Korku Ve Panik Pazarı
Renginar GÜLER
Tarih: 23 04 2020
Almanya’nın büyük şehirlerinden Rostock kent hastanesinden son korona virüs hastası taburca edilince, halk bayram etmiş. Ne güzel değil mi? İş Allah biz de bu günü yakında görür, yaşarız. Bizi önce kıta, ardından devlet, şehir, semt, mahalle derken, apartmanlarımıza ve sonunda dairelerimize ve hatta kendi odalarımıza kapadılar. Artık korona belasıyla ilgili yeni güzel bir haber işitmek istemiyorum.
Günün anlamına gelelim. 23 Nisan Ulusal Bayram! Gurur günümüz. Türk olmanın gurur günü. Biz Türk olmasaydık, Türk kimliği ile yaşamasaydık, korona virüsüyle mücadelede birinci, ikinci denemeden sonra 3. atılımda artık aynı ulusal demi bulamazdık, tek yürek olduk, tek ruhta buluşmak, büyük bir zafer. Devletimize güvencemiz sonsuz. Hiçbir aile “aç kalırız” paniği yaşamadı.
Korkular ve panikler son ayın ürünü değil. Örneğin memleketimiz Bulgaristan’da halk devlet önlemlerine karşı endişeli, sarsıntılı protestolu ve uyanan depremli günler yaşıyoruz. Meclisin toplanamaması, Maliye Bakanının parasal durumla ilgili üstü kapalı konuşması kuşkuları arttırdı. Büyük şehirlerin yoksul ve Romen mahallelerindeki patlamalardan sonra, tepkilerin merkezi Kuzey Bulgaristan/Plevne demirci, burgusu ve kalaycı köylerine kaydı. Yazılarımda Bulgaristan’daki korona virüs ocaklarına işaret etmekte zorlanıyordum, çünkü hayatını yitirenlerin köyleri, kentleri bildirilmediğinden somuta inemiyordur. Bilgi kaynağı tek noktaya kilitlendi. Haberleri, tek kaynak – Virüsle Mücadele Konseyi Başkanı Albay, Profesör, D-r, Mutafçiyski veriyor. Son günlerde Plevne şehrindeki “Mizya” hazır giyim fabrikasına kilitlendi. 900 kişinin çalıştığı bu işletme, etraf köylerden işçi çalıştırıyor ki, salgın ocakları köylerde patladı.
Halka yardım konusunda hükümet ihtiyatlı davranıyor. Türkiye’de sağlık malzemeleri isteyen 104 devletten birisi Bulgaristan. Komşu komşunun külüne muhtaçtır günleri geldi. Aslında son haftalarda gözü kulağı Avrupa Konseyi’nde olan Bulgar hükümeti etkili destek alamadı. İşten çıkarılanlarda kıpırdama var. Halkın yedek dağarcığı tükendi. Birden bire olmak üzere, yasakların başlamasıyla, gece gece, ara ve kara yollardan çıkış yaşandı, köyde evi olan köyüne döndü. Hükümet vatandaşı serbest bıraktı gibi bir hava belirdi. Önümüzdeki Mayıs ayında 18 gün çalışılmayacak. Karantina uygulanmasının ardından hükümet sosyal yardım programlarını harekete geçiremiyor. Maske, sabun, dezenfektan bile dağıtmadı. Yardım paketleri Müslüman Diyaneti müftülüklerinden geldi. Arap Emirlikleri de Ramazanın ilk gününde dağıtılması için 1 TIR firma, maske ve gıda malzemesi göndermiştir.
1991’den beri Bulgar devleti küçülme sürecindedir. Önce tarım kooperatifleri ve devlet tarım işletmeleri bozuldu. Devletin olan tohum ve yem üretim işletmeleri, örnek hayvan çiftlikleri kapandı. 1980’li yıllarda Bulgaristan’da 15 milyon koyun-kuzu ve. 6 milyon iri baş (inek manda) hayvan vardı. Çimdi koyun ve keçiler 1.5. milyon, ineklerin sayısının ise 90 bine düşürüldü. Tavuk çiftlikleri de % 60 oranında azaldı. 1990’dan önce Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliğini besleyen Bulgar tarımı söndü. Patatesten maydanoza ithal ediyoruz. Konuyu açmamın sebebi, tarımsal üretimde Avrupa Birliği destek fonlarını yakalayamayan Bulgaristan, serbest Pazar ekonomisinde rekabet gücü toplayamadı. Olağanüstü durum koşullarında, seraları doldurmaktan korkan köylüler, Tarım Bakanlığından destek istediler. Cevap olarak, bakanlık sezon tarım ürünleri ithalini yasakladı. Tabii bu durum, fiyat garantisi olmayınca, tüketicide korku, çarşı pazarda da panik yarattı. Hafta sonu çarşıları kapandı. Tek girişli pazarda 2 metre mesafede alış veriş yapan bireylerin yeni fiyatları görünce gözleri fırladı. Tüketicinin kontrol sağlama olanağı kalktı. Gelirsiz ailelerin çoluk çocuk, ana baba, genç yaşlı uzun zaman evde kalması ve sıkıntıların ne zaman aşılabileceği muamması, ana sorun oldu.
Bulgar devletinin küçülmesindeki 2. aşama: 1996’da sosyalist partisi (BSP) hükümetinin gerçekleştirdiği ve aslında halkı aldatmaktan başka bir şey olmayan “bono karşılı özelleştirmeden” sonra, 1997’de orta ve büyük ölçekli devlet sanayi işletmelerini özelleştirip hurdaya çıkarma serüveni aslında devletin omurgasını kırdı. Gönül açıcı olmayan olaylara günümüz açısından baktığımızda, son 30 yılda Bulgaristan’ın devleti küçültme ve eski değerlere göre yaşamadan vazgeçme süreci yaşadığını görebiliyoruz. Şiddetli bir ekonomik ve sosyal süreç yaşanan bu yıllarda Bulgaristan’da kalanlar “demokrasi”, “adalet” ve “serbest Pazar ekonomisi” vb söylevle aldatıldılar. 30 yıl boyunca aldatıldığımızdan dolayı aslında sürekli derinleşen çöküş, fakirleşme, körelme, yoksullaşma süreçleri yaşasak da, bunun bilincine varamadık. Batı sermayesinin ülkemize gelerek buhar sanayimizi gömerek, elektrikli endüstrimizi modernleştirip, bizi bilgisayar çağına taşıyacağına (üçüncü endüstri devrimi aşaması) ve robotlaşmış üretim tesislerini bizde kuracağın inandık. Hem inandık, hem de aldandık.
Tarım üretimine ve tarımsal mamul işleme sanayine Avrupa Birliği fonlarından gelen paraların % 98’inin yalnız büyük ölçekli üretime ve büyük toprak sahiplerine dağıtılacağı kimin aklına gelirdi? Milli Bulgar devleti sanki küçülerek yok olma derecesinde sıkıştırılacağını nasılsa öğrenmişti ki, ansızın amansız oldu ve yüzsüz, sahtekâr ve saldırgan kimlik oluşturdu. Halkla polis ve jandarma aracılığıyla konuşuluyor. Aslında şu korona virüs olayı, insanları ölümle yüzleştirirken bir yandan da uyandırdı. Topraktan kopan vatandaşlın boş umuda bastıklarını gördüler, ama bu gelişme yıllar aldı. Üç kuşak iş başı yapmamış ama 60 – 70 yaşında okula kayıt yaptıran ve “okula gidiyor parası” alacak kadar vicdansız ve şerefsiz kimlikler doğurdu. Okula ayak basmadan, okumayı çözmeden okul bitirenler katmanı belirdi. Bu işten sahtelikleri yıllarca mevzuata uydurma gayreti gösteren öğretmenler de memnundu.
Sonunda kendi ellerimizle yarattığımız korku ve panik toplumunda vatandaşlardan % 80’inin çaresizliği, bizde korona virüs belasından önce ortaya çıktı. Sonunda zaten işsiz güçsüz olanlar sürüsüne, “evlerinize kapanın” dendiğinde, artık bir işimiz var, evde bekleyeceğiz umuduyla kapılarını içerden kilitleyenleri halen sokağa çıkaran ve polislerin karşısına diken, açlık oldu.
Bulgaristan’ın devlet olarak darphanesi (para basma makinası) yok. Olmuş olsaydı, belki şu sıkıntılı günlerde biraz para basarak derde derman aramayı deneyebilirdik. Eskiden bu makine bizde vardı. Aslında olduğu zamanlarda, biz bu makinayla hep milli menfaatlerimize ters düşen işler yapmıştık. Bulgar Çarı III. Boris ile Nazilerin başbuğu Hitler, 1942’de anlaştığında, sözde Bulgar levasının “altın karşılığı” vardı. “Altın çağımızı” yaşıyorduk. Darphane para basıyor, basılan levalar faşist Almanya’nın Essen şehrine gönderiliyor, oradan da Bulgaristan’ı, Vardar Makedonya’sını ve Ege Trakya’sını istila eden ve konuşlanan Nazi işgal güçlerine maaş olarak gönderiliyor ve onların bizdeki tüm masrafları bu paralarla karşılanıyordu. Yani III. Boris Bulgaristan halkını alabildiğine aldatıyordu. Bu bir çöküş değil de neydi? Karşılığı olmayan paralarla halkımızın varı yoğu toplanıyor ve hepimiz soyuluyorduk.
Birinci Dünya Savaşında yenilenler listesine dizilen Bulgaristan Sırbistan’a savaş tazminatı ödedi.
İkinci Dünya Savaşını kaybeden Bulgaristan Yunanistan’a yıllarca tazminat ödedi.
1944’ten sonra Sovyetler Birliği yörüngesine giren Bulgaristan, darphanesini Moskova’ya taşıdı. “Kesin ne kadar para isterseniz, biz hammadde ve lisans” verin dedi. O yıllarda Bulgar elektriğini, kimya sanayi gübre, polietilen, propilen, kemi kal, demir çelik vb ürünlerini Türkiye aldı ve Bulgar devletinin eli döviz gördü.
Gün geldi, Türkleri ve diğer azınlıkları köle gibi kullanma dozu taştı Romenlerin, Pomakların ve 1984’te Türklerin öz kimliğine saldırınlar, ırkçı 5 yıl iç savaş yürüttü. Ordu, polis, sivil polis, jandarma masraflarını karşılayamaz olan diktatör T. Jivkov “belki derdime derman olurlar” umuduyla 2 defa Bulgaristan’ı 16. Cumhuriyet olarak Sovyetler Birliği’ne katma teklifi yaptı. Olmayınca da, Almanya kucağına atlamayı denedi. Bütün bu yıllarda (1942-1989) Bulgaristan vatandaşlarının korku ve panik içinde yaşadığına kanıt çoktur. Türkiye’ye, Romanya’ya, Yunanistan’a ve Sırbistan’a göçler durmadı. Toplama kampları ve hapishaneler hep doluydu. Azınlıklar devamlı sürgün gönderildiğinden dolayı, diken üstündeydi.
1989’da Bulgaristan’da “daha iyi günlere kapısı açıldı.” Aynı zamanda vatandaşların ülkeden istediğin yönde çıkma kapısı da açıldı. 15 yıl gibi bir sürede eli iş tutan, meslek sahibi, eğitimli genç kuşak ülkeyi terk etti. Bulgaristan’dan kaçma süreci arasız devam etti. Ne var ki, 9 bin doktor ve diğer sağlık personelinin, hele de anestezist, psikolog gibi uzmanların klinik, hastane ve tımarhanelerden çıkması ciddi sorunlar yarattı ve bazı tıp dallarında çöküş yaşanabilir. Korona virüs ile mücadele veren doktorlardan 90 uzmanın salgına yakalanması gerekli maddi destek malzemelerinin temin edilemediği sonucunu da doğuruyor.
Bu yeni durumda oluşan korku ve panik, insanların kendi gelirleriyle geçinemediğini ve gurbette gidenlere sürekli bağlılık belirdiğini ortaya kondu. Nisan 2020’de AB ülkelerinde tarım işine dönmek isteyen 120 bin Bulgaristan vatandaşı, sınır kapılarından döndürüldü. Bu da ek panik yarattı. Son üç ayda, korona virüs yüzünden işsiz kalınca geri dönen gurbetçilerimize yardımlar kesildi. “Ne yapacağız?” şaşkınlık yarattı. Gelecek korkusunu büyüttü. Batı Avrupa, ABD, Kanada, Türkiye, Avusturalya ve Yeni Zelanda gibi ülkelerden Bulgaristan’a gelen gurbetçi parası ayda ortalama 1 milyar 250 bin Avro idi. Küresel salgının daha ilk aylarda açlık balonu kapı açınca patladı. Olay budur.
Devlet ne yapsın.
Yeni korku ve panik ortamında Borisov hükümeti Avrupa Birliği’nde korona virüsle mücadelede destek aradı. Alamayınca düşündü kaldı. 10 milyar Avro yeni borç alalım fikri tartışıldı. Gösterilebilecek garanti olmadığından alamadılar. Avrupa bankaları devlet topraklarının ipotek edilmesini istemişler. Hemen ardından Bulgar levası yerine Avro kullanma (Avroya geçme) niyetiyle kaydımızı yaptırdık. “2 yıl bekleyeceksiniz” dediler. Son olarak AB yönetimi 27 devletin Gayrı Safi Milli Hasılatından % 10’unu korona virüsle mücadeleye ayrılmasını istedi. Bu, Bulgaristan’dan 3.5 milyar Avro talep ediliyor anlamına gelir ki, bu devlet omurgası kıran bir taleptir.
NOT: Bulgar pasaportu olan soydaşlar Bulgaristan’a BAYRAMA GELEBİLİRLER.
Gelişmeleri yakından izliyoruz.
İstemlere ramazanda uymaya devam edelim.
4 gün devletimize omuz verelim evde kalalım.
Teşekkür ederim.
Ramazanın bereketi bir yağmur gibi yağsın üzerimize,
Ramazan ayı ülkemize ve tüm okuyucularıma güzellikler, mutluluk ve bolca huzur getirsin hayırlı ramazan ayınız hayırlı olsun..