Hikayelerimizi Hatırlayalım

Hazırlayan: Semra YUSUFLAROĞLU

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden evde kalanlara kitap okumayı sevdirmek istedim. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim. Bunun için kısa hikâyeleri toplayıp sizlerle paylaşıyorum, iyi okumalar.

Kısa Hikâyeler
Kısa hikâyelerin amacı romanın yüzlerce sayfada yaptığını tek sayfada okuyucuya aktarmaktır. Kısa hikâyeler de yazar en az kelimeyle büyük etki bırakma gayretindedir. Çünkü hikâyenin hacmi büyüdükçe etkisi azalır. Bu sebeple kısa hikâyeler, zaman, mekân tasvirleri karakter analizlerinden uzak durur.  Kısa hikâyeler de tek bir konu işlenir, başını ve sonunu bilmediğimiz tek bir olaydan ibaret olabilirler.  Bu bilinmeyen boşlukları doldurmak da okuyucuya bırakılır. Kısa hikayeler de yazarın mümkün mertebe az kelimeyle anlattıklarından yola çıkan okuyucu, yazarın anlatmadığı ne kadar çok şeyi hayal edebiliyorsa, yazar o ölçüde başarılı olur. Kısa hikayeler hiç de azımsanmayacak bir yapıdır ve diğer hikayelerden çok fazla okuyucuya sahiptir.

Hikayelerimize bir göz atalım;
 “İnanmak ve Çalışmak” 
Yıllar önce Amerika’da yaşlı bir kayıkçı Mississippi Nehri’nin bir yakasından öteki yakasına doğru yolcu taşıyarak geçimini sağlıyordu. Yaşlı kayıkçı kayığındaki küreklerden birinin üstüne “inanmak”, diğerine ise “çalışmak” yazmıştı.  Bunun ne anlama geldiğini soranlara, kayıkçı şöyle yanıt veriyordu:

“Nehri Karşıdan karşıya geçmek için her iki küreğe de ihtiyaç vardır. Çalışmaksızın inanmak veya inanmadan çalışmak, sizi olduğunuz yerde döndürür durur.  Yaşam yoluna da tek kürekle çıkmam, nehri tek kürekle geçmekten farksızdır. Yerimizde döner durur, hiç bir yere gidemeyiz.”

 “Kim Kazanacak?”

Bir Kızılderili kabilesinde yaşlılardan biri kabilenin çocuklarına eğitim veriyordu.
Onlara dedi ki: “İçimde bir savaş var. Korkunç bir savaş… İki kurt arasında…
Bu kurtlardan birisi korkuyu, öfkeyi, kıskançlığı, üzüntüyü, pişmanlığı, açgözlülüğü, kibri, kendine acımayı, suçluluğu, küskünlüğü, aşağılık duygusunu, yalanları, yapmacık gururu, üstünlük taslamayı ve egoyu temsil ediyor. Diğeri ise zevki, huzuru, sevgiyi, umudu paylaşmayı, cömertliği, dinginliği, alçakgönüllülüğü, nezaketi, yardımseverliliği, dostluğu, anlayışı, merhameti ve inancı temsil ediyor. Aynı savaş sizin içinizde de sürüyor ve diğer tüm insanların içinde…”
Çocuklar anlatılanları anlamak için bir dakika düşündüler ve içlerinden biri yaşlı Kızılderili’ye sordu:
-“Hangi KURT Kazanacak?”
– Yaşlı Kızılderili kışça cevap verdi: “Beslediğiniz…”

“50 Yaş Üzeri Herkesi Öldürün”

Padişah emridir; Tüm diyardaki 50 yaş üstündekiler toplanacak ve infaz edilecektir. Gençlerden biri, babasını samanlıkların altına özel yaptırdıkları sığınağa saklar. Diyardaki tüm 50 Yaş üstündekiler toplatılır ve infaz edilir.

Padişah uyanıktır. Bakar ki bir direniş olmamıştır, hatta babalarını kendi elleriyle teslim edenler bile olmuştur.
Aradan bir süre geçtikten sonra, padişah “kırk ile elli yaş arasındakileri deniz kenarına toplayın” der, toplarlar. Padişah; “size üç gün süre. Üç gün sonra geleceğim bana kumdan tespih yapacaksınız eğer beceremezseniz hepinizin başı kesilecek” der.
Bir gün geçer kumdan tespih yapmak ne mümkün. İkinci gün geçer hiç bir şey yapılamaz. Üçüncü günün akşamı babasını sakladığını bile ölüm korkusundan unutan genç adam, koşar babasının yanına durumu anlatır. Baba oğlunu dinler ve mevcut durumdan çıkış yolunu söyler.

Süre bitmiştir. Deniz kenarına toplanırlar
Ortada tespihten eser yoktur. Cellatlar hazırdır. Ahali korku içinde kimisi eşinin, kimisi babasının, kimisi abisinin, kimisi en yakınının infaz kaygısı içinde…

Padişah alana infaz emri için gelir.
“Verilen süre doldu görevi yerine getiremediniz” der ve tam cellatlara infaza başlayın diyecekken; Babasını gizleyen adam, padişaha tüm ahalinin duyacağı ses tonuyla seslenir; “Padişahım biz bu görevi yerine getirirdik, lâkin bir sorun niye getirmedik” der. Padişah olmayacak bir şeyin cevabı da olamayacağını bildiği için, alaycı bir edayla “söyleyin bakalım neden yerine getiremediniz” der.
Genç adam cevap verir. “Hünkârım biz çok düşündük kumdan tespih taneleri yapmak zor değil. Lakin bunun imamesi nasıl olacak? Padişahımız ya beğenmezse…
Siz bu konuda tüm diyarın en iyisisiniz, imameyi siz varken bizim yapmamız ne haddimize… Siz imameyi yapın biz de taşları etrafına hemen diziverelim” der.

Padişah çok zor durumda kalmıştır.
İnfaz emrini veremez mecburen. ”Tamam, sizleri afettim” demek zorunda kalır.
Döner kurmaylarına; “Ulan şerefsizler hani hepsini öldürmüştünüz bunların? Saklanan tecrübeli birini gözden kaçırmışsınız!” der.
Evet, üretilen bir virüs yaşamımızı ve dünyamızı alt üst eder iken diğer tarafta hedef aldığı kitle, yaşamımızın aslında en kıymetlilerimiz olan, hafızamız olan, bir sözleri ile bizi yaşatacak ya da kırk yıl ileri götürecek olan tecrübelilerimizi hedef almakta.
Maalesef öyle bir psikolojik duruma geldik ki; neredeyse virüsün sebebi ilan edeceğiz onları. İşte bunu onlara yapmayalım, onları incitmeyelim.
Tıpkı babasını gizleyen evlat gibi onlara çok kıymetli olduklarını, onlara çok ihtiyacımız olduğunu, onlarsız bu karanlık yoldan çıkamayacak olduğumuzu ve onları çok sevdiğimizi hissettirelim ve şunu unutmayalım; onları feda edersek sıra bize gelecek.
Sıkı sıkı sarılın korkmayın onlar bizim olsa olsa PANZEHİRİMİZ olur. Yeter ki biz onların VİRÜSÜ olmayalım. Hem evinde kal, hem de BİZİMLE KAL DEME VAKTİDİR.

Evet EVDE KAL TÜRKİYE’M SAĞILIKLI KAL…