Dijital Panoptikon: Gözetim Kapitalizmi ve Mahremiyetin Sonu mu?

Berna KAYA

“Senin hakkında senden daha fazlasını biliyorum.”

Bir dost sohbetinde söylense şaka gibi gelebilir. Ancak eğer bunu Google, Meta ya da Amazon söylüyorsa, rahatsız edici bir gerçeğe işaret ediyor: Artık kim olduğumuzu bizden daha iyi bilen bir sistem var. Ve bu sistem sadece bilmekle kalmıyor—bizi şekillendiriyor, yönlendiriyor ve hatta satın alınabilir bir veri paketine dönüştürüyor.
Özgürlük ile gözetim arasındaki ince çizgide, gerçekten seçim yapabiliyor muyuz? Yoksa mahremiyetimizi kendi ellerimizle teslim edip, bunun farkına bile varmadan dijital bir hapishanenin mahkûmu mu oluyoruz?
Panoptikon: Gözetimin Yeni Yüzü
“Birinin sizi izlediğini bildiğinizde nasıl davranırsınız?”
Bu soru, günümüz dijital çağında nasıl yaşadığımızı belirliyor. Michel Foucault’nun Panoptikon kavramı, mahkumların her an gözetlenip gözetlenmediklerini bilmedikleri için kendilerini disipline ettikleri bir hapishane modeli olarak ortaya çıkmıştı. Bugün bu gözetim biçimi, dijital dünyada yeniden hayat buldu.
Sosyal medya platformlarından akıllı şehir sistemlerine kadar geniş bir yelpazede bireyler izleniyor ve hareketleri kayıt altına alınıyor. Ancak yeni Panoptikon yalnızca fiziksel gözetimi değil, dijital kimliğimizi, düşüncelerimizi ve tercihlerimizi de kontrol eden bir yapıya dönüştü.
Gözetim Kapitalizmi: Senin Düşüncelerini Tahmin Ediyorum
Shoshana Zuboff’un “Gözetim Kapitalizmi Çağı” kitabında belirttiği gibi, büyük teknoloji şirketleri kullanıcı verilerini yalnızca analiz etmekle kalmıyor, aynı zamanda gelecekte nasıl davranacağımızı tahmin edip yönlendirmeye çalışıyor.
Cambridge Analytica Skandalı: Dijital Manipülasyon
2018’de patlak veren Cambridge Analytica skandalı, Facebook’un milyonlarca kullanıcının verisini izinsiz olarak bir şirkete verdiğini ortaya çıkardı. Amaç, siyasi seçimleri etkilemekti.
87 milyon Facebook kullanıcısının verileri toplandı.
Psikolojik profiller oluşturularak seçmenlerin düşünce yapıları analiz edildi.
Brexit referandumu ve 2016 ABD Başkanlık Seçimleri’nde seçmenler farkında bile olmadan manipüle edildi.
Bu olay, gözetim kapitalizminin yalnızca tüketim alışkanlıklarımızı değil, demokratik süreçleri bile nasıl yönlendirebildiğini gösterdi. Algoritmalar yalnızca ne satın alacağımızı değil ne düşüneceğimizi de şekillendirebilir mi?
Ancak Cambridge Analytica skandalı yalnızca bir başlangıçtı. Daha büyük sorun, bu tür veri sömürüsünün artık olağan hale gelmesi. Google, Amazon ve diğer teknoloji devleri, yalnızca çevrimiçi alışverişlerimizi değil, nerede olduğumuzu, ne zaman hareket ettiğimizi ve hangi rotaları kullandığımızı da takip ediyor.
Google’ın Konum Takibi: Nerede Olduğunu Bilmeden Bile Biliyorum
2018’de Associated Press tarafından yapılan bir araştırma, Google’ın konum hizmetleri kapalı olsa bile kullanıcıların yer bilgilerini topladığını ortaya çıkardı.
Google Haritalar’ı kullanmasanız bile, cihazınızın IP adresi ve Wi-Fi bağlantıları üzerinden konumunuz tahmin ediliyor.
Gmail’deki uçuş ve rezervasyon bilgileri analiz edilerek seyahat alışkanlıklarınız takip ediliyor.
Android telefonlar, SIM kart değiştirildiğinde bile eski konum bilgilerini tutmaya devam ediyor.
Bu, yalnızca bir gizlilik ihlali değil; aynı zamanda dijital dünyada ne kadar şeffaf hale geldiğimizin bir göstergesi. Artık yalnızca düşüncelerimiz değil, fiziksel hareketlerimiz bile teknoloji şirketlerinin denetiminde.
Devlet Gözetimi: Totaliter Distopya mı, Güvenlik Tedbiri mi?
Devletlerin gözetim teknolojileri geliştirmesi yeni bir şey değil. Ancak bugün mahremiyet ile güvenlik arasındaki çizgi giderek bulanıklaşıyor.
Çin’in Sosyal Kredi Sistemi: Dijital Gözetimin Son Aşaması
Çin’in Sosyal Kredi Sistemi, dijital gözetimin nasıl bir ceza ve ödül mekanizmasına dönüştüğünü gösteren en net örneklerden biri.
Devlet, vatandaşların internet geçmişini, finansal durumunu ve sosyal medya paylaşımlarını izliyor.
“İyi vatandaşlar” kredi, eğitim ve sağlık hizmetlerinde avantajlar elde ediyor.
“Kötü vatandaşlar” tren ve uçak biletlerinden men ediliyor, iş başvurularında dezavantajlı hale geliyor.
Örneğin gazeteci Liu Hu, hükümeti eleştiren yazıları nedeniyle sosyal kredi puanı düşürüldü. Uçak ve tren biletleri alması yasaklandı, internet erişimi sınırlandırıldı.
Bu sistem, gözetimin yalnızca bir kontrol aracı değil, aynı zamanda bir sosyal disiplin mekanizması olduğunu gösteriyor.
ABD ve Avrupa’da Yüz Tanıma Teknolojisi: Her An Takip Altında mıyız?
Çin kadar sert bir gözetim politikası izlenmese de, Batı’da da yüz tanıma teknolojisi giderek yaygınlaşıyor.
Londra, dünyadaki en fazla yüz tanıma kamerasına sahip şehirlerden biri.
New York Polis Departmanı, protestolara katılan vatandaşları yüz tanıma sistemiyle izliyor.
ABD İç Güvenlik Bakanlığı, sınır geçişlerinde yüz tarama teknolojisini zorunlu hale getirdi.
Amazon’un ev güvenlik sistemi Ring’in, polislere özel erişim sağladığı ortaya çıktı.
Ancak dijital gözetim sadece yüz tanıma sistemleriyle sınırlı değil. 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’de NSA’nın gözetim yetkileri büyük ölçüde genişletildi. Snowden’ın sızdırdığı belgeler, NSA’nın yalnızca suçluları değil, sıradan vatandaşları da izlediğini ortaya koydu. Telefon dinlemeleri, e-posta takibi ve internet verilerinin toplanması, “güvenlik” adı altında bireylerin mahremiyetini kısıtlayan sistemlerin temelini oluşturdu.
Avrupa Birliği’nin GDPR (Genel Veri Koruma Yönetmeliği) gibi düzenlemeleri, büyük teknoloji şirketlerini bazı kısıtlamalara tabi tutsa da, bu şirketlerin devletlerle iş birliği hâlâ tartışmalı bir konu. Facebook ve Google gibi devler, kullanıcı verilerini yalnızca ticari amaçlarla değil, devletler tarafından yapılan talepleri yerine getirmek için de kullanıyor.
Bu teknolojiler terörle mücadelede etkili olabilir, ancak aynı zamanda bireylerin sürekli takip edilmesine yol açan bir gözetim kültürü yaratıyor.

Anonimlik Mümkün mü? Kaçış Yolları
Gözetim kapitalizmine ve devlet denetimine karşı, anonim kalmak isteyenler çeşitli çözümler arıyor.
Tor Ağı: İnternette anonim dolaşmaya olanak tanıyor, ancak sıkı denetime maruz kalıyor.
Kripto Paralar: Bankalardan bağımsız bir ekonomi yaratma umudu taşıyor, ancak hükümetler tarafından sıkı takibe alınıyor.
Şifreli Mesajlaşma (Signal, ProtonMail): Devletlerin ve şirketlerin izleme yeteneğini sınırlıyor
Ancak devletler ve teknoloji devleri için anonimlik artık bir tehdit. Bir zamanlar özgürlüğün simgesi olarak görülen kripto paralar bile bugün devletlerin sıkı denetimi altında.
Özgürlüğümüzü Bilerek mi Kaybediyoruz?
Gözetim kapitalizmi ve devlet denetimi altında, özgürlüğümüzü farkında olmadan mı kaybediyoruz?
Mahremiyetimiz artık bir hak değil, bir ayrıcalık mı oldu?
Sürekli izlenme korkusu, bizi daha uysal ve daha itaatkâr bireylere mi dönüştürüyor?
Belki de en büyük tehlike, izlendiğimizi bilerek buna alışmak.
Dijital gözetim artık hayatımızın her alanında. Sinema dünyası da bu dönüşümü sorgulamaktan geri kalmadı. İşte büyük veri çağında bireysel özgürlüğün geleceğine dair düşündürücü üç film önerisi:
📌 The Circle (2017) – Büyük teknoloji şirketlerinin bireyleri nasıl manipüle ettiğini ve mahremiyetin nasıl bir yanılsamaya dönüştüğünü ele alan bir film. Google, Meta ve Amazon gibi şirketlerin veri toplama politikalarına eleştirel bir bakış sunuyor.
📌 Snowden (2016) – ABD’nin 11 Eylül sonrası güvenlik adına bireysel mahremiyeti nasıl yok ettiğini anlatan gerçek bir hikâye. NSA’nın tüm dünyayı nasıl izlediğine dair çarpıcı bir anlatım sunuyor.
📌 Minority Report (2002) – Veri analizi ve yapay zekâ kullanımıyla insanların gelecekte nasıl davranacağını tahmin eden bir sistem üzerine kurulu. Çin’in sosyal kredi sistemine benzer şekilde, devletlerin gelecekte bireyleri nasıl kontrol edebileceğine dair distopik bir öngörü sunuyor.
Dijital gözetim çağında özgürlüğün sınırlarını keşfetmek ve bu tartışmaya farklı açılardan bakmak isteyenler için bu filmler önemli birer perspektif sunuyor.