İŞTE BİRLİK TOPLANTISINDA
Değerli katılımcılar,
Türk milleti, sosyal, siyasî ve ekonomi alanlarda dünya tarihine yön veren en eski kültür ve medeniyetlerine sahiptir. 10. asırdan itibaren, Orta Asya bozkırlarından, Anadolu’ya, Avrupa’ya ve Güney Asya ile Orta Doğu ve Kuzey Avrupa’ya kadar uzanan tarih sahnesindeki çok uzun ve bir o kadar da meşakkatli yolculukları sırasında Türk milleti sadece tarih sayfalarına geçen zaferleriyle değil, aynı zamanda büyük medeniyetlerin buluştuğu stratejik öneme sahip geniş bir coğrafyada kurduğu güçlü devletler ile dünya tarihinde de derin izler bırakmıştır.
Türk milleti yeni tanıştıkları kültürler ile uyum sağlarken, aynı zamanda kendi kültürlerini daha da zenginleştirerek sürdürmeyi başarabilmiştir. Öyle ki Orta Asya’nın bozkırlarında yeşermeye başlayan ve farklı medeniyetlerle karşılıklı etkileşim içinde sürekli gelişime ve değişime dayalı bu dinamik yapı Türk milletini büyük devlet ve imparatorluklara taşıyan temel faktörlerden biri olmuştur. Öyle görülüyor ki bu hareketlilik tarihsel geçmişi Orta Asya’ya kadar uzanan Türk kültürünü sürekli ve dinamik kılmıştır. Özellikle İslamiyet’in kabulünden sonra daha da güçlü bağlarla birbirine bağlanan Türk milleti, hiçbir askeri gücün başaramayacağı, farklı kıtalarla ve iklimlerle ilişki kurabilecek ve sürdürebilecek ve aynı zamanda da bu ilişkiye yön verebilecek bir karakteri içinde barındıran manevi bir birlik ruhunu ve gücünü oluşturmuştur.
Batıda Balkanlardan, Doğuda Büyük Okyanus’a, kuzeyde Kuzey Buz Denizinden, Güneyde Tibet’e kadar oldukça geniş bir coğrafya yayılıp, aynı zamanda da Orta Asya coğrafyasında yüzyılların birikimiyle oluşan tarihî mirasla organik bağlarını koparmadan dün olduğu gibi, bugün de kültürlerini evrensel değerler etrafında geliştiren Türkler’in, dünya ticaretinde söz sahibi oldukları görülmektedir. Türkler’in ilk ticarî faaliyetlerine Orta Asya’da İpek Yolu’nu birbirine bağlayan şehirlerde kurulan pazar yerlerinde başladığı bilinmektedir. Özellikle Türkler’in yaşadığı bölgenin eski İpek Yolu güzergâhında bulunması, bu bölgeyi transit ticarete elverişli hale getirmiştir. İşte bu açıdan Türkler’in ticaret hayatında, Çin’i Batı Türkistan’a birleştiren Kâşgar, Semerkant Buhara, Nişapur, Rey, Hemedan ve Bağdat’tan İstanbul’a, Akdeniz’e ve batı ülkelerine ulaşan dünyaca ünlü İpek Yolu önemli rol oynamıştır. Aslında İpek Yolu sadece bir ticaret yolu değil, aynı zamanda doğudan batıya ve batıdan doğuya bilgelerin, orduların, fikirlerin, dinlerin, kültür ve medeniyetlerin de yolu olarak kabul edilmektedir. Kısaca uygarlıklar arası etkileşimi sağlayan İpek Yolu Türk yurtlarını birbirine bağlarken, Türkler’in ticarî ilişkilerini arttırmış, aynı zamanda güçlenmelerini, birlik ve beraberliklerini de sağlamıştır.
Avrupa ile Asya arasında bir köprü vazifesi görerek ticari ilişkinin gelişmesinde Türkler’in Anadolu coğrafyasına hâkim olmalarının rolü de son derece önemlidir. 1071 Malazgirt zaferiyle Anadolu’nun kapısının Türklere açılmasıyla birlikte, Türkler yoğun bir şekilde Orta Asya’daki ana yurtlarından Anadolu’ya göç etmeye başlamışlardır. Orta Asya kökenli olan Anadolu Türklerinin göçebelikten yerleşik hayata geçişle birlikte, yerli halkın elinde bulunan sanat ve ticaret hayatına da katıldığı görülür. Özellikle Asya’nın batıya açılan kapısında önemli bir kavşak noktası olarak kabul edilen Anadolu’da Selçuklularla başlayarak Osmanlı döneminde devam eden Türk hâkimiyeti değişik kültür çevreleri ile ilişkilerde dinamik bir yapı oluştururken, ticaret ve ekonomik ilişkiler de büyük önem kazanmıştır. Sözü edilen dönemlerde İslâm’ın bütün kurallarını uygulayan Türkler, hâkim oldukları coğrafyalarda yaşayan toplumların ticarî ve sınai bilgilerini bünyelerine almışlar ve aynı zamanda yeni değerler katarak daha da güçlendirmişlerdir.
Sosyal bir faaliyet olarak eski çağlardan beri eşya değişimi şeklinde varlığını sürdüren ticaret, bir toplumu ayakta tutan vazgeçilmez gereksinimlerden biri olarak görülmektedir. Ticaret, bir toplum için hayat, kalkınma, refah ve güç anlamına gelmektedir. Ne var ki ticaret, tarih boyunca insanlığın en fazla ihtiyaç duyduğu bir alan olmakla birlikte, kişisel çıkarlar daha da fazla gözetildiği ve dolayısıyla çıkar çatışmalarının egemen olması halinde de haksızlığın, hilenin, sahtekârlığın, dolandırıcılığın ve istismarın yaşandığı bir alandır. Bu nedenle de ticarî ilişkilerde insanların ortak faydalarını, toplumsal huzur ve güven ortamını, kişisel hak ve yükümlülüklerini, tutum ve davranışlarını ölçülü hale getirilmesini sağlayan hukukî düzenlemelerin yanı sıra manevi değerleri ve ilkeleri kapsayan ahlâkî prensiplerin oluşturulması gerekmektedir.
Selçuklu ve sonrasında Osmanlı Dönemi’nde, Türk milletinin tarihsel geçmişi Orta Asya coğrafyasına dayanan İslâmiyet öncesi döneme ait Türk kültürü ile İslâm Uygarlığı kaynaştıktan sonra hâkim olduğu coğrafyanın kültür unsurlarını da bünyesine alarak inşa ettiği son derece zengin bir kültürel yapısı içerisinde kaynağını Kur’an ve Sünnet’ten alan ahilik ve vakıf müessesesi gibi sosyal, kültürel ve ekonomik hayatı düzenleyici sistemler geliştirilmiştir. Öyle ki Türk milleti, toplumun refahını yükseltmeyi ve sosyal barışı hedefleyen bu sistemler sayesinde sosyal dayanışma ve yardımlaşmayı esas alan bir yapı oluşturulmuş ve İslam ahlâkî temeline dayanan bir ticaret ahlâkî anlayışıyla ticarî hayatın bütün alanlarını kontrol etmiştir.
Türk tarihi içerisinde 10. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan ve 13. yüzyıldan bu yana da kurumsallaşmaya başlayan ahîlik, İslâm inancıyla Türk kültürünün sentezi sonucu oluşan bir düşünce sistemi ve yaşama tarzı olarak tanımlamak mümkündür. Esasen bütün prensipleriyle dinin asıl kaynağı olarak kabul edilen Kur’an-ı Kerim’e ve Hz. Peygamber’in Sünnetine dayanan ahîlik, ekonomik hedefler ile toplumsal sorumluluk düşüncesini güzel ahlâk temelinde bir araya getirerek gerçeklik bulmuştur. Bu felsefeye göre ahlâkîn olduğu yerde kardeşlik, hoşgörü, sevgi, saygı, eşitlik, özgürlük ve adalet gibi önemli özellikler ile dirlik ve düzenlik bulunmaktadır.
II. Dünya Savaşı’ndan itibaren çıkan olaylarla birlikte dünyada bazı gelişmeler olmuştur. Bu gelişmelerin en önemlisi de Bilişim Devrimidir. 2000’li yılların başında internet hayatımıza girerken 2018 gibi de yapay zekâ hayatımıza girmiştir. Bilişim Devrimi adım adım gerçekleşirken hayatın tüm alanlarında çok büyük farklılıklar yaratmıştır.
Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur ki, dünyadaki tüm büyük güçler birleşmekte, bir araya gelmektedir. Bu devletler coğrafyalarını genişletmeye, nüfuslarını büyütmeye ve özellikle enerji kaynakları açısından daha zengin, daha güçlü bir birlikteliğe ulaşmaya çalışmaktadır.
Dünyayı yöneten, dünya siyasetine yön verenler güçlerin, birleşik kuvvetlerden oluşan güçlü devlet ve idari yapılara sahip olduğunu görüyoruz. Dünyada yönetilenler, yön verilenler ise tam aksine bölünmektedir.
Dünyayı yönetenler, dünyayı sömürenler, emperyalist güçler birleşirken bu güçler sömürdükleri coğrafyaları devamlı bölmektedir. Bölerken de iki tane önemli argümanları vardır. Bunlardan bir tanesi din ve mezhep unsuru, diğeri ise milliyet unsurudur. Bu unsurlar kullanılarak hedef ülkelerin parçalara ayrıldığını gözlemlemek mümkündür. Örneğin küresel güçler Irak’ı Şiilerin bölgesi, Sünnilerin bölgesi ve Kürtlerin bölgesi diye üçe bölmüştür. Suriye’yi bölerken de Şii Arapların bölgesi, Kürtlerin bölgesi ve gövde olan Suriye yani Esad’ın elinde bulunan kısım olan Nusayri bölgesi olmak üzere üç bölgeye ayırmışlardır. Buradan hareketle Türk Dünyası’nın bir sonuç çıkartması, bu durumda ilerlemeyi ve gelişmeyi kaçırmamak için bir hareket planı oluşturması, örneklerde olduğu gibi birleşerek büyümenin yolunu bulması gereklidir.
Türkiye’nin değerlendirebileceği en stratejik seçenek Türk dünyasının bir araya gelmesidir. Çünkü Türk dünyasıyla Türkiye’nin dil birliği, kültür birliği ve din birliği söz konusudur. Dini birliktelik noktası, bir Suudi Arabistan ile olan yakınlıktan ziyade, Hanifi-Maturidi çizgi olması münasebetiyle anlayış ve kültürel olarak da bir uyum içermektedir. Dolayısıyla Türk dünyasının bir araya gelmesi, bir güç olarak toparlanması demek, ortaya çok büyük bir küresel otoritenin ortaya çıkması demektir.
Türk dünyasındaki birlik ve beraberliğin ilk anahtarı dilde birliktir. Bütün liselerde çağdaş Türk lehçelerinin ve çağdaş Türk edebiyatının okutulması gerekiyor. Başkalarının bize atfettiği değerleri konuşarak bir araya gelemeyiz. Bize biçilen değeri değil, öz değerimizi gündeme getirmeliyiz. Türk dünyasındaki birlik ve beraberliği sağlamak için aynı dili konuşmamız gerekiyor.
Eğitimde birlik de hayli önemli bir diğer husustur. Bu konuda da 80’li yılların sonunda 90’ların başında Turgut Özal zamanında başlayan ve Süleyman Demirel zamanında büyütülerek devam eden bir faaliyet söz konusudur. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan gibi ülkelerden öğrenciler Türkiye’ye gelerek eğitim görmekteydi. Mühendislikten tıbba, hukuktan sosyoloji ve psikolojiye varıncaya kadar tüm alanlarda geçtiğimiz otuz yıl içerisinde birçok öğrenci yetiştirilmiştir. Türk Dünyası’nın birleşmesi söz konusu olduğunda çok büyük bir coğrafi büyüklüğe ulaşılacak ve çok ciddi bir ekonomik güç haline gelinecektir. Asya’daki üç buçuk devlet dediğimiz coğrafyada kurulacak Türk Birliği, dördüncü devlet olarak Çin, Hindistan ve Rusya’nın karşısına çıkmış olacaktır. Bunun yanında dünya masasına Avrupa ve ABD ile oturacak güç ve stratejik öneme ulaşacaktır.
Türk vatanseverin hayali; Avrupa Birliği değerlerini içine almış, bunu içselleştirmiş, hukuk sistemini, üniversite yapısını ve ekonomik modellerini uygulamış, bu değerlerin Türk Dünya’nda Azerbaycan’a, Kazakistan’a, Kırgızistan’a, Özbekistan’a hatta Uygur Türkistanı’na kadar taşınmasına vesile olan, Türkiye liderliğinde bir Türk Birliği’nin kurulması ve bu değerlerin yaşanmasıdır. Bir gün eğer bu hayaller gerçekleşecek ise bu standartlarda gelişmelidir. Aksi takdirde alelade bir biçimde devletlerin bir araya gelmesiyle bir Türk Birliği kuralım dediğimizde ortaya çıkacak Türk Birliği bir bütünlükten yoksun, sorunlara gebe Rusya Federasyonu’ndan hallice bir birlik olacaktır.
Bizlerin amacı da sizlerin güçlerini bir araya getirmek, Türk Dünyasında, özellikle Bulgaristan özelinde yeni yatırım imkânlarını araştırmak, Türkiye Cumhuriyeti’nin teşvik imkânlarından üst düzeyde yaralanmak, oralarda yeni ticari işletmeler kurmak, istihdam alanları yaratmak, ticari zekâmızı ve gücümüzü birleştirerek daha büyük işlere birlikte imza atabilmektir. Bu güç birliği sadece ticari bir güç birliği değil, aynı zamanda sosyal-kültürel ve siyasi alanda güç birliğini beraberinde getirecek hem Türkiye’de hem de Türk Dünyasında sesimiz daha gür çıkacak, söz sahibi bir STK ortaya çıkacaktır. Bugün bu güç birliği imkânlarını tartışmak, yollarını araştırmak, sizlerin görüşleri ile bu yolu açabilmektir.
Toplantıya katılım için yoğun talep olmasına karşın başvurular arasından sizler gibi seçkin bir topluluğu bu toplantıya davet ettik. Sizler bizi kırmadınız icabet ettiniz sağ olun, var olun, birliğimizi kuralım, yolumuza devam edelim
Saygı ve selamlarımı sunarım.
Rafet ULUTÜRK