Kolektif Kimlik

Tarih: 11 Ağustos 2019
Yazan: Rafet ULUTÜRK
Konu: Bulgarların kolektif kimliği neden kurulamadı.

Bulgar milli kimliğinin oluşma süreci Osmanlı imparatorluğu bağrında ve XIX. Yüzyıl ortalarında başlamıştır. Böyle bir şey olması gerektiğine gerekçe göstermek zordur. İnsanların giderek böyle bir şey olması gereği nesnel olarak ortaya çıkmıştır.

Bulgar kitaplarda hayat öyküleri – “kahramanlıklar” -anlatılan ve halkın içinden çıktıklarına vurgu yapılan bu mert kişilere “haydut”, öncülerine de “voyvoda” demişler. Toplam sayları 52 olan bu asilerin birçokları için şarkılar söylenmiş, destanlar yazılmış ve hemen hepsi şöyle ya da böyle kitaplara gitmiş ve sayfalar kapmayı başarmışlardır. Okul kitaplarında adı geçen, hedefleri, silahları, katıldıkları çarpışmalar, mezar taşlarının ya da anıtlarının bulunduğu yerlere işaret edilenler: Hacı Dimitır, Panayot Hitov, İnce Voyvoda, Stefan Karaca, Delyo Voyvoda, Filip Totyo, Kapitan Petko Voyvoda ve başkalarıdır. Yaşadıkları dönem, Bulgar tarihinde XIX. Yüzyılın tam ortalarına rastlar, haydutluk yıllarından halkın kulağına küpe kalmasa da, o zamanlardan kalan “Türkün malını yemek helaldir” sözü bugüne kadar eskimemiştir.

Bu yazımızda Bulgar kolektif (ortak) kimliğinin oluşmasını ve 3 defa kırılmasını 3 aşama olarak anlatacağız:
1) haydutluk;
2) komitacılık ve
3 isyan dönemlerini.

Haydutluk, (çeteci mücadelesi) Bulgar milli kimliğinin oluşmasında bir
temel aşamadır. 1860’lı yıllarda gelişmiştir. Motifleri, kilise bağımsızlığı, Yunan papazların din merkezlerinden kovulması, ayinlerin ve kiliselere bağlı okullarda eğitimin Bulgar dilinde yapılması ve Yunan papazların zulmünün son bulmasıdır. Örneğin, Sliven’den Balkana çıkan Voyvoda Hacı Dimitir’in hedef sıralamasında, birinci hedefi, “adaletsiz ceza kesen” Osmanlı adalet düzeni ile hesaplaşmak, sarkıntılık yapan bir zaptiyenin kellesini uçurmak değil, 12 kişilik silahlı çetesiyle Tırnovo şehrini basmak ve Oradaki Yunan Başpiskoposunu darağacına çekmektir. Onun derdi Türklerle, Hocalarla, Yargıçlarla, Valilerle değil, Bulgar kiliselerine çöreklenmiş Rum din manevi ve maddi baskısından kurtulmaktır. Onun için özgürlüğün anlamında olan kilise bağımsızlığıdır. Onun bu isteği, birkaç yıl sonra, 28 Şubat 1870 tarihinde Sultan Abdül Aziz’in çıkardığı bir Fermanıyla Doğu Ortodoks Kilisesinin Rum Hıristiyanlığından ayrılmasıyla çözülmüştür. Fakat 1840’ta dünyaya gelen ve 1868’de Koca Balkan’ın “Buzluca” Tepesinde 28 yaşında Osmanlı askeriyle savaşta can veren Voyvoda gerçekleşen emellerini görememiştir. Onun savaşı Türklerle, onların komşuluğu, adaleti ve yaşam tarzıyla değil, uyanan Bulgar halkının kendi dilinde uyanma, bilinçlenme ve iman etme özgürlüğüne ilişkindir.

Yine aynı şehirden olan ve kız kardeşiyle miras davalı olan ve istediklerini alamayan Filip Totyo ise, adalet aramak için Balkan’a çıkmıştır. O,Bulgar uyanış devrinin tüm alçalma ve yükselmelerinden geçmiştir. Sonunda İstanbul’daki Rusya İmparatorluğu Büyükelçisi Graf İgnatievle bağlanmış, 1877 Nisanında Rus ordularının Tuna’yı geçecekleri uygun yerleri göstermiştir. Savaştaki cesareti ödüllendirilmiş, Voyvoda olarak eğitim aldığı Odesa’daki ev eşyalarını almaya giderken Romanya’da soyulmuş, tutuklanmış ve 6 yıl içerde kaldıktan sonra Sofya’ya dönmüş ve Millet Meclisi ona 200 leva emekli maaşı tesis etmiştir.
Rodoplar’da “adalet dağıtan” Kapitan Petko Viyvoda için film çekildi. 1877’de Bulgaristan “kurtulduktan” sonra Bulgaristan’da kurtlar sofrası kurulduğunda Kapitan Petko Voyvoda yıllarca içerde kaldığı Varna zamanından sonra işsiz güçsüz, sefalet içinde sürünmüş ve Deliorman’da Türk esnafa sığınmıştır.
Bu Voyvodaların hepsinin anıtı, sokak adı, tören alanı, müzelerde yeri, haklarında yazılmış kitaplar var. Fakat onların Bulgar halkının kimliğinin oluşturulmasında belirleyici olan uydurma delillerle dolu kitaplardan fazla etkili olan, çete bayraktarlarının dalgalandırdığı yeşil bayraklara altın sarısı sırma ile işlenmiş arka ayakları üzerinde dik duran başı taçlı aslandır. Bu aslan Bulgar Halkını sembolize eder. Bulgar ruhunu birleştiren ve yüreklendiren odur. Çetecilerin elindeki silahlar Rusya’da Tula şehrinde yapılmış, elbiselerindeki nakışlar bir zamanlar İsviçre’nin Alp Dağları “nda dolaşarak halkı koruyan Roben Hut’un elbiselerinden esinlenerek yapılmış, kalpaklarındaki Aslan rozeti de Romanya’da dökülmüştü. Burada halkın gönlüne kapan, Karlovo’da Mariya teyzenin, Koprivştitsa’da Rayna Kneginya’nın vb. elleriyle işlenen sarı sırma aslanda hayat hakkı bulan özgürlük Ruhu ve Bulgar halkının devletleşmeye yönelişidir. Bulgar milli kimliğinin oluşmasını cıvıl cıvıl dolup taşan Bulgar okulları ve çarşı pazarda Bulgarca konuşulmasıdır.

1867’de Mithat Paşa Rusçuk bölgesine (Ruse) Valisi geldi. Byala (Aksu) ırmağı üzerine bir köprü kurulması gerekiyordu. Bulgar köprü ustası Kolyo Fiçeto’ya 700 bin kuruş ödeyerek “Byala Köprüsü” kurduran o oldu. 13 ayaklı bu köprü, daha önce yapılan köprülerden faklıdır, yüksek mimar ustalığı gösterilmiş ve yapımında geometri ve matematik kullanılmıştır. Bu olay da o yıllarda Bulgar ruhunun uyanmasında önemli rol oynamıştır. Mithat paşa usta Fçeto’ya “Mecidiye” nişanı ve 50 bin kuruş ödül vermiştir. Voyvoda ve haydutlar bir dünya imparatorluğu ile yüzleşirken davalarının hiçbir hedefine ulaşamamışlardı. O zamanların reform hamleleri ve dini haklar da bu arada, eğitim ve kültür hakları tanınması ve devletin yardım eli uzatması, haydutluk zamanını kısa sürede doldurmuş, onu lüzumsuz kılmış ve Bulgar halkının haydutlara bağladığı umutları kırılmıştır.

2. Komitacılık.
Osmanlıdan kopmak için ortak Bulgar ruhu oluşturmanın 2. Aşaması komitacılıkla başlamıştır. Bu işin ideolojik mimarı Kotel (Kazan) köylerinde dünyaya gelen, Karlovo’da okuyan ve İstanbul Rum okulunda dünyevi ve yabancı dil eğitimi alan Gergi Sava Rakovski’dir. O, Voyvodalardan farklı olarak, milli kurtuluş davasının her halkın kendi davası olduğuna inanmıştır. Bu konudaki açık fikrini çıkardığı “Tuna Leyleği” gazetesine, “Ruslar bizi kurtarırsa, bizi Ruslardan kim kurtaracak” manşeti atmış, Belgrat’ta kurduğu “Legya” okulunda Bulgar gençlere askeri eğitim vermiş ve milli kurtuluş mücadelesinin komitalarda örgütlenmesi fikrini geliştirmiştir. Komitacılık Bulgar milli kimliğinin oluşturulmasında çok önemli bir aşamadır. Halkın eşkıya dediği komitacılar (çeteci) siyasi bir amaca ulaşmak için silâh kullanan gizli topluluktur.

Bulgaristan’da komitacı teşkilatlanma İç Devrim Örgütü adı altında olmuş ve 1869-1872 yılları arasında etkin olmuştur. Dış güçlerden yardım istenmeden Osmanlıdan kopup bir bağımsız ve egemen Bulgar devleti hedeflerken, taktikte de 2 şeye imza atmıştır. Bir, dağ tepe dolaşarak, kendilerinden yüzlerce defa daha güçlü Osmanlı güçleriyle çatışmaya girme taktiğinden vaz geçerken, iki, Bulgar devrim hareketi merkezini de Romanya’dan Bulgaristan içine taşımıştır. Bölgeler halinde yatay ve Merkez Komitesi şeklinde de dikey örgütlenmenin başına Vasil Levski seçilmiş, 1872’de onun tutuklanmasından sonra da yerini art arda 3 kişi almış ve sonra dağılmıştır. Yakında açıklanan Rusya İmparatorluğu arşivlerinde, İç Devrim Örgütü Merkez Komitesi’nin 25 üyesinden Başkan dışında hepsinin Rus İmparatoru II. Aleksandır’ın paralı Bulgar ajanlarından oluştuğu yeniden hayal kırıklığı oluşturmuştur. Bu konu, Bulgar Bilimler ve Sanat Akademisi Başkanı Grigor Velev’in birinci baskısı bir günde tükenen ve halen 2. Baskısı hazırlanan “Bulgar Milli Çıkarları ve Yabancı Hademeliği” araştırma eserinin Birinci Cildinde özellikle incelenmiş ve işlenmiştir.

Komitacılar Bulgaristan’ı 5 devrimci bölgeye bölmüştür.

Örgüt kendi gizli polis örgütünü oluşturmuş ve haberleşmeyi de kotlamıştır. Örneğin bu kotlamada bugünkü Botevgrat, Osmanlı döneminde adı “Orhaniye”, kod adı “ Eles Cutov” tur ve bu gizli merkezlerin toplam sayısı 17’dir. İDÖ merkezi olarak Loveç (Lovça) ilan edilmiş, ardından merkez Veliko Tırnovo’ya taşınmıştır. 18 Şubat 1873 tarihinde İDÖ Başkanı Vasil Levski intihar ettikten sonra işler aksamış ve İDÖ Ağustos 1875’e çalışmalarına son vermiştir. Özellikle Levski bayrağındaki sembol arka ayakları üstüne kalkmış başı taçlı aslandır. İDÖ Tüzüklü ve Programlı bir örgütlenmedir. Programın başında,”İiman ve milletine bakılmaksızın herkesle kardeşlik!” yazılıdır. Hedefteki Sultanlıktan sonra demokratik cumhuriyettir.

Devrim silahları olarak ise 1) örgütlenme, 2) para, 3) insanlar, 4) silah ve başka araçlar gösterilmiştir.

Milli Program, 1821’de zaferle sonuçlanan Yunan devriminden alınmıştır. Levski, Rusların karışmasına yol vermeden milli güçlerle gerçekleşecek silahlı halk ayaklanmasını hayal etmiştir. Bulgaristan topraklarındaki azınlıkların hak ve özgürlükleri tanımayı programa almıştır. Gizli devrimci örgüt himayesinde halktan makbuz ve bir rozet karşılığında para toplama etkinlikleri İç Devrim Örgütü’nün sonunu getiren olmuştur.

Komitacılık devrinde mayalanan Bulgar Milli kolektif kimliği halka inmiştir. İlk kez isyan ve devrim ruhu yayan gazeteler çıkmıştır. O dönem, Bulgar toplumu üçe parçalanmış – “Rusofil”, “Rusofob” ve “Milli Devrimciler” – ancak birbirini sürekli ihbar etmişlerdir. Milli devrimcilerin önderi olan Vasil Levski defalarca ele verilmiş ve sonunda tutuklanmıştır.

Dört yanı sarı püsküllü yeşil atlasın ortasında arka ayakları üzerinde ayağa kalkmış, başının üzerinde “Ya Ölüm Ya Özgürlük” yazan, taşlı aslan, Bulgar Milli Devriminin bayrağıdır. Bayrağın arka yüzüne haç ve 16 gün şuası işlenmiştir. Karlovo’da bayrağı komitacılardan biri olan Tenü Macarski’nin kızı Mariya sırmalı nakışlarken, Panagürişte’de bu görev Rayna Futekova adlı, fakat ayaklanma tarihine Rayna Kneginya adıyla geçen (Kız Prens Rayna) tarafından dikilmiş ve nakışlanmıştır. Bu vesileyle, Pazarcık (Tatar Pazarcık), Panagürişte (Arnavut Pazarı) şehrinde Rayna Kneginya’nın Bayraklı Anıtı dikilmiştir. Bu bayrak, İDÖ MK Başkanı Levski tarafından sipariş edilen bayrağın aynısıdır. 4. İsyan Merkezinin Plovdiv’ten (Filibe) Panagürişte’ye taşınmasından sonra, bayrağı nakış eden Rayna Kız onu Benkovski’ye teslim ettikten sonra beyaz ata bindirilmiş, davul, gayda ve kemençe eşliğinde bütün sokaklar dolaşılarak bayrak halka gösterilirken, ilk kez bir Bulgaristan şehrinde milli ruh havası esmiştir.
*
Bu adımlar atılmaya çalışılırken, halkı birleştiren bayrakken, birbirine düşüren ve hareketin ruhunu kıran ve onu gömense “para” olmuştur. V. Levsk’nin bu konudaki görüşleri şunlardır.

“Gizli yapılan her işin en önemli sorunu paradır. Para olmayınca hedef olmaz.” Bu sözleri Levski’ye Bulgarlar ve yabancılar söylemiştir. 1873’te tutukladığı asileri hapishaneye götürürken bir Han önünde duran Leh asıllı Osmanlı Paşası — Mihail Çaykovski – (Sadık Paşa) komitacılara şöyle konuşmuştur: “Neden ayaklanıyorsunuz? Böyle mi ayaklanılır. Subaylarınız nerede? Tüfekleriniz, toplarınız nerede? Kanlı isyana, para kazandıktan, silahlandıktan, kendi topraklarınızda egemen olduktan sonra başlarsınız! Siz henüz hazır değilsiniz.”
Levski de şöyle konuşuyordu: “Her işin başını çeken paradır. Paramız olursa neyi konuşacağımızı biliriz. Ya da şöyle diyordu: “Önce para bulalım, yapmamız gerektiğine sonra bakarız!”

“İç Devrim Örgütü’nün kurulmasından hemen sonra, Levski tüfek ve top almak için para bulmayı baş ödev yapmıştır. O topladığı paralara, ‘temiz para’ – ‘barışçı para!’ diyordu. O yıllarda isyan için para toplamak zordu. Yoksulun yudumundan ayırıp silah alması zor iş! İstese de vermeye imkânı yok. O yılların tüccar ve iş adamları ise işine bakıyor ve devrim ve isyan fikirleriyle düşünmüyordu. Bu yüzden isyan için en fazla baş ağartan para toplama sorunu olmuştur.
Komitacılık dönemindeki para toplama “reket” işinde korkan, korkutulmuş bir kimlikte halkı birleştirme denenmiştir. Levski şöyle diyor:

“Siz, benim isyana verecek param yok, diyenlere kesin cevabımız şudur: Ödünç alınız. Malınızı satınız. Evinizi ipotek ediniz. Ve Vatan için, özgürlük için. Allah aşkına ilk paranızı yatırınız!”

“Bize yardım edenlere biz imzalı mühürlü bilet ve rozet veriyoruz. “

Bu rozet o vatandaşın can sigortasıdır. “Gençlerimiz bayrağın altına toplandıklarında ( bu çok yakın bir zamanda olacak) o zaman onlara bilet ve rozet gösteremeyenler, şimdiden düşünsünler.”

Demek oluyor ki, milli mücadelenin komitacılık aşamasında, bir yandan birleştiren bayrak yükselirken, gönüllülük ilkesinin yerini tehdit, korkutma ve cana kıyarak hesaplaşma endişesi, korkulu dehşet almıştır. Bu nedenle kolektif kimlikte içine kapanma, büzülme ve endişe belirdiği dikkati çekmiştir. Bulgarlar arasında sivil iç terör böyle baş kaldırmış ve yerleşmiştir. Bu da, Bulgar topluluğu evrimle değişip yenilikçiler ve devrimci zorlama taraftarları olarak ikiye bölmüştür. Levski bu ikincisinden yanadır. 1876 Nisan Ayaklanması da bu zorlamanın ürünüdür.
Levski’nin, “Araba Konak” hırsızlığını yapan komitacı Dimitır Obşti (Levski’nin Yardımcısı) ve diğer şiddet olaylarına katılan toplam 52 komitacı hakkında kimilerine idam cezası, Diğerlerine Diyarbakır yolu vb cezaların kesilmesinden sonra hareket dağılma, feci bir çöküş ve kırılma yaşamıştır. Voyvodalar ve komitacılar ve onların havarileri de Bulgar Milli ruhunu ve devrimci kimliğini oluşturmada ve taçlandırmada yarı yolda kalmışlardır. Ne ki yeni olan her şey, eskinin devamıdır. Komitacılık haydutluktan ve eşkıyacılıktan mayalandıysa, bugün 1876 Nisan Ayaklanmasında duası olanlardan hangisinin anıt duvarındaki yazıya baksanız, “Voyvoda….” okursunuz.

*
Üçüncü aşama, Bu aşamanın yolu da Romanya /Gürgovo’dan başlamıştır. 1875 güzünde 20 komitacı yeniden Tuna’yı geçip yan yana geldiler ve Gürgovo Devrimci Komitesi kurdular. Bu komite direk ayaklanma hazırlıklarına geçti ve ülkeyi beş bölgeye böldü. Stefan Stanbolov Sofya komitesine başkan seçilirken, Plovdiv (Filibe) komitesine Panoyor Volov başkan, Georgi Benkovski ile Todor Kableşkov ise yardımcı seçildiler. Bu komite 25 Aralık 1975’e kadar çalıştı ve Ayaklanma hazırlıklarının tamamlandığı kanaatinde birleştiler.
Son hedefinde bağımsız ve egemen bir devlet olan ayaklanmanın misyonu mağdur Bulgar milli kimliğini şahlandırmaktır. Rusya Çarına paralı çalışan Georgi Benkovski, Panayot Volov gibi “voyvodalar” bir de İngilizlerin Sofya Konsolosluğundan para alıp, ayaklanma ateşi yakacak çırayı ellerine almışlardı. Olaylar şöyle gelişmiştir: Panagürişte’ye bağlı Oborişte, eski adı (Meçka) – (Ayı Köyde) bir meclis toplandı. Plovdiv devrim bölgesinden delegeler geldi. Mecliste ayaklanma kararı alındı. Tutanak yazıldı. Program kabul edildi. Programdaki ana fikirler Gürgovo Komitesi kararlarında yer almıştı. Meclis toplanmadan, Londra gazeteleri alınacak kararları açıkladı.

Bu olay toplam 200 Avrupa gazetesinde yansıtıldı da, İngiliz basını Tutanaktan şu alıntıyı aynen vermişti:

“Belirlenen günde isyan etmeyen Bulgarlarla ne yapalım?
Cevap: Elimizden geleni kullanıp hepsini isyan etmeye zorlarız.

Karma köylerde isyan çağrımıza uymayan Türklerle ne yapalım?
Cevap: Hepsini keser, mallarını talan eder, evlerini yakarız!

Türk köyleri sakinlerini ne yapalım:
Cevap: Ayaklanmacılar, hiç zaman kaydetmeden bu köyleri basıp şiddet kullanarak, ateş ve barutla hepsini boyun eğmeye zorlayacaklar.

İsteklerimizi kabul eden Müslümanlarla ne yapalım?
Cevap: Silahları, mermileri, taşınan mallarına el konur, ayaklanma komitası onlara bir makbuz verir. Onların malları Bulgar hazinesinde alınır, ama asla geri verilmez.
Gürgovo’da yüzde yüz Rusların öneriyle biçimlenen bu şiddet programı Londra’da da tepkisiz yayınlandığına göre, Doğu ve Batı dev güçler Osmanlıya karşı birleşmiş, Bulgaristan topraklarında yaşayan Türkler ve Müslümanlar çizme altında kalmıştır.

Önemle vurgulamak isterim, Gürgovo ve Oborişte Programlarında onaylanan anti-Türk düşman çizgisi 150 yıldan beri değişmemiştir. Kısa adı şiddet kullanarak göçe zorlamaktır. Milyondan fazla Bulgaristan Türkü vatan toprağından sökülüp atılmıştır, komita yönetimleri, Prens danışmanları, Çar Naipleri, Merkez komitesi ve Politik Büro üyeleri ve bugünkü Milli Güvenlik Konseyi ödün vermeden aynı konumda kalmış ve düşmanlığı savunmuştur.
Bu komitacılar, şiddet kullanmaya karar vermiş ve tam da günümüz teröristleri gibi hareket etmiştir. 1876’da şiddet kılıç ve tabanca ve Martin’le uygulanırken, 1984-89’da Türklerin üzerine Sovyet yapımı tanklar sürülmüştür. Moskova verdiğim tankları sivil vatandaşlar üzerine süremezsin dememiştir. İnsanlar arasında eşkıya mı değil mi ayırımı yapmamışlar, yalnız millet ve din ayrımı yapılmıştır. Burada söz konusu olan, halkı zorla ayaklanmaya zorlamaktır.


*Ayaklanmanın patlaması.
23 Nisan’da Klisura şehrinde Bulgarlar 3 Çingene tutuklar. Aynı gün komitacı başı Panoyot Volov şehre gelir ve olay kendisine anlatılır. Volov, Çingenelerin üstünü başını arar, Osmanlıca yazılmış bir mektup bulur. Osmanlıca bilmediğinden, Klisura’da ayaklanmanın başladığı haberini uçururlar Karlovo’ya endişesiyle, halkın kan dökülmesin ısrarına rağmen, tutukluları kurşunlayarak öldürür ve ayaklanmayı başlatır.
İngiliz gazeteleri, isyancılar Filibe ve Tatar Pazarcığı ateşe verdi yazsa da böyle bir olay yaşanmadı.

Avrupa kamuoyunu Osmanlıya karşı savaşa kışkırtma böyle başlamıştı. İngilizler Balkanları Hıristiyanların hak ve özgürlüklerinin sözde ihlal edilişi söne sürülerek Rusya İmparatorluğunu Osmanlıya savaş açmaya özendirmek de hedeflerin önemli bir halkasıydı. Ne var ki, dış güçlere hademelik etmekle devrim olmadığı fikri, henüz olgunlaşmamıştı. Fakat o yılların Avrupa ve Rusya sivri kalemleri ateşe sürekli odun atmaktan geri durmadı.
Bugün Bulgaristan’ın Klisura, Koprivştitsa, Strelça ve Panagürite şehirlerinde ve köylerinde Nisan 1876 Ayaklanmasının irili ufaklı yüzlerce anıtını görebilirsiniz. İlginçtir bunların hepsi 1970’li ve 1980’li yıllarda sosyalist ve ardından komünist totaliter sistem ağır bunalımlara düştüğü ve Müslüman Türklerle acımasız hesaplaşmaya başladığı dönemde kurulmuştur.

Çaresizliğe düşen T. Jivkov rejimi Türk düşmanlığına tutunacak yer bulamayınca Bulgar’ın sahte milli duygularının 3 defa kırılma yaşadığı eski tarihe sarıldı.

Doğuştan Şumnulu olan Odesa’da okumuş, hem Gürgovo hem de Oborişte Programını kaleme alanların başı olan Panoyot Volov’un Panagürişte merkezindeki anıtı görkemli ve 10 metre yüksektir. Georgi Bankovski’nin doğduğu şehir olan Koprivştitsa’daki at üzerinde, “Uçan Çete” anıtı ise neredeyse yarım dağ kadar büyüktür. Ne var ki, Volov, Benkovski, Kableşkov ve diğerleri, kendileri olduğu gibi, anıtları da zaman içinde ve gelişen olayların gözünde kolektif ruh ve güçlü irade oluşturamamıştır. Aynı olaylara Komita Başı yardımcısı olarak katılan yazar Zahari Stoyanov “Bulgar Ayaklanmalarından Notlarında” Panagürişte isyancıları hakkında şunları yazıyor:
“28 Nisan gecesi Kableşkov doktor Spas’ın eczanesinde toplantı çağırdı. İsyan öncüleri, şehrin ileri gelenleri ve çorbacılar geldi. Kobleşkov durum dökümü yaptı. Yenilgi el atıyor” dedi ve Türklerle çatışmaya girilmemesini istedi. Plovdiv (Filibe) Konağına bir mektup gönderilerek “kasabanın isyancılardan korunması istendi.”.
Mektupta şunları okuyoruz:
“Bizim kendilerini tanımadığımız, isyancı olduklarını söyleyen 20 kişi Koca Balkan yakasından köyümüze indiler, bazı haneleri soydular, suçsuz kişileri öldürdüler ve gençlerimizi rehin alarak, balkana çekildiler. Etraf köylerde bulunan komşularımızın köy evlerini yakmışlar ve kasabaya dönmelerini emretmişler. Bizi yeniden basacaklarından ve kırıp dökeceklerinden korktuğumuz için, yasal idarenin durumun ciddiliğini dikkate alarak, asker göndermesini ve ahalimizi korumasını rica ediyoruz.”
Yağmurdan dolayı, haberci hemen gidememiş. Bu arada çorbacıların başına şöyle bir fikir gelmiş: ayaklanmacıları tutuklayıp Türklere teslim ederek kasabayı kurtarmak. 30 Nisan sabahı eczane önüne toplananlar tutuklanmışlar.
“Kalabalık isyancıları bastı, silahlarını topladı. Kimilerini bileklerinden bağladılar. Önce 5 kişi tutuklandı. Kilise tımarhanesine 12 kişi kapandı. Strelça (Otubol) ve Eleşnitsa’dan gelen 7 isyancı kilisenin kabristandaki ibadethanesine kapandı. Doktor Spasov’un eczanesinin ikinci katına 8 isyancı kilitlendi. Bu isyancılar Panagürişte’den gelmişti, hepsinin bu gün aynı şehrin parkında anıtları var, isimleri şunlardır: Todor Kableşkov, Panoyot Volov, Todor İkonomov, Hristo N. Karacov, Hristo Blagoev, Hristo Trufçev, Filip Popov, G.P. Bojkov, A.P. Minkov ve Luka Atanasov.” Georgi Benkovski balkana dalmış ve kayıplara karışmıştı.

Demek oluyor ki, Koprivştitsa yerlileri isyancıları ve dışarıdan gelen asileri tutuklamışlar, kapamışlar ve sonra da Osmanlı devletine teslim etmişlerdi.
Olay budur. Bu gerçek, Nisan 1876 Ayaklanmasında Bulgar zihninin, halkın ikiye bölündüğüne, daha büyük kısmının ayaklanmak istemediğini, asilerin baskısına ve yalanlarına inanarak evlerini yakmadığını ve devletten ve düzenden, huzur ve güvenlikten yana çıktığını kanıtlamıştır.
Bu ayaklanmada Osmanlı askerine karşı 2 yerleşim yerinde top patlamıştır. Kiraz topu Klisura’da patlamıştır. Şehri basan Tosun Bey son eve varıncaya kadar hepsini ateşe vermiştir.
Strelça (Otu Bol) tepesinde Osmanlı askerine karşı bir çelik döküm top ateş etmezden 2 gün önce bu köyde yaşayan 75 Türk ve 37 Çerkez aile saldırıya uğramış, şiddete dayanamayıp camiye dolmuşlar ve cami avlusunun kalın duvar kapısını köstekleyerek içerde kalmışlardır.

İsyancılarla Müslümanlar arasında yürütülen pazarlıklarda, Müslümanların köyü terk etmesi şartı kabul edilmiştir. Bulgaristan’dan topluca kalkıp, taşınabilirlerini arabalara doldurarak Anadolu’ya geçen ilk kafile onlardır. Yıl 1876 ay Mayıs’tır. Bu ilk göçten sonra cami yakılmış ve bu köyde o gün bu gün Türk Müslüman izi silinmiştir.

Sonuç olarak.
Analiz ettiğimiz 3 dönemde ne voyvodalar, ne komitacılar ne de asi isyancılar Bulgar milli ruhu oluşturamamış, tüm çabaları kırılmış ve husumet yaşanmıştır.
Dikkati çeken bu üç aşamanın da Rusya İmparatorluğunun kışkırtmasıyla uyanıp güç toplaması ve sonunda ise İngilizler tarafından hendeğe itilmesidir.
Türk köylülerle şehir sakinleriyle kanlı hesaplaşma ve evlerini de ateşe vererek onların bu topraklardaki izlerini silme çabaları Gürgovo’da kaleme alınan isyan programlarına alınmış ve ülkeye taşınmıştır.
Bulgaristan’da daha Osmanlı devrinde Türk kimliği uyandıran şahlandıran kaynak olaylar işte bunlardır.
Kullanılan kaynaklar: https://dox.abv.bg/download?id=81870db72c