Faşistlikten Silkinemediler
Roman-Millet Meselesi
Tarih: 10 Ekim 2019
Yazan: Rafet ULUTÜRK
Konu: Kimliğimiz öyle bir baskı altında ki deneme tahtası gibiyiz.
Daha önceki yazılarımızda Bulgaristan’da “Amelipe” adında vakıf olduğunu, sahibi olan Başbakan Yardımcısı Tomislav Donçev’in nikâhsız karısı sayılan Bayan Svetlana Donçeva tarafından idare edildiğini ve Romen-Millet için eğitim, sosyal yardım, etkinlik ve kültürel eritme amaçlı Avrupa Birliği ve devletten gelen paraların bu kurumun banka hesaplarına düştüğünü yazmıştım.
Bulgar dergileri bu nikâhsız çiftin lüks hayatını ve Alex adlı bir oğlu olduğunu resimlediler. Yazımda, yoksul Roman ailelerin çocukları için Avrupa Birliği’nden gönderilen sosyal yardım paralarından 8 milyon Avro’yu ailenin kimseye belli etmeden başarıyla aşırdığını da bildirmiştim.
Bu işler dünyadan habersiz yapılırken, bundan 3 ay önce Bulgaristan’ın Gabrovo kentinde bir Roman Gettosu gece karanlığında ateşe verilirken duyuldu. Büyük motorluların ve futbol taraftarlarının kentin merkezine toplanıp hafta boyu fener alayı düzenlemeye hazırlandıkları an Tomislav ve Svetlana çifti de aralarındaydı.
Heyecan dolu ortamda demeç verirken Bayan Svetlana Donçeva “ben ırkçıyım, eşim ise faşisttir” demişti.
Sosyal medyayı sarsan bu “samimiyetten” sonra Avrupa Konseyi’nin (İstanbul Kadına Şiddeti Engelleme Anlaşması) adıyla bilinen ve 2011 yılında Bulgaristan tarafından da imzalanan bu sözleşmeyi Sofya Meclisi onaylamadı. Kilise, diyanet ve sivil kurum kuruluşları, ayrıca okul çağında çocuğu olan ana-babalar şiddeti önleme programı Bulgar toplumunca kınanırken, o gizlice uygulanmaya kondu.
Bu amaçla Bulgaristan’a hemen 64 milyon Avro para bile akıtıldı.
AB’den gelen paradan da sorumlu olan yetkili yine Başbakan Yardımcısı Tomislav Donçev oldu. Gizli uygulamanın hedefinde Bulgar azınlık çocuklarını ailelerinden koparıp “değişik kategoride etnik kimliksiz sosyal tipler” olarak yetiştirmek, dış ülkelere satmak vs vardı.
Gerçek amaçları halktan gizlenen bu program ülkemizde 15 merkez kurmuş ve yoğun çalışmalarına 2 ay önce başlamıştı. Bakanlar Kuruluna bağlı Çocuk Esirgeme Genel Müdürlüğünün bu gelişmelerden haberi var tabii.
15 Eylülde 2019-2020 ders yılı açıldı.
Eğitim ve Teknoloji Bakanı Vılçev birinci sınıfa giren öğrencilerin yarıdan fazlası “Bulgarca tek söz bilmiyor” dedi. “Ana babalar çocuklarını okula yazdırmak istemiyor, polis eşliğinde eğitmen, öğretmen, sosyal işler görevlileri ve okul müdürleri evlere 200 bin ziyaret yaptılar” demişti ve üstüne Roman çocuklarının toplandığı okullarda derse giren öğretmenlere çift maaş verdiklerini de duyurmuştu.
Bu yeni bir baskı yöntemidir.
Özünde olan “Bulgarca bilmeyenin Bulgaristan’da işi olamaz!” saçmalığıdır. İktidarın faşistleştiğine açık bir kanıttır. Tam bu olaylar çamaşır ipine dizilirken, Sofya Radyosu 5 saat yayını durdurdu. Başbakan Borisov “geri zekâlılar hemen eve!” emrini verse de, herkes işinin başında hatta Radyo Şefi gün saymıyor. İplerini çekenin başkası olduğunu biliyor. Ardından hemşire ve ebeler maaşlarına zam için ulusal protesto eylemleri başladı.
Başbakan “56 milyon leva saldım” dedi. İki gün sonra “86 milyon leva gönderdim” diye ekledi.
Sağlık Bakanı “gelen para 6 milyon leva, o da önceden harcanmış, yorumunu getirdi.
Bir olay daha oldu. Avusturalya vatandaşı Pol Fridman yıllar önce kaçırılmıştı. Yere yatırılıp eşek sudan dönene kadar dövülürken eline geçirdiği bir bıçakla saldırdı ve sopacılardan birini “cehenneme” gönderdi. Hemen tutuklandı.
20 sene ve 650 bin Amerikan Doları para cezası aldı.
Geçen hafta bir mahkeme kararıyla salıverildi, fakat yeniden tutuklandı. Avustralya hükumetinden muhtemelen gelecek bir insan haklarını ihlal notası, Başbakana tüm trenleri kaçırttı.
Şimdi dağ tepeyi Jeep’le dolaşıyor.
Jeep’ten başka emirlerine uyan olmadığını fark etmek çok kötü. “Mavi oda” tatlının ekşi vişnesi oldu.
Hiç beklemiyordu.TV ve sosyal medyada yaz tatili esnasında okulların onarıldığı, sıva boya yapıldığı rapor edilmişti.
İşin içinde iş olduğunu o da bilmiyordu.
Onarılan okullarda çocukları etkilemek için “mavi oda” adından psikolojik merkezler donatılmıştı.
08 Ekim 2019 günü 44 bin Roman-Milletten öğrenci dersten alınınca gerçeği o da öğrendi.
Biliyorsunuz 08 Ekim’de Güney Bulgaristan’ın 5 ilinde resmen hayat durdu.
Roman (Millet) ana-babalar öğrencilerini okullardan aldı. Protesto gösteriler düzenlendi. Bulgar eğitim ve kültür sistemine tekme vuruldu. “İstemeyiz, eksik olsun!” dediler. Ana-baba patlamasının nedeni Sofya’ya bağlı “Borovan” köyünde 12 öğrencinin ana-babalarından imzalı “razıyım” izni almadan okuldan çıkarılıp bir araca bindirilerek yola düşmesi oldu.
Okul müdürü ve öğretmenler çocukların nereye götürüldüğünü (kaçırıldığını) kendileri bilmiyor, ailelere bildirilmemişti. Orada çalışan bir “mavi oda” vardı. Olayı öğrenenler Güney Bulgaristan’ın bütün şehir ve köylerindeki mahallelerde yaşayan akrabalarını telefonla aradı. “Çocuk kaçırma programının yürürlüğe konulduğu” haber verildi. Millet okulları bastı, dersler kesildi, ana-babalar çocukları sınıf odalarından çıkardı ve mahallere topladı.
Bulgaristan tarihinde okulların boykot edilmesi 1994 yılında 114 bin Türk çocuğu tarafından “Türkçe Okumak İstiyoruz!” sloganıyla bir defa boykot edilmişti.
Ana babalar ve öğrenciler ortak eyleme geçmişlerdi. Bu defa Romanlar (Millet) Bulgar eğitim sistemini ve kültürünü kökten ve bütünüyle reddetti. Gelecek adına cahil kalmayı seçti. Olay hükumeti ve devleti, AB fonlarından sürekli Roman parası çeken yalancı-dolandırıcı-aldatıcı sistemi sokağa attı.
Bulgar Telgraf Ajansı (BTA) açıklama yapan “Amelipe” merkezinin Yürütme Müdürü Kolev “Sliven ve Güney Bulgaristan’ın diğer merkezlerinde huzur kaçtı. Gerginlik Kuzey Bulgaristan’a da sıçrayabilir” dedi ve şöyle devam etti:
“Ders yılı başlarken, büyük sayıda ana-babanın okul müdürlerine “Biz Evladımızı Vermiyoruz!” Deklarasyonu vermişti. Çocuklarının dersler dışında hiçbir sosyal ve başka programa katılmasına izin vermediklerini yazılı ve sözlü olarak bildirmişlerdi.” Biz Kuzey Bulgaristan okullarından da yazılı bilgi aldık ve ana-babaların çocuklarının herhangi bir sosyal programa katılmasına izin vermediklerini ve ısrarlı olduklarını öğrendik.”
Bu arada Türk ailelerin çocuklarını “serbest seçilmiş ders olarak Türkçe dersine çocuğunu yazdırmama gerekçesi de ortaya çıktı”. Ana babalar okul saatleri dışında öğrencinin okulda kalmanın tehlikeli olduğunu öğrenmişti.
Bulgar öğretmenlere asla güvenmiyorlardı.
Çok büyük bir düğüm çözüldü. Türk öğrencilerin Türkçe derslere neden seve seve gitmediği sorusu hepimizi üzüyordu. “Amelipe” vakfı yürütme müdürü Kolev şöyle dedi:
“Eve beyinler çocuklarını okuldan almasalar bile iki yönde çok ciddi sorunlar yaşanacak”.
Birinci: Bundan sonra ana-babalar hiçbir konuda hiçbir bildirge veya taahhütname imza atmaz. Karşılıklı güven bitmiştir. Ana-baba yazılı biçimde “razıyım” belgesi vermeden biz öğrencileri okul dışına çıkaramayız, geziye bile götüremeyiz. Çocuklar kaçırılacak tedirginliği ve korkusu çok büyük.
İkinci : “sosyal görevliler bundan sonra aileleri ziyaret edip hiçbir konuda imza toplayamaz ve çocuklarla temas kuramazlar.”
08 Ekim 2019 milli protesto eylemiyle, Bulgaristan orta kuşağı büyük tehlikeyi hissetti. Bugün iktidarda olan GERB partisinin ve ortağı olan VMRO partisi yönetiminin okul çağındaki çocukları ÇOCUK ESİRGEME KANUNU kendi lehinde geliştirdiği ve yasallaştırdığı gerekçelerle ana-babalarına sormadan alabilme “hakkını” elde etmişti.
SOSYAL HİZMET KANUNU’NA göre ailesinden koparılan çocuğu bakması için başka bir aileye evlatlık verebilme ve bu işten para kazanma kapısını aralamıştı. Çocuğu razı edince olay kendiliğinden lehlerinde gelişiyordu.
Bu operasyon, Aile Yasasının 93. Maddesine göre, biyolojik ana-babanın razılığına başvurulmadan yapılabiliyordu. Yani çocuk satma kapısı aralanmıştı. 44 bin çocuğun 2 saatte okuldan çıkarılıp evlerine toplanmasıyla alev bacayı sardı.
Konuşulan şudur: “GERB-VMRO yeni kan vergisi getiriyor. Evlatlarımıza sahip çıkalım.”
Bulgaristan’da etnik azınlıkları yok etme, etnik kimlikleri çiğneme siyaseti şiddetleniyor. Bu politik bir mücadeledir. 1989 Türkleri silah zoruyla sınıra sürerken, Zorla Göç programı uygularken BKP MK üyelerinden ve “DS” Generallerinden 78 kişinin vize ve pasaport satmaktan milyoner olduğunu;
2016-2018 yılları arasında Bulgar vatandaşlığı satmaktan zengin olan VMRO haydutlarını kimse unutmadı. Aynı zümre, şimdi okula giden azınlık çocuklarını “mavi odalarda” psikolojik işlemlerle ana babalarından ve ailelerinde koparıp satma programlarıyla daha da zengin olma çılgınlığına kapıldıklarını görüyoruz. Bulgar devleti, Bu işe baş koyanlara her çocuk için bizden aldığı vergilerden ayda 700 leva ödemeyi kabul etmiştir.
Sanki AB ülkelerinde “köle çocuk ticareti” yeniden başladı.
“Köle Pazarı” kuruldu. Çocuklarımızdan deney tavşanı yapıyorlar. Cumhurbaşkanı ve Başbakan bu gerçeği bilmesin olamaz. Bulgar İstihbarat örgütü DANS’ın gelişmelerle ilgili yalnız Başbakan Yardımcısı T. Donçev’ı bilgilendirdiği ortaya çıktı.
5. Teknolojik devrimin yaşlı göçmenlerle yapılamayacağına inanan Batı Avrupa devletleri “özel eğitimli çocuğa ihtiyaç olduğunu gördüler ki “mavi odalar” için para akıtıyorlar. İkinci Dünya Savaşında Hitler’in toplama kamplarında çalışan deney doktoru Mengele deney bahanesiyle binlerce “çocuğu” öldürmüştü.
Bu işin altında büyük bir suç var. Bulgaristan Romanlarının geleceğine kıyılmak isteniyor. Bu işlem hemen durdurulmalı, bütün “mavi odalar” hemen katılmalıdır. Sosyal merkezlerde çalışanların hepsi suçlu bulunup işten çıkarılmalıdır. İfadeleri alınmalıdır. Başbakan Yardımcısı Tomislav Donçev, Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Krasimir Karakaçanov’un banka hesaplarına haciz konmalı, ikisi de işten kovulmalı ve Yargılanmalıdırlar. “Amelipe” merkezinin bütün hesaplarına el konmalı, şimdiye kadar sosyal görevlilerin sınıf odalarında ve okul içinde bakanlıktan onaylanmış mevzuat dışında görevlerle çalışanları, okullara girmeleri kesin yasaklanmalıdır.
Bunlar yapılmazsa, Bulgar hükumeti ve Eğitim ve Teknoloji Bakanlığı azınlıklara kendi okullarını kurmaları ve anadillerinde eğitim için bütün olanakları tanıyıp hemen sağlamalıdır.
Bulgaristan’da benzer olaylar daha önce de yaşanmıştır.
1941-1944 yılları arasında Ege Bölgesi ve Makedonya’yı işgal eden Bulgar ordusu Yahudi ve Romen aileleri çocuklarıyla birlikte toplamış ve Polonya’daki Nazi Toplama kamplarına göndermiş ve kamp ocaklarında hepsi yakılmıştır. 1913 yılından başlayarak, 1934-1944 arası, 1962- 1964- 1972-73 ve 1984-1989 yıllarında Pomakların, Romenlerin ve Türklerin isimlerini değiştirmiş, dil ve din kurslarına gitmesinin yolunu kesmiş, 2 700 Müslüman, okul, medrese, pedagoji okulu ve Üniversite fakültelerimizi kapatmış, öğretmen ve hafız, molla, hoca ve müftüleri göçe zorlamış ve zekâmızı körletmeye, Müslüman halk topluluğu olarak hepimizi geri zekalı yapmaya zorlamış, terör uygulamış ve gece gündüz çalışmıştır. İkisi de Başbakan yardımcısı olan T. Donçev’in ve Kr. Karakaçanov’un yönetim düzeyinde bu işlerin içinde olması, karanlık yerden gelen emirlere uymaları, para çalmak için halkımızın kimliğine çocukları hedef alarak saldırmaları ve Başbakan Boyko Borisov’un “Bulgar Bulgar’a bir şey yapmaz!” mantığıyla hareket ederek, iki yüzlü gülümseyerek, “ne süt içtim, ne süt döktüm” havalarında boy gösterilerine devam etmesi, hainler başı Ahmet Doğan’ın dilini yutması, Mustafa Karadayı ve Lütfi Mestan’ın susması bir gün gelecek fatura olarak ellerine sunulacak, önlerine konacaktır.
Sayın okurların. Gerçekten de bugün bizim başat sorunumuz bir yandan faşizmin kılıçı kalkmasına karşı direniş, ama aynı zamanda eğitim ve öğretim adalet reformu, anadil sorunu, okul problemi, kültür davasıdır.
Çocuklarımızı korumak zorundayız.
1989’da ateşiyle başlattığımız davamızı ne yazık ki bitiremedik ama 08.10.2019 tarihli (Salı gün) kitle halinde baş kaldırmamız takdire (övgüye) değerdir. Közler hala canlıdır. Alevlenen Türk kimliği onurudur. Tüm Bulgaristan’a ve Avrupa Birliği’ne dipdiri olduğumuzu, Bulgar okullarını 2 saatte boşalta-bildiğimizi, bu memleketin geleceğinin bizim çocuklarımız olduğunu, tüm alternatiflerin bizim olduğunu ve onların tek seçeneği olmadığını gösterdi.
Kusura bakmasınlar ama bir çocuk yapmayı beceremeyenlerin bekası ve yarını olmaz. Ölmüş ve çökmüş bir devlette yaşıyoruz.
Çocuklarımızı çalıp da para kazanacak kadar alçaldılar ne diyelim…
Bu çöküş isim, dil ve din hırsızlığından da daha dibe düştü.
Halkımız fakir yoksul olabilir ama onurluyuz.
Gelecek bizimdir.
Okuduğunuz için teşekkürler.
Bizi izleyiniz.
Dostlarınızla Paylaşınız.