belene” ölüm kampından çıkınca ruh hastalıkları uzmanı aradı. Bunların hepsinin psiholojik olarak problemleri oldu amma ne soran ne bakan ne de gören oldu. 15 000 Türk hapiste ve sürgünde kaldı. Köylere, göstericiler üzerine ordu sürüldü. Bunları işleyen bu olaylara katılan hiçbir katilden hesap dahi sorulmadı. Suçlu devlette “katil devlet” denmedi. Katiller devletler hukukuna göre kovuşturulmadı. Ülkeyi bugün yönetenlerin bir çoğu bu katillerin oğullarıdır. Açılan davalardan hiç biri sonuçlanmadı. İçeri atılan Bulgar katil yok. Canilerin isimleri bile açıklanmadı. Bu gerçek, Amerika ve Bulgar adaleti ile demokrasinin iki farklı anlamına gelir ve aynasıdır. Açılan davalardan yalnız biri kararla sonuçlansaydı, dava Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşınabilir ve emsal karar çıkarılar mücadele edilirdi. Bulgar Baş Savcılığı Türklerin açtığı bütün davaları 30 yıl durdururken bunlara 40 kuyudan su getirildi.

Avrupa basınına göre bir iç sömürge olan Bulgaristan’da gettolar var.

Bulgar gettolarında Romanlar yaşıyor. Onlar şehirlerin içinde ya da kenarında, kem gözlerden teneke duvarlar ardına saklanmış, yaşam koşulları tüm medeni standartların altında kapalı yerlerdir. Ortakları, İç Makedon Devrim Örgütü (VMRO) ve Bulgaristan’ı Kurtarmak için Milli Cephe (NDSB) olan GERB hükümetinin 2020 Haziranında meclise sunulan yasa tasarısında, “gettoların Bulgar bekçilerle kuşatılması ve sakinlerin giriş çıkışları kayda alınıp liste hazırlanması” önerisi yer alıyor.

Bu, Nazi ölüm kamplarında yakılacak Yahudi ve Roman-Çingenelerin cetvellerini anımsatıyor. Şu dönemde, Bulgaristan’da yürürlüğe konmuş olan bir başka liste ise, yaklaşan seçimlerde muhtemelen rol görecek “zenginlerin” basılacak ev ve ofislerinin adreslerine ilişkindir. Son aylarda hapishanelere görüşmeye gidenler “zindanların” aydınlarla dolu olduğunu söylemekten çekinmiyorlar.

Başbakan Borisov’un yatak odası fotoğraflarının kamuoyuna gösterilmesinden sonra, Milli Koruma Polisi’nin değiştirileceği açıklandı. Polisin kimi koruyacağını Başbakan şahsen belirleyecekmiş. Her şey iyi de, “Bizi bekçilerden kim koruyacak!”

2020’de Amerikan isyanı ırkçılığı sorguluyor.

Amerika’ya ilk ayak basan ve köleliği Atlantik ötesine taşıyan Kristofor Kolumb’un anıtları, ırkçı geçmişini simgeleyen Konfederasyon yöneticilerinin heykelleri, eski kıta ırkçılığını simgeleyen İngiliz Krallık Başbakanı Winston Churchill’un heykeli ve daha birçok anıt yıkıldı. Esaret ve ırkçılık düşmanları insanlık onuru açısından utanç veren eski dünyanın kökten kazınarak reddini istiyorlar.

Konu Bulgaristan’ı da etkiledi

Bulgaristan’da da 180 Rus ve Sovyet anıtının sökülmesinde, sokak ve meydanlardaki Rus isimlerinin değiştirilmesinde ısrar edenlerin alayı güç topluyor. Pravets kentindeki 4 metre yüksek katil Jivkov boy anıtı yıkılsın sesleri yükseliyor. Bazı HÖH yöneticileri ise katil-Jivkov anıtları yapmaya devam etmekteler…

Değişen Bulgaristan’da TV, radyo, basın ve sosyal medya ile birlikte, BULTÜRK ve BGSAM yayınları da bu arada, kamuoyu oluşturan 14 kurumdan biri olan Bulgar Bilim ve Sanat Akademisi Başkanı Grigor Velev bizdeki anlam ve değerlerin git gide değişimini şöyle anlattı:

Doğu Avrupa’nın küçük ülkelerinden biri olan Bulgaristan’da, Rusya ile olan tarihsel ilişkiler bozulur korkusu anlayışıyla pek çok şeyin üstü boyanıyor veya gerçekler gizleniyor. Rus imparatorluk görevlisi Kont İgnatiev Balkanlardan, daha doğrusu Bulgaristan’dan sorumluydu. O, Bulgaristan’ın bağımsız bir devlet olarak özgür olacağına hiçbir zaman inanmamıştı. Bağımsızlık vaat ettiği, sonunda Rusya’nın eyaleti olan Gürcistan ve Ermenistan’ın kaderine benzer bir yazgı paylaşacaktık. Öyle olsun diye, Kont İgnatiev’e Bulgar ruhunun diriliş serüvenini engellemesi emredilmişti. Kilise bağımsızlığı mücadelemizi frenleyen, Bulgar Papazların sürgün edilmesine katkıda bulunan da oydu. Bağımsız Bulgaristan kurulmasına engel olmak bizzat onun göreviydi. Başarısız olmasının nedenine gelince, ona Bulgar halkı engel olmuştur. “

(1872’de Bulgaristan Rusya baskılarına rağmen kilise bağımsızlı elde etti.)

Akademisyen Velev’den başka bir örnek:

Kont İgnatiev, Sofya Mahkemesinde komitacı Vasil Levski’ye ölüm cezası kesilmesi için mahkeme heyeti işlerine müdahale etti. Mahkeme heyetinde üç Bulgar vardı. Onlara müdahale ederek V.Levkin’in, bir komitacı olarak yargılandığında, verilebilecek en ağır ceza sürgün olduğundan, insan öldürmüş bir asi olarak yargılanmasında ısrar etti. Bu hareketle kendini Ruslara satmayan örnek Bulgar siması yok edilmişti. O zaman Rus askeri casusları, V.Levski hariç, Bulgar devrim hareketi önderlerinden hepsinin Rus imparatoru hizmetini kazanmışlardı.”

(Günümüzde Bulgar toplumu paramparçaysa, 142 yıldan beri gelişen uzlaşmaz çelişkilerden biri Rusya’yı sevenler (Rusofiller) ve Rusya’yı sevmeyenler (Rusofoblar) arasında körelip keskinleşmiştir. Komitacı V. Levski’nin Osmanlı sehpasında sallandığı yalanını yayanlar, Türk düşmanlığı körüklemişlerdir. Bu gün 2020’de AB ve NATO üyeliğini bir türlü sevinemeyen, hatta ABD tarafından işgal edilmeyi neredeyse bekleyen Bulgaristan’ın bu tavrının kökünde Rusya korkusu vardır. )

Tarihçi Akademisyenden G. Velev şöyle yazıyordu;

Bulgar tarihinde bir kara leke olan Rus “Kont İgnatiev” adının Sofya’nın en önemli sokaklarından birinden sökülmelidir. Bu sokağa “özgürlük” adı verilmesi için imza toplama kampanyası başlatmalıyız. Rusya imparatorluğunun bağımsız bir ülke değil, kendine bir “eyalet” yapmak istediğine yüzlerce kanıt var. NATO ve AB’ye üye olunca, Rusya’dan sitem aldık, Bulgaristan’a karşı benzer hareketlerde bulunmaya kimsenin hakkı yoktur.”

Avrupa Birliğinin evrensel değer yargılarına uyulması zorunluğu ortadayken, yerli akademisyenlerin de aktif katılımıyla 30 yıl önce değişim yolunu seçen Bulgaristan’da, Bulgar devletinin milli karakteri konusunda çok farklı yorumlarla karşılaşıyor.

Bir yandan Osmanlı bağrında oluşan Bulgar milli olgusunda süreklilik izlenirken ve 1878’den sonra kurulan 71 hükumetin hepsinin milli karakterli olmasına karşın, Prenslik (1878-1908) ve Krallık (1909-1944) monarşi dönemleri Bulgar olmayı kabul eden yabancı soylular (Al. Batenberg, Ferfinad Saks-Koburg-Gotski ve oğlu III. Boris) tarafından yönetildiğinden dolayı milli saymayıp, III. Bulgar devletinin ancak T.Jivkov’un devlet yönetimine geçmesiyle (1956) başladığını iddia edenler belirdi.

Monarşi yıllarında sanayileşme denemesinin başarısız, sosyalizm yıllarında başarılı ve liberal demokrasi döneminde de durgun olduğu görüşü yerleşti. Ve ilginç olan temel yargı değerlerinin yeni şeklini biçimlendirenler ve etnik azınlıkların çok dilli, çok dinli ve çok kültürlü yeni bir devlet kurulması konusunda henüz ufuk açan gelişmeler başlamadı.

1990’dan beri Bulgaristan vatandaşlarına Amerikan gerçeklerini anlatan zihniyet bu özelliklere değinmiyor. 600 yıldan beri köylerinde, kasaba ve kentlerde mahalle gettolarında yaşayanların yalın Amerikan gerçeklerini bilmesini istemiyorlar.

Bu gettolar liderlerini, sokaklar sürükleyen öncüleri kendileri yetiştiriyor.

Getto sakinleri insan hakları için hukuk mücadelesi veriyorlar. Onlar Amerika’ya, bizim Bulgaristan’a gelmemizden 200-300 sene sonra götürülseler de, Afrika’ya geri dönmüyorlar. Cumhurbaşkanı Barak Obama, eşi ve kızlarıyla birlikte, ata toprağı olan Kenya’daki köyünün kulübelerini gidip gördü ama “emekli olunca dönüp köyüme yerleşeyim de, kardeşlerime örnek olayım” demedi. Bulgaristan Türklerinin yarısı demokrasiye geçerken de vatanlarından kovuldu…

Toplum ve yönetimin ırkçılığı demokrasiden kazıyamaması Amerikan problemi iken, Bulgaristan’da rejimlerin içindeki milliyetçi özü koruyarak rejim devredilişi bir Bulgar sorunudur.

Hiç kuşkusuz, hem Amerika’da hem de Bulgaristan’da öteden beri ana konu, toplumun ayrılık çizgileri, azınlıklar konusudur. Bulgarlar, devlet kurma formülünü yanlış seçerek tek dilli, tek kültürlü ve tek milletli Bulgar devleti kurmaya sevdalanırken, azınlığın ve azınlıkların çoğunluğu durdurabileceği, yenebileceği hatta geriletebileceği teorisini sanki bilmiyorlardı. En kötü olan da 1989 Mayıs ayı Türk Azınlık Ayaklanmasından hiç bir ders almaması, sonuç çıkarmaması, havayı yumuşatıp azınlıklarla uzlaşma yolu aramamasıdır.

Kötülüklerin en büyü ise, 1990’dan sonra yeni yapılanan Bulgar devletinin vatandaşlarına karşı soy kırım denemesi yapan Bulgar devletini ancak kınayarak aklamaya çalışmasıdır. Kişisel cinayetleri işleyenlerin cezalandırılmasını engellemesidir. Yargısız hapislerde çürütülen, sürgün edilen, evinden yurdundan kovulan vatandaşlara tazminat ödememesidir. Mağdur Müslüman azınlığın gasp edilen haklarını iade etmemesidir. Anadilde zorunlu eğitim, azınlık çocuklarına okullarda din eğitimi verilmesi, kolektif haklar, kültürel haklar vb tanımamasıdır.

Burada Bulgarların anlamak istemediği bazı gerçekler var.

Bir defa şu çok iyi bilinmelidir; Türkler Bulgarların düşmanı değildir. Bulgar devletinin da düşmanı değildir. Her Türk bir vatanseverdir. Vahşi katliam işleyen, soykırım denemesi yapan, kültürel soykırımı gerçekleştiren Bulgar faşist-komünist devletidir ve suçlular cezalandırılmalıdır. Kral Ferdinand ve diktatör Todor Jivkov ve emirlerindeki politik kurumlar, ordu ve polis güçlerinden hesap sorulmalıdır. Bir insan soykırım işleyemez. Soykırımı ancak devletler işler. Bu da kayıtlara böyle geçmelidir.

Bunun temel nedeni, Bulgar toplumunda 1878’den beri atalardan, dedelere, babalara ve bugünkü oğul ve torunlara iktidarların devriyle geçen ayrımcı, ırkçı-milliyetçi devlet ve siyaset çizgisidir. III. Bulgar devleti kurulurken Rus çizmesi altında, azınlıklara karşı çok sert uygulanmaya başlanan siyasi yönelim dikkati çekti.

1885’te Bulgar yönetiminin istilacı Rus Çarlığına yüz çevirip Almanya’ya sarılmasıyla değişiklik kaydetmeyip askeri darbe düğümleri ve monarşi diktatörlüğü şeklinde 1944’e kadar uzandı. 1956’dan sonra başta Müslüman Türk ve Pomak düşmanlığı olarak ve devlet geleneği haline getirerek devam ederken, 1990’da Anayasa ve rejim değişikliği azınlıklar siyasetinde ancak kılıf değiştirdi.

Ne yazık ki, 2004’te NATO ve 2007’de Avrupa Birliği üyesi olan Bulgaristan’da azınlıkları eriterek asimile etme siyaseti reddedilip kökü kazınamadı. Bulgaristan’da tüm Toplumların parçalanmışlığı derinleşiyor.

Bulgar parçalanmışlığın kökleri yine 1879 Anayasasına dayanır.

O zaman Bulgar devleti ilan ettiği ortak değerlere kendisine uymamıştır. Vatandaşlarına da sahip çıkmamıştır. Müslümanların topraklarını terk etmesine yol açmıştır. İlan edilen ortak değerlere bağlı olan bütün yurttaşlar için ”başka bir Vatan olamaz,” dememiştir.

Tüm vatandaşların kurucu devlet iradesi dolayında birleşmelerini teşvik etmemiştir. Kurucu iradeyi gasp eden Bulgarlar, azınlıkların bu iradede yer almalarına olanak tanımadığı gibi, onları sürekli ötelemiş ve göçe zorlamıştır. Bir buçuk asırda Bulgaristan’dan Türkiye’ye dört milyona yakın Türk, Pomak ve Roman – Millet göç etmiş ve geri dönmemiştir. Teni tarihi boyunca yalnız kendi grubuna dayanan Bulgar devleti, olayı izleyenlerde kuşku uyandırmıştır.

Bulgar devleti kurmak isteyenler azınlıklarla mutabakat kurmayı denemedi. Hiç kimse devletin anonim şirket örneği kurulmasını istemese de, modern devlet tüzel bir kişidir ve egemenlik azınlıkları da içine almak ve uyum sağlamak zorundadır.

2000 yılından beri dijitalleşmeye çalışan Bulgar devleti nüfusun %30’u bugüne kadar bilgisayar klavyesine dokunmamıştır.

Yani modern dünyadan çok çok uzaktır, ne var ki, cahil gençler ve deneyimsiz orta yaşlılar da bu oy verme makinasını kullanamıyor. 2019’da yapılan yerel seçimlere Sofya’da oy sandığı yerine “makine” kondu ve oyların 650 bini boş ve “geçersiz” çıktı. Eğer seçim sandıkları kaldırılır ve onların yerine 12 000 makine konsa, bir günde ancak 200 seçmenin oy kullanabildiği dikkate alındığında, toplam 2 400 000 seçmen oy verebilir. Bu oylardan kaçı geçerli olur bilinmiyor. Bu durumda makine ve bilgisayarla oy kullanma tamamen imkânsızlaşıyor.

Şöyle ki, “devlet aklı” halkın iradesini, milletin katmanlarındaki gerçek durumu geçerli bir şekilde okuyup sonuç çıkaramıyor. Belki, bu da bazılarının işine yarıyor!…

Bu plan ve projelerle okuma yazma bilmeyenlerin, bilgisayar kullanamayanların, Bulgarca okuduklarını anlayamayanların seçim kütüklerinden silinmesi ve siyasetten dışlanması denenmek isteniyor. Bu planın yasallaşması sonucu dış ülkelerde bulunan Bulgaristan vatandaşları seçim hakkını kullanamayacaktır.
Bu gelişmeler Bulgaristan’ın diktatörlüğe tırmandığına kanıttır.

Seçim bunalımına daha 2017’de çözüm bulan ve Bulgaristan Ankara Büyük-elçisine ve Sofya GERB partisine öneren İstanbul merkezli Bulgaristan Türklerinin Kültür ve Hizmet Derneği – BULTÜRK seçmenin nerede olursa olsun MEKTUPLA OY KULLANMASINI önerdi.

Alman, İngiliz ve Avusturya örneğinden, “Covit-19” koşullarında Macar ve Leh örneklerinden faydalanılmasına sağlık verdi. İsteseler de istemeseler de bu yöne doğru su akmaya başladı. Bu gidişle bunun başka yolu da kalmadı…

Algılanmak istenmeyen nedir?

Bulgarlar, kendilerini 1000 yıllık kültürleri olan birileri olarak tanıtır. Bulgaristan Türkleri hakkında ise ya Rus ya da Batı bilim insanlarının gezi notlarını esas almaktadır.
Bu belgelerde, baba-erkli bir toplum olarak gösterilen Türklerin “göçebe” oldukları yazıldı ki, fark etmedikleri bu insanlar 600 yıldan beri aynı köylerde yaşıyorlar.

Onlar, köylerini korurken, Osmanlı devrinde çok güzel şehirler kurmuşlardır. Sadece başkentte 72 camili ve 19 köprülü Sofya’da okullu ve medreseli 29 Türk Mahallesi vardı. Yedi Tepeli Filibe (Plovdiv) onları anlatır. Filibe’ye giren Rus General şunu söyler: “Bu minarelerle dolu ormanı yok etmeliyiz.” 1878’de Rusların Bulgaristan’da gözünü kamaştıran konaklar, köprüler, camiler, saat kuleleri, kervan saraylar, bedestenler, çarşılar, okullar, medreseler, türbeler bunlar hepsi Türk tarihi eserleridir. Yıkıp dökmeyi temel atıp bina etmekten önemli bulan Bulgarlar, bugünkü başkentleri Sofya’yı ilk defa Han Krum mızraklarıyla, sonra da 1882-1924 yılları arasında Bulgar egoizmiyle yıkmıştır.

Birinci yıkımda öldürülen İmparator Nikifor Sofya’nın yüksek mimar istemlerine göre inşa eden bir yöneticidir. Bulgar tarihi, boynu kesilen Nikifor’un (811) kellesinden Krum’un şarap içtiğini yazar. Bu zalimin adı günümüzde Türklerin yaşadığı Güney Doğu Rodoplar’ın incisi Koşu Kavak (Krumovgrad) şehrine verilmiş, kent meydanına anıtı dikilmiştir. Böyle bir ortamda huzur ne gezer!

Bulgaristan Türkleri Bulgaristan’da kendi şehirlerini kurmuşlardı.

1877-78 Rus-Osmanlı Savaşından sonra onları terk etmek zorunda kaldılar. “Rus-Bulgar üst aklı” köylerde “akıllı adam yetişmez, köylerin tarihi olmaz, köyler cahildir” mantığıyla, köylülerimizi üretime kilitledi, ticarete izin vermedi, alış veriş devlet tekelindeydi.

142 yılda önce köy-kentlerde kasaba hayatına geçmemize ve kentleşmemize yollar kapalıydı. Medeniyete uzanmamız istenmedi.1944-1989 yılları arasında köyden kente taşınmak devlet iznine tabi idi. Şehirlerde Türk semtleri kurup Müslüman geleneklerimize göre yaşamamız yasaktı. Köylerine kapanan Türklerin medeniyet ve edebiyat yaratma, aydınlanma yolunu bulamayacaklarını hayal etmişlerdi. Onlar, Türkiye Cumhuriyeti devletinin, Türkiye halkının ve Türk Dünyasının Bulgaristan Müslümanları üzerindeki etkisini dikkate almak istemiyorlardı.

Bulgaristan Türkleri Türkiye ile ilişkileri koparılmak istendi

Türkiye’deki akrabaları ile ilişkilerini koparmaya çalışırken, hatta devlet işine giren bir Bulgaristan Türküne devlet tarafından Türkiye’de akrabam yok belgesi imzalatmaları-na rağmen, Türklerin birlik ve beraberlik ruhunu sürekli pekiştirmelerine ve güç toplamalarına şaşırmışlardı. Bugün açıkça yazabilirim ki, bu işlerde birçok ajan kullanmasına ve il ve ilçelerde ve Bulgaristan Bilimler Akademisi şubelerinde birçok uzman sadece bu konuda çalıştırmalarına rağmen, Bulgar görevliler Müslümanların yaşayış biçimindeki anlamları bilmiyorlardı.

Onlar, Türklerin bayramlarda, mevlitte, çocuk doğduğunda, düğünde, ölüm halinde, ziyaretlerde birlikte yemek yemesine de anlam verememişlerdi.

Onlara, Türklerin birlikte yemek yemesi Türklüklerinin ifadesidir ihbarını ileten olmamıştı. Bu birlikteliğin, yediden yetmişe birlikte savaşmaya hazırız anlamı taşıdığı bir kutsallıktır. Sembolü yoktu, fakat asla eleştirilmeyen ve yorumlanmayan bir kutsallıktır. 72 bin kişinin 21 Mayıs 1989’da bir Mübarek Ramazan Gününde birlikte Büyük Ayaklanmaya kalkışması çok anlamlı oldu. İlk günlerde hiç kimse bayrak açmadı ve pankart taşımadı. Düşmanı susarak yenmek de kutsaldı! Ayaklanmamızın hak ve özgürlük şiarı din esaslı bir açıklamaydı. Yüce Tanrının bize verdiğinden fazlasını istemiyoruz, haklarımız ve özgürlüklerimiz kutsalımızdır, anlamı yayıldı.

Birlikte dualar eden, birlikte mevlit dinleyen, birlikte şerbet içen, birlikte oduna, çalıya giden, birlikte çalışan, türkü söyleyen, yemek yiyen insanlarımız birlikte savaşa kalkmıştı. Bunu Bulgarlar nereden bilecekti…

Evet Devletler akılla yönetilir. Bir devletin üçayağı basması gerekirdi. Bizim köylerde saç ayakları vardır onlar gibi üç ayak olmalıydı. 1-Akıl, 2-Ordu, 3-Para, bunlardan biri eksik olduğunda o devlet bağımsız olamazdı. Olamadı da kendisi uşak olduğu için kendi vatandaşlarını da uşak yapmaya çalıştı. İşte bu gün Bulgaristan’da Azınlıkların kendi liderlerini yükseltmelerine olanak vermeyen devlet devlet olamaz.

Bulgaristan’da, bayrak sembolü zeytin dalı olan Türklerdir, Müslümanlardır.

Tüm etniklerin gül demetini değerleyen ve Bulgaristan kokmasını sağlayan ve güç veren Türkler – Müslümanlardır.

Bulgaristan Türkleri Liderini kendileri seçmeliydi ve seçeceklerdir.

1989 yılında herkes göç yollarında kimse bu konuyu düşünemedi düşünmeye fırsat da bulamadı. Aydınlarımız toplama kamplarından ve hapislerden dönerken ellerine kırmızı pasaport verildi ve göç etmeleri istendi. Daha önceki yıllarda kürek cezasına çarptırılan aydınlarımızın da evini polis basmış ve memleketten çıkmaları istenmişti. Pasaport kuyrukları aylarca kısalmadı. Bu gün bile hala o kuyruklar devam etmektedir, inşallah ileride çipler takılır ve herhalde o zaman bu kuyruklar bitecektir. Bu da bize Müslümanlara pek uymayacağını da belirtmek isteriz. Kimse kimseye dur, gitmeyelim demiyor, Türkiye de bu konuda maalesef yol gösterici olamadı. Her zaman olduğu gibi sadece kapıyı açmakla yetindi.

1989’un 10 Kasımından sonra polisler meydanlardan çekiliyor, sokaklar sahte “demokrasi” militanlarıyla dolmaya başlıyor.

Önde gelen Sofya aydınları Sofya Üniversitesi’nde “uzlaşma” görüşme ve toplantılarına katılıyordu. Uzlaşılacak bir şey yoktu, çünkü Bulgar devleti zülüm ettiği Müslümanlardan resmen özür dilemeyi ve Türk isimlerini ve din haklarını iade etmekten henüz söz etmiyordu. Bu gün hala Pomak kardeşlerimizin büyük çoğunluğunun isimleri geri çevrilmiş değildir.

Sofya sinema salonlarında başkent aydınlarıyla birkaç toplantı yapıldı.

Konuşmalar oldu, fakat henüz bir dernek, hareket veya parti adı, eylem programı, kürsüden yumruk sallayan lider adayı ortaya çıkmamıştı. Bu toplantılarda Medü Doganov adında biri yoktu. Türkiyeli gazeteci ve diplomatlar hareketlenmenin öncüsü aktifle temas halindeydi.

28 Aralık 1989 sabahı Sofya Meclisi kar altındaydı.

Keçeli, kuşaklı, kalpaklı, sırtlarında o hareketin içinde yetişen, zindandan meclis kapısına alaca torbalı, önlükleri çok alacalı ve kat kat başörtüleri dağ çiçeklerinden esinlenmiş oyalarla süslenmiş bürgüleri beyaz karla bezenmiş her yaştan Bayanlar halk iradesini temsil eden ve kapısının üstünde altın harflerle BİRLİKTEN GÜÇ DOĞAR yazısı yazan binayı Meclisi kuşattılar. Başkentin her köşesinde her dairede işitilecek gür bir sesle milli koro halinde isimlerini ve din haklarının iade edilmesini isteyenler sahnedeydi. Bu çok güçlü bir çıkıştı. Bulgaristan hak arama direnişinin bağımsızlığını ortaya koymuş, buzlu havada aldıkları nefesten ısınan yürüyenlerin öncüsü Hasan Byalkov’tu. İki gün sonra isim ve ibadet haklarını alınca, “her şey sizin olsun, hakkımı helal edin!” dedi, ABD’ye uçtu ve bir daha dönmedi. O, direnişlerin içinde, yakınlarını ve dostlarını birer birer yitirerek ve zindandan çıkınca meclis kapısına dayanan mert ve yürekli bir öncü gençti.

21 Mart 1989 halk ayaklanmasında olduğu gibi, aynı yılın 28 Aralık günü Meclis binasını küşattan direnişlerin arasında Medü Doganov ya da Ahmet Doğan hakkında biri yoktu. 30 Aralık akşamı hava biraz açtığında meydana beyaz bir polis arabası yanaştı. İçinden çıkan zayıf, siyah sakallı bir genç elindeki polis hoparlörünün düğmesine basarak, “ben sizin garantörünüzüm” dedi ve polis aracındaki klimada ısınmaya devam etti. Alanı miting yöneticileri başta Hasan Byalkov olmak üzere alanı terk etmişti. Büyük bir kalabalık zaferi kutladı.

Ne yazık ki, 1990 yılının ilk gününde Bulgaristan şehirlerinin tüm meydanlarında “Türklerin haklarını geri vermeyeceğiz!” ateşi yandı. İsim değiştirmenin kanlı günlerinden sonra, Bulgaristan Türkleri, totaliter diktatörlük silahlı polis ve askeri birlikleriyle değil, Bulgar halkıyla yüz yüze gelmişlerdi. Yapacak bir şey yoktu, Bulgar komitalar, haydutlar sivil Türklere saldırmamıştı, müttefikler arası savaşta Türk ve Bulgar askerler aynı tabyalarda yatmış, birlikte savaşmıştı, memleketin ırmaklarını durduran 360 barajı birlikte kurmuş, kara ve demir yollarını birlikte döşemişler, yer altında birlikte maden kazmışlar ama şimdi totalitarizmden fışkıran Bulgar ırkçılığı aralarına yılan gibi serilmişti.

Tam o günlerde Bulgar Prof. Dr. “Bulgarlar Türk’tür!” dedi ve ateş daha da parladı. Din haklarını 1872’de Osmanlı Fermanıyla elde eden, Osmanlı bağrında üretim, ticaret ve mali burjuvazi oluşturan, okul kurup aydınlanan, İstanbul okullarında okuyan ve dünya sahnesine halk olarak çıkan Bulgarların bu ırkçı tavrını anlamak çok güçtü.

1876 Nisan Ayaklanmasını ateşlemek için Batı konsolosluklarından para aldıklarını hatırlayanlar, birbirlerinin gözlerine bakarak bu soruya cevap arıyorlardı. Bir iç savaş gerginliği yaşanan o günlerde, Medü Doganov elinde hoparlörle değil, Türkleri temsil etmek için bir siyasi parti kurdum iddiasıyla Kırca Ali meydanında belirdi. Daha sonra anlaşıldığı üzere sözüm ona “kurduğu” partinin Tüzüğünde “Bulgaristan Türkleri Bulgar milletinden bir parçadır” yazıyordu. Dolayısıyla Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük, eşitlik, adalet ve demokrasi davası 1984 yılının 24 Aralık sabahı 17 aylık Türkan kızımızın kurşunlandığı ana döndürülmüştü. 2020 yılına kadar bu durum değişmedi, Bulgaristan Türklerinin kimlik davası kilitlendi ve çözülemedi. Bulgaristan Türk seçmenin meclise, belediyelere ve muhtarlıklara gönderdiği kadrolar Türk kimliğimizi diriltecek duvarı aşamadı, 1989 Mayıs Ayaklanmamız ile 1989 Aralık zaferimizi ileri taşıyamadılar. Partinin politik yönetimi halkımızın iradesini kişisel menfaatler için kullandı ve ihanet yolunu seçti.

Halkımız yıllardan beri gerçek liderini bekliyor.

İlk dönemde Ahmet Doğan olayının bir komplo olduğunu anlayamadık. Türkiye diplomasisi HÖH partisini desteklemekle aslında Bulgaristan Türklerinin asimilasyonunu desteklemiş oldu. Yıllar sonra Bulgaristan’daki gelişmelere hak ve özgürlük davasından su almış Bulgaristan Türkleri dışında kimse cevap veremeyeceği ortaya çıkmış oldu.

Bu ağır mücadelede Bulgaristan Türkleri zeytin dallarından simge ve bayrak yaptı ve BARIŞ istediler. Bu istek, güvenlik yalanı ardına gizlenen devlete yöneltildi. Çok dilli, çok milletli ve çok kültürlü etnik topluluklardan oluşan, gül kokan toplumsal demetimizde bir gonca olmak istediğini belirtti.

HÖH fahri “lideri” hain A. Doğan “birliktelik”  ve “Bulgar Etnik Modeli” sloganlarıyla Türkleri eritme siyasetini sürdürürken, halkımızı aldatma siyasetinde ustalaştılar ve milyoner oldular.

Bulgaristan Türklerinin kimlikleri ile huzur, refah ve mutluluk içinde yaşama çabalarını özendirip koordine etmek ve yönetmek için özel önlemler alma zamanı geldi. Yıllarca biriken sorunların Türkiye Cumhuriyetinin desteği olmadan çözülemeyeceğini hepimiz gördük. Birlik olup ortak sorunlarımızı çözelim!

Bu yolu açacak bir lidere ihtiyaç duyulduğu artık gün gibi ortadadır. Bulgaristan’ın geleceği Türklerin iman ve azmine bağlıdır. Halkımızın yükselteceği liderimizin iradesinden güç alacaktır. Hayırlısı!

Saygılarımla,