Kültürümüzle İlgili Yapılanlar yasaklanmalı
Semra YUSUFLAROĞLU
Tarih: 18 Nisan 2020
Bulgaristan’da art arda gelen ve hele şu Paskalya günlerinde ensemize oturan yasaklar ağır geldi. Eski ve taşlaşmış yasaklar olmasa, belki bu kadar sıkıcı olmazdı.
İnsan Allah’ın yaratıcılığı sayesinde konuşmaya başladığı kabul edilmiş ve artık tartışılmayan bir konudur. Heceler, sözler, değimleri, cümleler, değerler, yargılar, tarihin öykülenmesi, bugünün anlatımı ve hayaller ise, KÜLTÜR yaratan özdür. Kültür bir de toplum ürünüdür. Ve bir insanın kültürünü yok etmek istersen tam tersini yaparsın, önce tarihini, ardından bugününü ve gitgide hayal edebilmesini kısar, öykülenmesini engeller, anadilinden sözler, değimleri ve yargı kavramları kullanarak düşünmesini ve konuşmasını yasaklayıp, insandan hayvan yaparsın. Kitapları yakılmış insan hayvandır!
Bu çok denenmiş ve yapılamamış bir şeydir!
Halklar buna “Yasaklamakla başa çıkamazsınız!” demişler. Yasaklanan istenmeyendir. Örneğin, Bulgaristan’da Osmanlı’dan kalan, Türk kokan ne varsa yasaklansın, yasaklanamaz ise yıkılsın, yıkılamaz isa bombalansın ve yerle bir edilsin, anlayışında olduğu gibi, yeni sosyal düzende istenmeyenin karşıtı olan İSTENEN hayata çağrılsın programı Avrupa Birliğinden de desteklenin “10 yılda Romanları entegre etme projesi” olarak uygulandığında elde edilen sonuçlar şunlardır:
- Tatar Pazarcık (Pazarcık) il merkezinin “Tokoyto” mahallesi ile “İzgrev” (Şafak) mahallesindeki tüm Hanefi Müslüman nüfus “vahhabiğilik” fırkasına geçmiş ve Müslüman Diyaneti Sofya Baş Müftülüğünden kopmuş olup, ayrı otonom bir İslam kubbesi altında toplanmıştır.
- Samakov il merkezindeki Roman nüfus, Ortodoks Hıristiyanlıktan ve Müslümanlıktan ayrılarak Katolik Evangelist kubbe altında toplanmışlardır.
- Sofya’nın “Fakülte”, “Filipovtsi” ve “Orlandovtsi” kalabalık Roman mahallelerinde Müslümanlıktan Hıristiyanlığa zorlanan nüfus Katolik “Evangelist” kubbe altına kaymıştır. “Fakulteta” mahallesinin kalabalık “Kamboca” mikro semtinde uygulanan korona virüs karantinasında, bu yerleşim yerinde akarsu ve atık su kanalı olmadığı tespit edilmiştir. Ne var ki, korona virüs mikrobu pisliği sevmediğinden dolayı bulaşıcı vakasına rastlanmamıştır.
- Son10 yılda Sliven (Slivne) Romanları 4 mahalleyi birleştirmiş ve halen “Hristo Botev” mahallesinde oturuyorlar. Bu yerleşim yerlerinde oturan vatandaşların yaşadıkları mahallelere şimdiye kadar yoksullar “Gettoları” adı verilmişti, getto İngilizce bir kapalı ve tek kapılı alan olduğundan dolayı, Bulgarcada kullanılmaması ve “mahalle” sözünün kullanılmasına karar alınmıştır.
- Kazanlıktaki “Gül Bahçesi” gettosu tek kapılı ve giriş çıkışı kontrollü olduğundan korona virüs mikrobu mahalleye girememiş ve vadide güllerin ve lavantanın açmasını bekleyen işsizler, rül toplamaya gitmek için kimden izin alacakları konusunda henüz bir karara varamamışlardır.
- Paskalya günlerinde Sofya büyük şehir giriş çıkışlarını kontrol altına alan trafik polisi, polis ve jandarma izin kağıdı isteyince araç sahiplerinin hepsi “vefat haberi ve cenazeye katılma izni” göstermişler, yapılan denetimde belgelerin sahte olduğu anlaşılmıştır. Yasaklar ancak biçim değiştir….
İşte böyle bir ortamda Bulgaristan’da devam eden korona virüsle ulusal mücadele ortamında 23 Nisan çocuk bayramının anılmayacağı açıklandı. Bu vesileyle, Şubat ayında kutlanan Anadil Günü ile ilgili Hak ve Özgürlükler Milletvekili Erol Mehmet’in Bulgar parlamentosunda yaptığı konuşmayı değerli bulduğumuzdan bazı hususlara işaret ediyoruz:
“Dil çeşitliliği, değeri büyük bir manevi zenginliktir. Anadilinde ders veren bütün öğretmenleri kutluyorum. Seçim kampanyaları sırasında anadilinin kullanılmasına devam eden yasaktan dolayı iktidarı suçluyorum. Bu yasak uygar bir önlem, bir Avrupa normu değildir, ad değiştirme sürecinin bir devamıdır. Türkçe, Romanca, İbranice ve Ermenice okuyan öğrencilerin sayısının artırılmalıdır. Avrupa’da 170’in üstünde dil kullanılırken dünyadaki sayısı 6 binden fazladır. Anadiller zorunlu okutulmalıdır.”
Biz burada 70 yıldır süregelen Türkçe yani anadilimizin yasaklanmış durumunu meclise taşımışız ve 240 milletvekiline, “aman yapmayın çocuklarımız cahil kaldı, bu işi bir an önce çözelim” diyecek kadar sert cümle kurmadan, konuşma yapıyoruz. Biz Bulgar toplumdan bir yan parçayız, ana dilsiz kalınca, eğitimsiz, mesleksiz, geleceksiz kalıyoruz. Bu Bulgaristan geleceğinin de çöküşü olacak, diyemiyoruz. Anadilini bilmeyen çocukların Bulgarcayı bilmesi niye yarar, Bulgarcayı konuşan zaten kaç kişi var – klasikleri, buluşları, başarı olmayan bir topluluğun dili – Bulgaristan dışında işe yaramıyor, desek ne olur ki?
Daha çok söylenecek şeyler var da, bir defa Bulgar zenginler ve bürokrat tabaka çocuklarını İngiliz, Fransız, Alman, İspanyol ve Rus kolejlerinde okutuyor. Bu eğitim çocuk daha anaokulunda iken başlıyor. Bulgar diplomat ve bakanların, generallerin torunları ise İsviçre kolejlerinde eğitim alıyor. Yüksek-öğrenimi ABD ve İngiltere Üniversitelerinde alanların sayısı arttı.
Durum böyle iken Bulgaristan’daki 8 azınlığın çocuklarının anaokulunu görmeden Bulgar sınıflara toplanması, eğitim sisteminin genel çöküşüne ve günümüz gereklerine uygun düzeyde kadro eğite-memesine ana nedendir. Azınlık dillerine saygı gösterilmelidir. Azınlıklar kendi dillerini öğrenerek genel Bulgar kültürünü zenginleştir-melidir. Bunun için gerekli pedagoji kadro eğitimi ne ağırlık verilmeli ve hazırlıklara hemen başlanmalıdır.
Bu arada şöyle bir gerçek de var. Anadili çorak kalmış, değimleri silkinmiş, atasözleri, fıkraları unutturulmuş, ozanların sazları kırılmış, şarkıları türküleri unutturulmuş, fıkraları anlatılmayan bir halk topluluğu öncü olamaz. 1950’lerde olduğu gibi diğer azınlıklar arkasından yürümez.
***
Bu işte Türkiye’den gelen ve Bulgaristan’da görevli olarak yıllarca kalan diyanet görevlilerine büyük vazifeler düşmektedir. Onlar kuran kurslarında, edep ve Kuranı Kerim dışında anadil öğretimine de önem verip işlerin sökülmesi açısından bilinçli atılganlık göstermek zorundadırlar. Aynı kadrolar, 2020’den başlayarak TV programlarında yoğun olarak sunulan Türkçe derslerinin anlaşılmasında ve sürekli izlenmesi işlerinde metodik yönetici, rehber öğretmen rolü de görebilirler. Hedef, Bulgaristan Türklerini eğitimle uyandırmak ve aydınlatmakla, vazife kutsaldır ve destek bulacaktır. Bulmalıdır. Anadilini konuşup yazamayan bir halk topluluğu genel irade oluşturamaz, bu kapı bir daha kapanmamak üzere açılmalıdır. Bizim için Türk dili öğretimi din eğitiminden önde gelir.
***
Biz, anadilimizi kullanamadığımız, eşit olmadığımız bir toplumda mutlu olamayız. Bu eşitsizlik Bulgaristan’da totaliter sosyalizmle, Todor Jivkov diktatörlüğü döneminde ortaya çıkmıştır. 1972’den sonra içine atıldığımız manevi parçalanma bir iç savaşın temel nedeni ve motoru olmuştur. Biz anadil zulmü yaşadık. Anadil cezası ödedik. Anadilimiz için sürgün yattık, hapse girdik, sakat kaldık, yurdumuzdan kovulduk, vatansız kaldık. Anadil davası bizim için kutsaldır. Özgürlük davamızın bir parçasıdır.
Bulgaristan’daki eşitsizliklerin birçok kaynağı olduğunu biliyoruz. Bizim için bunların başında Türk Kimliğimizin yasalarca tanınmaması gelir. Ardından da anadilimizin anayasal hak olarak meşrulaştırılmamış olması ve oradan da tek kültürlü, tek devletli bir Bulgar devletinde mağdur kalmış olmamız ortadadır. Biz bu gün 1960 yılının başında Türkiye’ye gitmek için 400 bin dilekçe sunduğumuz gibi, ana dil olarak Türk dilini Bulgar devlet okullarında zorlu ders olarak okuma, birkaç pedagoji okulu açılması için imza kampanyası başlatmaya davet ediyorum. Daha önce anadil grevi yaptığımızı unutmayalım. İmzalı bildirileri, Birleşmiş Milletler Teşkilatına, ÜNESKO’ya AGİT, Helsinki Komitesi ve Avrupa Konseyine, Avrupa Parlamentosuna, Avrupa Birliğine ve Uluslararası insan hakları kurumlarına ve diğer kurumlara göndermemizi öneriyorum. Haklarımızı koparıp almak zorundayız. HÖH partisi lider ekibinin kendi çıkarlarına baktığına ve 30 yıldır hepimizi aldattığı gibi, gözümüze kül serpmeye devam edeceğine inanıyorum.
Şu noktaya da dikkatinizi çekmek istiyorum. HÖH Kırca Ali Kongresi esnasında delegelerden bir kısmının Haskovo ili Mineralni Bani (Ilıca) Belediyesi otellerinde gece gece dövülmeleri iz bıraktı. Ahmet Emin’in “sarayda” öldürülmesi, A. Doğan’ı 8. Kongre kürsüsünden fırlatan Oktay Yani Mehmet’in hapse atılması halkımızda ve kamuoyunda endişe uyandırdı. Doğan ve ekibinden birkaç kişinin uzun zaman silahlı korumalı gezmesi de sıradan vatandaşı ürküttü. Parti kurucularından ve milletvekillerinden Mehmet Hoca, Mümün Solak, Osman Oktay, Güner Tahir, Korman İsmailov, Kasim Dal, Lütfi Mestan ve etrafındaki kadroları HÖH’ten ayrıldıktan sonra çöpe itilme denemeleri, işsiz bırakılmaları dikkat çekti. Ortak katmandan olumlu eleştiride bulunan kadroların bile ancak ölmeyecek kadar nefes alabilmesi gözden kaçmadı. 10 bin HÖH-li direnişçi memleketi terk etti. Tüm devletin yeniden Türklere karşı dikilmesi örneklenebilir. Direniş kahramanlarımızda, militan kadroda, yüreklilerde, fikir babaları değiştirildi. Öncülerden ve onların çevresinden olanlar kimliksiz yenileriyle değiştirildi. Parti içinde korku ortamı uyandı. Ürkenler kaçtı. Düşünenler sustu. Oysa yalan bir sima yaratılmıştı. AHMET DOĞAN DEVLET GİBİ HAREKET EDİYORDU ama devlet değildi. O da bir insandı ve gölgesinden korkan biriydi. Bu kanıyı halka indirmek yıllarımızı aldı. O da yasalar karşısında hesap vermeliydi. MULTİ-GRUP dolandırıcılığından parmak yallayanlardan biriydi. Müslüman oylarını iktidara satacak kadar alçak düşmüş ve adalet önünde hesap vermesi gerekiyordu.
Biz ayaklanmış bir geniş halk topluluğuyuz. Hain Ahmet Doğan’a kul olmamıza, itaat etmemize gerek yok. Biz kendimizi koruyamazsak o bizi asla koruyamaz. Bir kişi hiçbir şeye garantör olamaz. Böyle bir kanun yoktur. Anayasa’da böyle bir madde yoktur. Biz-siz- hepimiz-halkımız olmasa A. Doğan olmazdı, olamazdı. Genel irade biziz, o değil! Tüzel kişilik halkımızın kendisidir. Ve bugüne kadar hiçbir konuda ne Ahmet’e ne de Mehmet’e ne de başka birisine hiçbir konuda bizi temsil yetkisi verilmemiştir. Bulgaristan’daki yerel ve genel seçimler böyle bir anlam taşımaz. Egemen güç halkın bizzat kendisidir. Yetki ve güç de halkımızdadır.
Biz kendimizi olduğumuz gibi kabul edelim. Değişmesini istediğimiz anayasa ve yasaları da olabilecekleri gibi düşünelim. Bizim için başkasının düşünmesini istemeyelim çünkü yine aldatılırız…
Bu gün Bulgaristan’da adalet parçalanmıştır. Yargı sistemi Türkler ve diğer azınlıklar lehinde işlemiyor. 517 kişi “Belene” kampında yattı, parmakları kesilmiş, sakat kalmış, gözü çıkarılmış kardeşlerimiz var birisinin davasına bakılmadı. Davalar 30 yıl sürü ve karar çıkmadı. Halkın faydasına çalışmayan yargı adil kabul edilemez. Ensemizdeki totaliter zulüm devam etmektedir. Görünen budur.
Biz eşitliğimiz için mücadele ettik ve taviz veremeyiz.
Bulgar devletinden özgürlüğümüz pahasına güvenlik de isteyemeyiz. Yukarıdaki örnekler-imde, isim değiştirmeler, 1913’ten beri aynı insanların devamlı din değiştirmeye zorlanması, kabul etmeyenlerin sefillikten boğulması, daha fazla kabul edilemez.
Biz ana dilsiz olamayız. Biz kimliksiz olamayız. Biz köle değiliz.
Bizim vazgeçilemez haklarımız var. Biz Türk’üz ve öz haklarımızı başkasına devredemeyiz. Anadil hakkımız, okuma yazma hakkımız, edebiyat ve sanat yaratma hakkımız bizim devredilemez haklarımızdır. Bu haklarımızın yasaklanmasına göz yumamayız! Yutkunamayız. Bu konuda halk irademizden başka son söz sahibi olamaz. Bulgarlara böyle haklar devredilemez. Bu haklarımız dere boyundaki pınarı ortak kullanalım gibi bir şey değildir. Bunlar bizim kutsalımızdır. Osmanlıdan mirasımızındır, özümüzün suyudur.
İnsan temel hak ve özgürlüklerini satmaz. Doğan bizi gizlice satmıştır. Onu yaratanlar bilinçli oynadılar, tuzağa getirildik ve o bizim haklarımızı satmıştır. Olay budur. Hakları olmayan, özgür olmayan insan ölümü seçmiş olur ki biz kelle koltukta Ayaklanmayı seçmiş bir topluluğuz. Biz kendimiz olmak için ayaklandık. Biz yenilmedik. Todor Jivkov’un biz Türkleri “yendik” sözleri yalandır. Bulgar bizi yenseydi, 1991 anayasasına “Türk köleler” kavramını işler ve bize nefes aldırmazdı. Memleket boş kaldı, yenik düşen kendisidir. Ölümle kalım arasında biz HAYATI seçtik. Ana-vatanımız-dayız. Ama bu Bulgaristan’daki haklarımızdan, oradaki kardeşlerimizin haklarını elde etmesinden yana olmadığımız anlamına gelmez. Gelemez!
Bizi biz yapan farklılıklarda biri ANADİLİMİZDİR ve onu hiç bir şeye değişmeyiz!
Biz bilinçli İnsanız ve insan olarak yaşamak istiyoruz!!!
Kendinize iyi bakınız.
Evde kalınız! Maskesiz dolaşmayınız.
Paylaşınız.