Zorluklar Karşısında Müslümanın Tavrı

Düzce İl Milli Eğitim Müdürlüğü,
Maarif Müfettişi, Eğitimci Yazar
Nevzat ÖZTÜRK

Dünyada nimet, iyilik ve ihsan ile çaresizlik, yoksulluk ve sıkıntı arasına sıkıştırılmış bir hayat vardır. İnsan bu hayatın içinde bazen iyi hal, bazen· de çaresizlik içinde hayatını devam ettirir. Allah Teala Kuran’da, insanı çeşitli bela ve musibetlerle sınava tabi tutacağını haber vermiştir: ”Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. (Bakara Suresi 2/155)” Ayette müminlerin ileride karşılaşacakları sınama amaçlı başlarına gelecek ölüm, hastalık, korku, açlık, üzüntü ve yoksunluk gibi bir musibetlerden söz ediliyor. Ayetin devamında ise güzel sabrın ne olduğu öğretilerek nasıl sabredileceği gösteriliyor. Yani sabredenlerin, başlarına bir musibet geldiği zaman, . “Biz şüphesiz (her şeyimiz/e) Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na döneceğiz“(Bakara Suresi 2/156)”  diyenler oldukları açıklanıyor. Bundan kasıt ise, kendilerine bir musibet isabet ettiği vakit, ‘biz Allah’a aitiz ve mutlaka O’na dönüp varacağız’ diye Allah’a teslimiyetini arz etmekle kendini teselli ederek sabredilmesidir.

Dünya· hayatında baş gösteren hastalıklar, çeşitli mahrumiyetler, ölümler gibi benzeri musibetlerle karşı karşıya kalan insan, genellikle iki farklı eğilim gösterir. Ya musibetlerin kimin tarafından ve niçin gönderildiğini düşünme ihtiyacı hissetmeden başına gelen musibetler karşısında sabretmeyerek kendini ruhen kırgınlığa verir, sızlanır, saçını başını yolar. Ya da tüm bu musibetlerin Allah’ın bir imtihanı olduğunu düşünerek O’na karşı isyan emareleri gösteren taşkınlıklardan kaçınır. Allah’ın nimet-azab, rahmet-gazab dengeleriyle sınandığını anlayıp sabrederek Allah’ın takdirine gönül hoşluğuyla rıza gösterir.

Allah’tan gelen bela ve musibetler karşısında takınılması gereken ideal tavır Hz. Eyyüb kıssasında sunulmaktadır. Allah Teala Hz. Eyyüb’u ehlini ve servetini kaybetmek ve vücudundaki hastalıklara sabretmekle imtihan etmiş, sabır ve teslimiyette onu bütün insanlığa örnek göstermiştir.  Hz. Eyyüb dert ve sıkıntıların da en az Allah’tan gelen huzur ve mutluluklar kadar değerli olduğunun idrakine varmış, ağır hastalığının yol açtığı derin umutsuzluklara rağmen, onun mükâfatını düşünerek uzun yıllar sabretmiş ve merhametine sığınarak Rabbine şöyle yakarmıştır: “Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin. “(Enbiya Suresi 21/83) Bu yakarıştan sonra Allah da duasını kabul etmiş, sabretmesinin bir mükâfatı olarak ona hem fiziksel sağlığını, hem de kaybettiği aile ve servetini fazlasıyla geri vermiştir. Hz. Eyyüb sabır imtihanını başarıyla bitirmişti. Ne zenginlik, ne fakirlik, ne de dayanılmaz hastalıklar ona gaflet vermiş, onu Rabbine ibadetten döndürememiştir. Allah(c.c) -Kur’an’da, “Gerçekten biz Eyyüb’u sabreden bir kimse olarak bulduk .. O ne güzel bir kuldu! O, Allah’a çok yönelen bir kimse idi”  buyurarak bizzat onu övmüş, kıssanın sonunda da, “Tarafımızdan bir rahmet ve kullukta bulunanlar için de bir ibret olmak üzere ona ailesini ve onlarla beraber bir mislini daha vermiştik. “(Sad Suresi 38/44)  buyurarak musibetlere maruz kalanların, kendilerine Hz. Eyyüb’u örnek almalarını, onun  sabır ve teslimiyetinden ders alıp başa gelen olumsuzluklara metanetle karşı koymaya çalışmaları gerektiğini dile getirmiştir.

Yine Hz Yakup örnek gösterilerek müminlere, başa gelen musibetlere karşı yakınmadan ve sızIanmadan sabredilmesi gerektiği tavsiye edilmekte ve belaların verdiği üzüntünün sadece Allah’a arz edilmesi öğütlenmektedir. Hz Yakup bitmeyen tükenmeyen bilmeyen güzel sabrıyla ve ümidiyle örnek bir peygamberdi. Kendisi, evlat acısıyla imtihan edilmişti. Hz. Yakup, bu imtihan karşısında, “”(Başıma gelen musibete karşılık) Artık bana düşen, güzel bir sabır (sabr-ı cemil) dır”( Yusuf Suresi 12/18)demesiyle bu çeşit sabra örnek gösterilmiştir. Ayette geçen sabr-ı cemilden maksat, musibetler karşısında herhangi bir tahammülsüzlüğün ve şikayetin bulunmadığı sabırdır. Yani musibetleri indirenin Allah olduğunu bilip, sonra Allah’ın, malikül-mülk(mülkün sahibi) olduğunu anlamaktır. Malik olana, kendi mülkündeki tasarrufundan dolayı itiraz edilemez. Dolayısıyla kalbin bu makama dalması, kulu şikâyette bulunmaktan alıkoyar. Buradaki şikâyetten maksat ise insanlara yapılan şikâyettir. Allah’a yapılan şikâyet ve yalvarma sabr-ı cemile aykırı olarak görülmemelidir. Aksine sabreden kişi sadece derdini Allah’a açar, şikâyetini başkasına değil, sadece O’na bildirir. Sabrın Allah’tan başkasına şikayeti terk olarak tanımlanması buna işaret eder. Eğer derdini Allah’a arz etmek sabırsızlık olsaydı, Allah’ın sevdiği bu peygamberler, dertlerini Allah’a arz ve şikâyet etmezlerdi. Nitekim hem Hz. Yakup hem de Hz. Eyyüb dertlerini Allah’a arz etmişlerdir. (Bknz.Yusuf Suresi 12/18; Enbiya Suresi  21/83)

Mümin, bu dünyada meydana gelen iyi ve kötü her şey Rabbinin kudreti ve iradesi dâhilinde olduğunu bilir. Nefsinde, evladında yahut malında hoşlanmadığı musibet ile karşı karşıya kalan mümin, bu hoş olmayan olayı güzel bir sabırla karşılar ve bu olayların kendi iradesi üzerinde mutlak bir iradesi olan Rabbinin bilgisi ve gücü dâhilinde olduğuna iman eder. Böylece başına gelenlere razı olup sabreyler. Allah’a rıza ve teslimiyet gösterir, bu gibi durumlarda Hz Yakup ile diğer peygamberleri kendine örnek alır.

Kur’an-ı Kerim, müminlere Allah’tan gelen ölüm, hastalık, açlık, yoksunluk gibi musibetleri gönül hoşluğu ile karşılayıp O’nun takdirine teslim olmayı emrederken, kullardan gelen musibetlere karşı ise direnmeyi ve mücadele etmeyi emreder.  Çünkü Allah’ın kullarına vermiş olduğu bela ve musibetlerde bir hikmet ve bir maslahat bulunur;  ama kullardan kaynaklanan musibetler ise böyle değildir. Bu nedenle bunları ortadan kaldırmaya çalışmak gerekir. Nitekim Allah Teâla, Müslümanların, adaleti hâkim kılmak, zulmü ve adaletsizliği ortadan kaldırmakla görevli olduğunu şu ifadelerle dile getirmiştir: “Yavrum! Namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir. “’ (Lokman Suresi 31/17) Ayette, iyiliği emreden ve kötülükten sakınılmasını isteyen herkesin zorlukla ve eziyetle karşı karşıya kalmasının mümkün olduğuna işaret edilmiş, toplumun ıslahı ve selameti gibi bir işe girişmenin kolay olmadığına ve dolayısıyla, halkın muhalefeti ve mukavemetiyle bir takım musibetlerle karşı karşıya kalınmasının büyük bir sabır, cesaret ve kararlılık gerektiğine dikkat çekilmiştir.

Sabır ve zafere ulaşma ayrılmaz iki kardeştir. Zafere ulaşmak sabırdan sonra gelir. Ferahlık ve sevinç üzüntüden sonra gelir; güçlük ve sıkıntıdan sonra kolaylık gelir. Kur’an’da “Muhakkak her zorlukla beraber bir· kolaylık vardır” (İnşirah Suresi  94/4-5)  şeklinde dile getirilmiştir. Çünkü sabır, sıkıntı ve zorluklar karşısında insanın direnme gücünü arttırır. İnsana, bela ve musibetlere, Allah yolunda çekilen çile ve sıkıntılara, amellerin getirdiği yüklere ve nefsin arzularına karşı koyma gücünü kazandırarak, onu başarıya ve zafere ulaştırır. Dolayısıyla nefsini sabra ve sebata alıştıran kimseler başarılı ve rahat olurlar. Zorluklar karşısında kalınca; o zorluğu yenmek için çaba harcarlar ve sabrederek muzaffer olurlar.

Hastalık ve ölümler günlük hayatta sık sık karşılaşılan zorluklardandır. Her hastalık farklı olmakla birlikte her birinin insana verdiği meşakkat de farklıdır. Hz. Peygamber hastalanıp sıtmaya yakalandığında iki kat fazla ağrı hissetmiştir. Peygamber Efendimiz aile fertlerinden biri hastalandığında onlara dua etmiş,  ağrısı olup zor durumda olan hastalara Allah’tan şifa istemiş, telkin ederek tedavi etmeye çalışmış, hastalıktan kurtulup bir daha hastalığa yakalanmaması için duada bulunmuştur.

Bu hayatı yaşarken de her birimiz imtihana tabi tutuluyoruz. Bu günlerde dünya, korona virüs (covit-19) salgını nedeniyle tarihi bir imtihan yaşıyor.  Bu hayat bize emanettir. Öncelikle onu korumamız gerekiyor. Sağlığımızı muhafaza etmeye çalışmamız gerekiyor. Bir hastalığa yakalanırsak tedavi yollarını aramamız gerekiyor. Öncelikli olarak hastalığa yakalanmamak için elimizden gelen tedbirleri almamız gerekiyor. Çünkü, Müslüman sadece kendisi için değil, çevresi için de hassas davranandır.

Koronavirüs salgını sebebiyle çevremizdeki insanların yaşam hakkına saygılı olmalıyız. Müslüman kendi canını nasıl koruyorsa çevresindeki insanların da canını öyle koruması gerekir. Müslümanlar sadece kendisi için değil çevresi için de hassas davranmalıdır. Müslüman bu duyarlılığa sahip olan insandır. Müslüman diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kişidir. Müslümanlar olarak çevremize karşı sorumluluklarımız var. Salgın ortamında daha duyarlı yaklaşmamız gerekir. Ailemizin ve çevremizin korunması hususunda üzerimize düşen sorumluluğu üstlenmek bir Müslüman olarak vazifemizdir. Toplumsal olarak herkesin iştirak ettiği tedbirlere uymamak kul hakkına girmektir. Salgının bertaraf edilmesi için alınan tedbirlere en fazla riayet etmesi gereken Müslümanlar olmalıdır. Mümin kişi bu tedbirlere, en fazla uyan olmalıdır. Sabretmeli, sabrı ile zorlukları yenebilmelidir.

Hastalık veya musibetler karşısında sabretmek, başka sorumluluklarımızı ortadan kaldırmıyor. Bilakis daha duyarlı olmamızı gerektiriyor. Çevrede olup bitene karşı duyarlı, müşfik ve merhametli olmak, dengeli olumlu beşeri ilişkilerin temelini oluşturmaktadır. Fertler arası yardımlaşma böyle bir düşünce zemininde gelişir. Zayıfların gözetilmediği, güçsüz, yaşlı ve yetimlerin korunmadığı, himaye edilmediği toplumlar sıkıntılardan kurtulamamışlardır. Nitekim Hz. Peygamber: “Zayıf ve güçsüzün itilip kakılmadan ve rencide edilmeden hakkını alamadığı bir toplum yücelemez” (İbn Mâce, Sadakât 17) buyurarak güçsüz ve ihtiyaç içinde olana yardım edilmediği, gözetilmediği müddetçe toplumun yücelemeyeceğini bildirmiştir.

Kim Müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah’ın da onun ihtiyacını gidereceğini, sıkıntısını gidermesine karşılık Allah Teâlâ’nın da o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini gidereceğini, kim bir Müslümanın ayıp ve kusurunu örterse Allah Teâlâ’nın da o kimsenin ayıp ve kusurunu örteceğini; bir kul, din kardeşinin yardımında olduğu sürece Allah’ın da onun yardımında olacağını müjdeleyen Resûlullah, yardım etmeye ve Müslümanın ihtiyacını gidermeye teşvik etmektedir.

Öyleyse bize düşen Mümince bir sabır, tedbir, tevekkül ve ihtiyaç sahiplerine yardım etmektir. ”Biz Bize Yeteriz TÜRKİYEM” milli yardım ve dayanışma kampanyasını destekliyor, mazlum coğrafyalardaki muhtaçların da unutulmayacağını biliyor ve diliyorum.