Bulgaristan’da İşlerin İşindeki Terslik.

Ahmet TÜFEKÇİ
Tarih: 12 Haziran 2020

Bundan tam 30 yıl önce, 10 Haziran 1990’da Bulgaristan’da ilk demokratik seçimlere katılmış ve Hak ve Özgürlükler Hareketi’ne (HÖH) oy vermiş biri olarak bazı konularda görüşlerimi paylaşmak istiyorum. “www.bghaber.org”  İnternet haber sitesinde ve yorumları soydaşlar arasında gündem belirler oldu ve yoruma açık forum oluşturulabildi.

O zaman toplumda büyük bir heyecan vardı.

Korku boşanmış ve akıyordu. Buna rağmen ve bu arada Sofya “Kartal Köprüde” 1 200 000 (bir milyon iki yüz bin) kişinin katıldığı o çok görkemli bir Demokratik Güçler Birliği (CDC) mitingi yapılmasına ve coşkunun doruğa çıkmasına rağmen, içimdeki huzursuzluk beni terk etmiyordu. Seçim sonuçları bu endişemi de doğrulamıştı.

Anayasa değişikliği için seçilen Büyük Millet Meclisi (BMM) bileşimindeki 400 milletvekilinin dağılımı şöyleydi:

BKP_BSP – 211’ini sosyalistler (yani eski komünistler) BSP;

CDC – 144’ünü Demokratik Güçler Birliği (eski ve yeni demokratlar) CDC;

HÖH – DPS – 23’ünü Hak ve Özgürlükler Hareketi (Türk Partisi) HÖH;

BZNS – 16’sını Bulgaristan Halk Çiftçi Birliği (Al. Stanboliyski çiftçileri) BZNS,

2 bağımsız, 1 vatan Cephesi (VC) ve

1 de Sosyal Demokrat partisi (Marksist olmayanlar).

Seçim kampanyasında bu partilerden hiç biri 2020 yılına kadar geçerli kalan ve yürürlüğe konarak kısmen de olsa uygulanan bir program çıkaramamıştı. Konuşulmayan ama olması beklenen “su akar ve yolunu bulur” gidişinin devamıydı. Aslında ortada akan bir su da yoktu. Hareket döngü halindeydi.

***

Berlin Duvarı” nın yıkılmasından ve Soğuk Savaşta komünist blokun yenilmesinden sonraki ilk seçimde, (1990 seçimlerinde), Doğu Avrupa ülkelerinin hepsinde anti-komünist güçler muhalefete geçerken, yalnız Bulgaristan’da (herkes peçe veya maske değiştiren dese de) ben yalnızca yüzünü yıkayan komünistlerin “arındık” deyip, sosyalist çehreyle meclisteki sandalyelerin yarısında fazlasına yerleşmeleri düşündürücü olmuştu.

Daha sonra anlayabildiğim üzere, 1964’ten sonra şiddetlenerek tırmanan “soya dönüş süreci” adlı isim, dil, din, gelenek ve kültür değiştirme işleri, Bulgaristan’ı diğer sosyalist ülkelerden 15 yıl geride bırakmıştı. Toplum içine kapamış, korku ortamı oluşturmuş ve zaten dünyaya kapalı yaşadığımızdan olayları fark edememiş, bilinçsiz ve ürkek Bulgar seçmen oylarını eski alışkanlıkla sosyalistlere vermişti. Tabii işin içinde bir de hesaplaşma ve katillerin cezalandırılması korkusu vardı, bu çok büyük bir korkuydu.

Ben size şimdi burada, yeri gelmişken, Bulgarların yaşadığı korkunun ne kadar büyük olduğunu bir örnekle anlatmak istiyorum.

İnsanlık tarihinde M.Ö. 300’lü yıllarda, en büyük devleti Büyük İskender kurdu. Anlatılırken Orta Asya üzerinden Hindistan’a uzandığına atıf yapılır.

İnsanlık Tarihinde M.S. 13. Yüzyılda en büyük devleti Moğol İmparatoru Cengiz Han kurdu. Moğolistan’dan, Çin’e, Kuveyt’e ve Hindistan’a yayıldı, Orta Asya haklarını İslam’la buluşturdu ve birleştirdi.

Bu iki imparatorluğun yaşadığı zaman parçaları arasında 1 500 (bin beş yüz) yıl gibi bir zaman olsa da, ne demiş atalarımız, (korku dağları bekler), birinci belayı (İskender istilasını yaşayan) yaşayan Yakın Doğu halkları, başlarından geçen korkudan bir türlü arınamazken,  neler yapmıştır bir bilseniz. Korkuyu sihirle yenmek için “Bin bir Gece Masallarını”, sihirbazlığı ne mucizeleri yaratırken, felaketlerin başı Büyük İskender’in (Aleksandır Makedonskı) hocasının Antik Yunan düşünürü Aristoteles olduğunu öğrenmişler ve onun bütün eserlerini Arapçaya tercüme etmişler ve içinde kendilerini başlarına gelebilecek en dehşetli belalardan kurtaracak sihri (gizemi, sırrı) aramışlardır.
Tercüme edilen kitapların sayısı 1 400’dür ve her sayfa için 1 kilo altın ödenmiştir. Ne yazık ki, o zaman o sır bulunamamış ve tarihin gizemlerini çözecek,  bilinmeyenin öğrenilmesinde anahtar olacak nur bulunamamıştır. Beklenen başa gelmiş ve günlerden bir gün Cengiz Hanın engel görmez, sınır tanımaz orduları taş üstünde taş bırakmadan Yakın Doğu’dan geçmiştir.

Bulgarların göremedikleri büyük olay.

1879’da kurulan Bulgar Prensliği aslında büyük devletlerin (imparatorlukların) arasına sıkıştırılan bir küçük TAŞ gibiydi. Bu taş, ilk defa 1885’te Doğu Rumeli’yi ilhak etmekle yerinden oynadı. 1878 Berlin Anlaşması bozulmuştu. O zaman Rus İmparatoru III. Aleksandır, Çar Ferdinan’da hitaben  “Hey sen ne yapıyorsun orada?” dedi ve savaş gemilerini hemen Varna karşısına dizdi ve birkaç da top patlattı. Hırsları yatıştıran Sultan Abdülhamid Han olmuştu.  Bulgarların arasında devlet işleri için en yatkın bulduğu Stefan Stanbolov’u (1887-1894 birleşik Prenslik başbakanı)  İstanbul’a davet etti ve “ben zaten seni Doğu Rumeli’ye hükümdar atamayı düşünüyordum” dedi, Ferdinand’ı ise Osmanlı Mareşali yaptı ve sular durulmuştu.

Bu olay, o zaman Abdülhamid Han’ın ince diplomasisiyle yoluna girse de, “biz kendi kazanımızı kendimiz kaynatırız” hevesinden asla vaz geçmeyen Bulgar yöneticiler sanki içeriden kurtlanmışlardı.

1964’te “önce Pomak İsimlerini ve İslam dinini ordu gücünü de kullanarak zorla değiştirmeyi denerken” başarısız oldular. 1972-1973’te köylerde yaşayan, işinde gücünde savunmasız Pomak köylerine daha azgın saldırınca, şehitler düştü ve insanlar dağa çıkmıştı. “Dünya duyar, öğrenirse işin içinden çıkamayız” korkusu Bulgaristan’ı baştan başa sarmıştı. İşte böyle bir, hem sıkı baskılı, hem de çok endişeli, karmakarışık ve korkulu bir ortamda BKP MK Politik Bürosu ve BHC Devlet Konseyi Başkanlığı ve Sofya hükumeti çok önemli bir gelişmeyi gözden kaçırmıştı.

Nikita Kruşçev’in 1971’de ölümüyle birlikte Sovyet parti ve devlet yönetiminde generaller devri kapanmış ve Kruşçev askeri tören yapılmadan, Nazım Hikmet’e de ebedi mekân olan, Npvideviçiy Mnastırı Mezarlığında seçilen tenha bir köşede sesizce toprağa verilmişti. Sivilleşen Sovyet yönetiminde L. Brejnev, N. Podgorni ve Aleksey Kosigin şahsında kolektif liderlik oluşturulmuştu. Perde kaldırılınca ilk fonda Birleşik Amerika ve Kanada Enstitüsü kurulduğu ve Sovyetler Birliğinde “yeni sosyal konjonktür” arandığı dikkati çeker. Hedefte olan, SSCB’ndeki toplu durumda, ekonomik, toplumsal, siyasal alanlarda istatistiklerden, olgulardan, nesnel durumlardan yararlanarak olayların gelecekteki gelişmeleriyle ilgili yeni tasarım hazırlamaktır. Sonuçta, çıkışın çok partili bir sistemde milliyetçi sosyalizm olacağında fikir birliğine varılmıştır. Uygulanmaya konacak programın maddeleri şunlardı:

1-Soğuk Savaşa son verme. (Bulgar komünist yönetimi buna razı gelemezdi, çünkü isim ve din değiştirme zulmü ancak Soğuk Savaşın sert rejim şartlarında başarılı olabilirdi. Soğuk Savaş içinde Bulgaristan’ın rolü T.C.’yi gözlemek ve Bulgaristan Müslümanlarına nefes aldırmamaktı. İsim, din ve kimlik değiştirme, göçe zorlama zulmü Soğuk Savaş programına uygundu. 1975’te artık yapılanların sökülmesi, 1956 Macaristan ve 1968 Çekoslovakya olaylarını Bulgaristan’da da doğurabilir, Komünist Partisi BKP’nin iktidardan düşme sonucunu doğurabilirdi ki, 1989’da bu yaşandı.

2-Parti yönetimi politik iktidarı ekonomik yönetimle değiştirecekti. Bulgaristan’da bu yaşanmadı. Soykırım sürecinin şiddetlenmesiyle politik iktidar ile savcılık kaynaştı ve adalet sistemi çalışmaz oldu, anayasal ve yasal düzen bozuldu. Sebepsiz tutuklamalar ve yargısız uygulamalar aldı yürüdü. Ekonomi yönetimi gizli polis (DS) yönetimine devredildi.

3-Batıdaki teknolojik dönüşümleri öğrenmek ve ülkelerine taşımak için sosyalist ülkelerden 50 bin kişi Batı ülkelerine gönderilecekti. Bu işe kendi başına ve kendi planlarına uygun evet diyen Bulgar yönetimi Batı’da 360 Şirket kurdu, satın aldı, banka hesapları açtı ve 1.5 milyar US Doları serbest bölgelere aktarmayı başardı.

Bu yıllarda başlıca sözüm ona “soya dönüş” işleriyle meşgul olan Bulgaristan, yazımın başında işaret ettiğim 07 Haziran 1990 Sofya mitinginde demokratik dönüşümleri başlatmak açısından ayakkabısızdı, hazırlıksızdı. BSP-li Andrey Lukanov (2 hükümet kurdu), CDC-li Filip Dimitrov (1 hükümet kurdu), HÖH-lü Prof. Lüben Berov, partisiz Reneta İncova, BSP-li (Jan Videnov) vb. kabine kurdular, fakat değişim ve dönüşüm motoru bir türlü ateşlenemedi. Sebepleri arasında, hükümetlerin dağılması, erken seçimle parlamentonun sürekli değiştirilmesi, kadro yetersizliği, yeni partiler kurulması vb. Herhangi bir şeyin değişmesinden ve “rahatlarının” bozulmasından korkanlar GEÇİŞ DÖNEMİ yalanı uydurdular. 30 yıldan beri sosyalist Bulgaristan’ın maddi-teknik yapısı sökülüyor, söküldü, hurdaya çıkarıldı ve satıldı, yendi içildi.

Fakat bu toplumsal dönüşüm ve teknolojik yenilenme daha 1975-1990 yılları arasında yapılmalıydı, proje o zaman için hazırlanmıştı, sosyal devlet kurulacaktı. Şu da var. Komünist ekonomik düzenin sökülmesine asla falan GEÇİŞ denemez.

Korona Virüs yasaklarının kalkmasıyla Bulgaristan Birden bire karıştı. Bunun sebebi nedir?

Yılbaşından beri “Covid-19” olayına takılan, fakat tamamen hazırlıksız yakalanan Bulgaristan yönetimi korona sineğinden de yağ çıkarmaya çalışırken, birdenbire desti çatladı.  Son 5 ayda Bulgaristan iç siyasetini belirleyen olayların başında gelen Başsavcı değişikliği oldu. Yeni atanan Başsavcı Geşev, Mart 2020’de koltuğuna oturduğunda önüne 2 dosya kondu.

Birisi Bulgaristan’da özelleştirme sürecinin durdurulmasını ve güçlü devlet oluşturmak için devlet sektöründe modern teknolojik yenilenme ve endüstrileşme öngörürken, ikinci dosya son 30 yılda zenginleşen oligarşi zümresinin budanmasını, tutuklanıp içeri atılmasını ve kellesiz, başsız ve “üst akılsız”  bırakılmasını yani özel sektör ve Serbest Pazar ekonomisi Gelişim yollarının kapanmasını öngörüyordu.

Halk evlerine kapanmış “korona” belasından kurtulmayı beklerken, ikinci dosya üzerinde çalışıldı, kumar, loto, toto yasası değiştirildi ve bu sektör özel sektörden alınıp devlet sektörüne devredildi. Hemen ardından, yüzde yüz özelin elinde olan ve hatta % 51’i Rus şirketlerine peşkeş çekilmiş olan Petrol işlerinde “yakıt depolama ve benzincilerin % 20’si” devlet sektörüne geçti. Doğal gaz sektöründe atacı şirketlerin hepsi sektörden çekilmeye zorlandı.  Tarımsal üretimin iç pazarda pay sahibi olmasına yasal yol açıldı vs.

Bu gelişmelerin ardındaki gerçek şudur:

“Covid-19” ekonomik bunalımından kurtulmak için mali tedbirler alan Avrupa Birliği, Bulgaristan’a 15 milyar Avro gibi bir paket ayırdığını açıkladı.  Politik alanda başkaldıran (Agora meydanına toplanan) siyasi güçlerin gözü bu paralardadır. Hükümetin istifasını isteyen güçler cetvelinde Sosyalist Parti (BSP), Slavi Trifonov, Maya Manolova, Demokratik Bulgaristan, Tsvetan Tsvetanov, ABV ve başka politik parti ve liderlere, hükümeti devirme projesiyle Arap Emirliklerinde kaçak yaşayan Bulgaristan’ın en zengin iş adamı Vasil Boşkov da katıldı.
Borisov hükümetini destekleyen politik güçler GERB parti ve milliyetçi ortakları VMRO  (Makedoncular partisi) ile Bulgaristan’ı Kurtarma Milli Cephesi (NDSB) ve Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) başta geliyor.

HÖH partisinin bu sıralamadaki yeri ilginçtir.

Geçen hafta deniz köşkünün çatısı tutuşan, HÖH fahri lideri A. Doğan’ın AB’nden gelecek paralarla ilgili tutumunda değişiklik yok. O,  bu paraların Bulgaristan’daki Rus projelerinin tamamlanması işlerine yatırılmasında direniyor. İlk sırada “Belene” Nükleer Elektrik Santralini ve “Türk Akım” üzerinden Bulgaristan’a akan doğal gazın Avrupa’ya taşınması tesislerini tamamlamayı ön plana çekiyor. 15 milyarın “Belene” NES işine yetmeyeceği belirtiliyor.

Eski komünistler Bulgar ekonomisinde devlet sektörünün teknolojik olarak yenilenmesinde ve Pazar olarak Rusya ekonomisine bağlanmasında ayak dürüyorlar.
Özel sektör ise sahte projelerle parayı çalıp Batı Bankalarına aktarmayı ve üzerine oturmayı düşünüyor. HÖH’lü milletvekili Delyan Peevski bu çapulculuğun başındadır.
Burada en kötü olan, bu çok önemli konuda halka fikir soran yok. Azınlıklardan söz eden yok. Avrupa kıtasında en yoksul ve en cahil biziz ve çözüm arayan yok. Korona virüsle mücadele yetersizliğimiz, hastanelerin kapanması, sağlık sisteminin mutlaka teknolojik olarak yenilenmesi ve yeniden örgütlenmesi, eğitim sisteminde köklü reform gereği kapı çalsa da, tartışma listesine konu olarak alınmıyor.

2020 yılında başlayan ve birkaç yıl devam edecek olan politik, ekonomik, sosyal ve kültürel alanda yeniden örgütlenme ve yapılanma gereği ortaya çıkmış ve sorunlar çözüm bekliyor. Anlatmaya çalıştığım üzere Bulgaristan gerçekliğinde 1975’ten başlayarak toplam 45 yıl gibi bir kaybolmuş zaman var ve sonlara stratejik yön verip halk ve ülke lehinde çözümler getirilmesi gündem olmuş ve kızışan çelişkilerin kökünde olandır.

Devam edecek.

Okuyanların hepsine teşekkürler.

Paylaşırsanız memnun olurum.