Güya “Yeniden Doğuş/Soya Dönüş” Adlı Asimilasyon (1)
Tarih: 24 Temmuz 2019
Yazan: Stefan DEÇEV / “Kultura” (Kültür) gazetesi/ Sofya, Bulgaristan, yayın tarihi 23.07.2019
Tercüme: BGSAM
Konu: Sahtelikler, tarih bilim, zulüm ve bilimdeki “ayrılık” zamanları üstüne.
Güya “Yeniden Doğuş/Soya Dönüş” Adlı Asimilasyon
Projesine Kadar Bulgar Tarih Bilim (1) /1/
Uygulanan yaklaşım bilimsel olarak yanlıştır, çünkü büyük sayıda tarihsel belge ve malzeme ile çelişki halindedir. Olayların bu şekilde anlatılması Bulgar Müslümanlar için inciticidir – onlar bu filmde soylarından dönmüş insanlar olarak gösterilmiştir.
Tarihçi Petır Petrov. Anılar, 2012
2015’in Temmuz ayında, 1984-1985 yıllarında Bulgaristan’da Türklerin isimlerinin zor kullanılarak değiştirilmesinden tam 30 yıl sonra, “AYRILIK ZAMANI” Bulgar Milli Televizyonu (BNT) seyircileri tarafından “tüm zamanların filmi” seçildi. Bu film, yazar Anton Donçev’in aynı adlı romanına yapımcı Lüdmil Staykov tarafından uyarlandı. Bu romanla ilgili, bu film üstüne, eserin verdiği mesajlar ve oyuncuların ustalığı konusunda ne dersek diyelim, bu roman ve filmin, Bulgaristan’da yaşayan Müslümanların ve Türklerin asimile edilmesini amaçlayan yüzde yüz propaganda ve politik gerekçelerle çekilmiş Todor Jivkov rejimi tarafından yürütülen politik kampanyanın bir parçası olduğu hissinden asla kurtulamayız. Roman ve film, XIX. Yüzyıldan sahte oldukları uzun bir zaman önce kanıtlanan efsanelere dayandırılmıştır. Bunlar, o zaman yürütülen kilise bağımsızlığı ve asırlar önce Hıristiyanlıktan İslam’a dinsel dönüş için uygulanan baskılara açıklık getirmek için anlatılanlarla bağlıdır. Yazar Anton Donçev ve onun romanından hazırlanan senaryoyu filmleştirenler, profesyonel tarihçiler tarafından kaleme alınan metinlere ve onların telkinine de dayandırılabilirdi. Ve film folklor, seyyah notları, efsaneler v.b. kuşkulu kaynaklara dayandırılmadan da çekilebilirdi. Şu da var, meslekten tarihçilerin telkinleri okullarda okutulan ders kitaplarına temel olurken, “zor kullanılarak Müslümanlaştırmanın” sahte tarihindeki asılsız delilerin etkisini kat kat büyütüyor. Yaratılan duyumsal tablo “Türk Esareti” tasavvuruna uydurulmuş olduğundan, bazı meslekten tarihçilerin – bazı yerde açıkça, kimi defa da üstü kapalı –gayretlerle Osmanlı İmparatorluğu tablosu renklerine uyulmama çabalarının sonuçlarını nerdeyse başarısızlığa itiyor.
Yakın geçmişte, “Bulgarlığın ayak altına alındığına” ilişkin medya tarafından yapılan yoğun telkin ve “ulusal kimliğimizin çöküşü” ile ilgili iddialar sonucu 2016 y başında Başbakan Boyko Borisov o günkü Eğitim ve Öğretim Bakanlığının kitaplarının içeriydi. Kamuoyunda tartışılmadan, öğretim programlarında değişiklikler yapılmasına asla yol verilmemesi gereği üzerinde uzun uzun konuşuldu. Özellikle ve 2. ve 6. Sınıf ders programlarına işaret edilmişti. Medya, Payisiy Hilendarski’nin “İslav Bulgar Tarihi” ile “esaret” kavramının programdan çıkarıldığını ve artık “yan yana var olma” terimi ile değiştirildiğini herkese duyurdu. Bu konuda daha sonra yapılan açıklamalarda “yan yana var olma” nın ancak bir yerde geçtiği, iddia edilenlerin asılsız olduğu söylense de dikiş tutmadı. Borisov ve hükümetinin selameti adına, Bakan Tanev görevinden çekildi.
Yazar Anton Donçev’in romanı ile (yapımcı Lüdmil Stoyanov’un çektiği filmin), dayanak noktası Pazarcık’ın (Tatar Pazarcık) ”Korova” köyünde yaşandığını iddia eden, Papaz Metodi Draginov’un, Stefan Zahariev tarafından 1870’te Viyana’da yayınlanan bir öyküsü olduğu her kesçe iyi bilinen bir gerçektir. (1) Bu öyküde XVII yüzyılda “Çepino” vadisi nüfusunun zorla İslamlaştırıldığı anlatılır. Bu, evde ocak başı kaynaklı birkaç anlatım, Hıristiyanların İslam’a zorla dönüştürülmesinin ve tek hamlede, toluca kabul edişinin hikâyesidir. Bu efsaneye, Pazarcık “Sv.Petır” manastırı “Barkun” hikayesi ve “Belov Kroniği” de eklenebilir. Antonina Jelyaskova gibi yazarlar bu 3 hikâyenin “kaynak dokusunun aynı olduğu” görüşünü savunmuştur. (2) Daha çekingen olan Mariya Todorova, benzerliklerine rağmen “bu üç hikâyede gene-lojik bağ”ın saptanmadığını yazıyor. (3)
Bu olaylarla ilgili yukarıda işaret edilenler dışında bir efsane dava dolaşıyor. Bu da, “Rodop Bulgarlar’ının ateş ve kılıçla” İslamlaştırılmasına ilişkin “Tarihin Not Defteri” adlı bir kaynaktır.
(4) Edebiyatçı Bayan Albena Hranova’ya göre, Metodi Draginov’un Viyana’da yayınladığı efsane, Anton Donçev tarafından roman kahramanlı arasında geçen söyleşiler aracılıyla esere bütünüyle monte edilmiştir. Ancak, bu anlatım şaibelidir, çünkü anlatılan olaylar sorumluluk yüklüdür, üstüne s.o. “zorla Müslümanlaştırma” konusunda bize XIX. Yüzyılda erişen 4 efsaneden yalnız birisi – Belov efsanesi – sözde XVII. asırda gelişen olayları bizzat kendi gözleriyle gören bir kişi tarafından anlatılmamıştır.(6)
Bu vesileyle ben şimdi sizlere, İslam’ın zorla dayatılmasına ilişkin olan, tarih biliminin ve onun XIX. Yüzyıl sahtekârlıklarıyla mücadelede çok yokuşlu yolunu anlatmaya çalışacağım. Bilimin, güvenli olmayan bu kaynaklarla, onları başka kaynaklarla karşılaştırarak, zorla İslamlaştırma tasavvurunu biçimlendirmeye belirli amaçlar güderek nasıl katkı sağladığını ve bu işlere sunduğu tamamen bilinçli katkılarını profesyonel yaklaşımla izlemek istiyorum. Ayrıca bu konuyla ve politik iktidarla didişen tarihçi çevrelerden çıkan yazıları ve iç tartışmaları, Bulgar tarihçilerin karşılıklı etkileşim ve bağımlılıklarını; daha ılımlı konum alınması için dayatmaları ve onların etkili olup olmadığını; anlatılan efsanelerin politik baskıların bir sonucu olduğunu, hatta sipariş edilmiş olduklarını; bunların tarihçiler arasındaki ortak değer anlayışının eseri olup olmadığını, tek bir tarihçinin mi yoksa bir bütün olarak “Bulgar tarih biliminin” mi anlayışı olduğuna ışık tutmak istiyorum. Dahası da var. Bulgar kitle bilincinde kuşkusuz travmalı bir dönemin sorunlarının üstesinden gelebilmek, ayrıca belirli bir bilimsel otantiklik korumak, aynı zamanda bir de politik konjonktür (toplu durum) ve baskıya maruz kalmamak, öte yandan da folklordan kaynaklanan, cezalandırıcı bilincin hışmına uğramamak için tarihçilerin seçtiği strateji nedir?
Ben kronolojik bir dizimle 1950 ‘li yılların sonundan başlamak ve tamamen “yeniden doğuş/soya dönüş” adıyla bilinen asimilasyonun ideolojisinin oluşturulmasından önceki yıllara dönerek, Bulgaristan Türklerini asimile etme kampanyası arifesi olan 1984-1985 öncesine kadarki yılları tarihin bilimsel yaklaşımını mercek altına alarak istiyorum. Osmanlı devri ve o zamanın İslamlaştırma problemlerinin büyük ölçüde uzmanlıkları olmayan meraklılar tarafından ele alındığından dolayı, ben İkinci Dünya Savaşı öncesi devri kenara bırakıyorum. 1984-1985’te Bulgaristan Türklerinin isimlerinin değiştirilmesinden sonra baskıların daha direk oluşundan dolayı, bu döneme ait olan eserleri, propagandanın sertleşmesini ve tarih üstüne tartışmaların çetinleşmesini de inceleme konusuna almıyorum. Milletle ilgili anlayışları büyük ölçüde romantik olan tarihçilerimizin sorumluluğu gibi, mesleğimiz içindeki kaçınılmaz var olan çitli (siperli) ayrım çerçevesi içindeki karşılıklı ilişkiler de, Bulgar tarih bilimini yara almaya açık ve asimilasyon çabalarında iktidarın yanında olduğu tezini savunacağım.
Değindiğim olaylar 1984-1985 harekâtından çok önce olmuştur. Bu saldırıda yandaşlık 2 yönde olmuştur. Bir yandan, kapsamı genişleyen sıkı katılımcılık, süreç esnasında en belirgin isimleri de kucaklamıştır. İkinci olarak, son hesapta uydurmalara saldırıda bulunmayan ve hatta daha geniş bir aydın kesim tarafından anlaşılabilmeleri çok zor olan, cılız, tek tük, kandırmalı hoşnutsuzluklar. Tarihçiler kolektifi içinde var olan durumu koruma taraftarlarının kalabalık olmaları ve kamuoyunun son derece duyarlı olması nedeniyle ve son neden olmaması şartıyla, ders programlarının politik kısıtlamaların bir ürünü olduğu dikkate alındığında, değişiklik hamleleri sonuçsuz kalıyor. Bu açıdan “Ayrık Zamanı”, “Türk Esareti” ve “Zorla İslamlaştırma” egemen tasavvuru yaratan olmuştur.
Genel Avrupa derinliğinde Bulgar sahtekârlıkları
Yukarıda işaret edilen kaynakların hepsi – kimileri daha fazla, ötekilerse daha az olsa da – ama hepsi orijinal oluşları ve herhangi bir tarihsel belge olarak kullanılmış olmaları açısından ciddi araştırmacılarda sürekli kuşku uyandırmıştır. (7) Mariya Todorova bile şartlı yaklaşımında şu çağrıda bulundu: “Görüldüğü üzere, o (Metodi Draginov’un efsanesi, not yazarındır. S.D.) XVII yüzyıldan bir belge örneği olarak, hatta yığınsal halde Müslümanlaştırma tanık hikâyesi olarak kullanılamaz” (8) Benim açımdan burada sorun başkadır. Profesyonel tarihçi, geçmişle ilgili kitle bilincini ve iktidarda olanların bazı aktüel politikalarını belirli bir seviyede tutmak için halkın kulağına çalmış efsaneleri şiddetlendirip desteklemeli mi yoksa o meslek ebadına, insan sevgisine, anayasal ilkelere ve hukukun üstünlüğüne bağlı mı kalmalıdır? Bu yazımız ikinci grup açısından yazılmıştır.
Yanlarında, komşuları olan Hıristiyanların konuştuğu dili konuşan, fakat başka din dine ibadet eden Müslümanlara ne sebeple rastlandığı sorusuna cevap arayan Bulgarlar XIX. Yüzyılda besbelli bu efsanelerle tanışmıştır. İslam’a dönmeleri için zor kullanıldığı gibi efsanevi ve gizemli açıklama, milli hafızaya ancak işleyebilir. “Bulgar” bir tek ona baskı uygulandıktan sonra Müslüman olabilir miti kalıcı ve dayanıklı tasavvur olarak böylece yerleşmiştir. Başka bir dine geçmenin zorlama sonucu olduğu, iyice yerleşmiş ve sabit sosyal tasavvur olmuştur. Bu anlayış, yukarıdaki kaynakların tarih bilimcilere güvenilerek verilmesiyle ve daha sonra şiirlerle, hikayelerle, uzun öykülerle, romanlarla, filmler çekilerek vs ebedi yapıtlarla desteklenince onların etkisi kat kat artar. Ortaya atılan mit böylece daha da güçlenince halk hafızasına telkin edilir ve dolayısıyla belirli bir politika ve kimlik ortaya çıkabilir.
Yeri gelmişken hemen işaret edelim. XIX. Yüzyılda Avrupa kıtasında sahte kimlik yaratma olayına yalnız Bulgarlarda rastlanmaz. (9) “Gerçek” milli geçmiş arayan, o devrin entelektüel ve politik ortamına birçok başka ülkede de rastlanır. Birkaç yıl önce, (Albert Einstein tarafından kurulan) sahte örnekler yaratarak da olmak üzere, “geçmişi yeniden yaratma” (10) problemleri üzerinde çalışan, Priston Yüksel Araştırmalar Merkezine bağlı Tarih Ekolü Müdürü, tarihçi mediyevist Prof Patrik Giyri tarafından yönetilen enstitüyü bir uluslar arası ekibin üyesi olarak ziyaret etme olanağım oldu.(11)
Bu ziyaretimde, diğer ödevlerin yanı sıra, sahte ürünler, çarptırılmış metinler, efsaneleştirilmiş yapıtlar, şiirsel tasavvuf ve başka gösterildi. Bize gösterilen ve anlatılanlar arasında, İzlan’da şairi Ceyms Makferson tarafından sözde “bulunan” Orta Çağlarda yazmış olan Osiyan destanları; öncü İslavcı bilim adamı Yozif Dobrovsky öğrencisi olan yenilikçi ve yaratıcı Çek Vaslav Hanka’nın “Saray Notları” ve “ Zelenegor Notları”; Fin folklor uzmanı Kalevala ve başkaları da yer alıyordu. Bu belgeler arasında Bulgar “Papaz Metodi Draginov Efsanesi”nı olduğu gibi, “Veda Slavena” efsanesini de buldum. Bu ziyaret projesi, bütün Avrupa’da pek çok tarihi iddianın konusunda yapılan derin deneylerden çok önemli ve ilginç sonuçlar doğruluğu çıkarılmasına (doğru olanın süzülmesine) neden oldu. Bazı durumlarda ana amacın doğan ulusal şuuru (bilinç) saptanıp açıklamak, böyle bir şuur yoksa onu yeniden üretilerek geçmişe yansıtmak olduğu tespit edildi. Başka örneklerde ise, başlıca daha önce var olmayan bazı eski kuralların ve gelenekleri kanıtlamak amacıyla tamamen gülünç tasarımlardan söz edebiliriz. Üçüncü grupta, çağdaş dünya insanlarını yanıltırken kullanmak için oluşturulmuş yüzde yüz sahtelerini görebildik. Uzun zaman önce yitirilmiş bir canlılığı koruyabilen, hatta canlı izlenimi bırakanları da gördük.
Bu gibi çalışmaların ardasındaki mitlere (uydurmalara) gelince, onlar da birbirinden çok farklıdır. Bir milletin seçenekli geçmişinden, artık yerleşmiş olan bir akademik otoriteden ve kişisel kariyer hevesinde kadar değişik özlemlerden söz edebiliriz. Yabancıların eleştirileri ve itirazları, bu çabaları milli gururu güçlendirmek açısından yalnız yeni atılımlar kazandırabilir diyebiliriz. Sahtelerin hazırlanması, okurları ve geleceğin akademik yıldızlarını aldatmış olma gibi eğlenceler de doğuruyor. Kimilerinin gerekçeleri ulusun şan ve şöhretini yükseltme, halkın soy kökleri ile ilgili ve hatta halklar arasında geçmişleriyle ilgili yarışmalar bile olabilir. Bütünsel kültürel ve politik iklimden başka sahteliği olumlu karşılayan bir gereklilik de olabilir ki, “Zorla Müslümanlaştırma” örneği bizde “başarılı” sahtecilik örneği olarak gösterilebilir.
Bu projede saptandığı üzere, değişik “sahtecilikler”, “ efsaneleştirmeler” ve “şiirsel hayaller” birbirinden çok farklı kader yaşamıştır. Kimisinin hayat mumu hemen sönmüş, bazıları 100 yıldan fazla ayakta kalmış, üçüncü bir grup ise, profesyonel tarihçilerin tarih öyküsünde ciddi değişiklerle neden olurken, hatta milli hareketlere esin de olabilmiştir. Örneklerin sahte olduklarından dolayı tamamen çöpe atılmaları için yeni bilimsel yaklaşım belirmesine ve politik iklimin tamamen değişmesine birkaç neslin değişmesine gerek vardır. İşte bu anlamda, yerleşmesine sahte örneklerin yardımda bulunduğu, milli kimliğin yeniden tanımlanması da, kimliğin zamanı doluncaya kadar, belirli rol görmektedir. (12) ( Burada da bizim konumuz olan sahteliklere de yer vardır. Yukarıda sıraladığımız ülkelerde sahtecilik yıllar önce tarihe karışmış olsa da, Bulgaristan’da eskiden tanıdığımız cinayetlerle örülmüş siyasetin kolayca yasallık kazanması için bir araçtır ve bu siyasete dayanak oluşturmaya devam etmektedir.
Bulgar tarihinde sahtekârlıklar
1950 yılından sonrası bu incelememizde özel ilgi odağımızdır. Komünist yönetim ve Todor Jivkov rejimi seçmeli milliyetçiliğe doğru tam bu zaman yönelmiştir. 1879’da modern Bulgar devletinin kurulmasından sonra konuşulmaya başlayan ve 1912-13 yıllarında ve XX. Yüzyılın 40’lı yıllarının başlarında geliştirilen milli isim değiştirme kampanyalarını meşrulaştırmak amacıyla kullanılan “Türk esareti” iddialarının yeni bir versiyonunu gündeme taşımıştı. (13) Bu kampanyanın başlangıcı “Rodoplar’da Bulgar Müslümanlarının Geçmişi” kitabının 1958’de çıkmasına rastladı. Bu eserde o yıllarda otorite sahibi olan tarih bilginlerine yer verildi. Burada, tesadüf ve hemen akla gelmiş bir hamleden söz edilmiyor. İyi düşünülmüş, amacı ve derinliği olan bir proje ortaya konmuştur. Yıllar sonra Bayan Evgeniya Mihaylova’ nın “Gönülleri Kazanılınca Kenara İtilen” kitabında haklı olarak işaret ettiği üzere, “Bulgar Bilimler Akademisi “soy kökü” ne ilişkin aldığı “ödevi” yerine getirmiştir. (14)