Bulgaristan’da Halk Ses Çıkarmıyor
İbrahim SOYTÜRK
Tarih: 28 04 2020
Bulgaristan’da Halk Ses Çıkarmıyor
Korona virüsü konuların babası oldu.
Biz de oradan başlayalım.
Sofya’da meclis toplandı. Başbakan Boyko Borisov kürsüden “korona virüsle mücadelede Avrupa ve Balkanlar birincisi olduğumuza, en az vakanın ve an az dünya değiştirenin” bizde olduğuna işaret etti. Ana muhalefet partisi sosyalist-BSP’den beklenen ciddi ve sarsıcı sorular gelmedi. Nasıl gelsin ki, OLAĞANÜSTÜ DURUM YASASINI SOSYALİSTLER DE ONAYLAMIŞTI. Ne yapılıyorsa bu yasaya uygun yapılıyor.
En ciddi soruyu Meclis Başkan Yardımcısı, HÖH milletvekili Dr. Nigar Cafer sordu. Kısaca, “en iyi başarıları elde etmişiz ama en az test yapan da biziz” dedi.
Başbakan B. Borisov cevabında: “Avrupa Birliğinden bir milyon test istedik, vermediler, ancak 60 bin test yaptık, ölü sayısı 58, tedavi edilenler ise 228 kişi, testler hedef gruplara yapılıyor, başka yapabileceğimiz bir şey yok” dedi.
Ekonomik alanda ne yapıldı? Ne yapılacak? Bu sorunun cevabında ise Borisov, “şimdiye kadar küçük ve orta büyüklükteki işletmelere toplam 173 milyon leva yardım dağıttık, ikinci paket 170 milyon levadır” dedi. Tartışmalarda işsizlik konusu da ele alındı. Bulgar sanayi üretiminde ana sektör olarak gelişen otomobillere parça üretimi 253 işletmede yapılıyor. Dünya otomobil ticareti % 73 kısıtlandı. Ülkemize etkisi sert oldu. İşsizlere günde 9 leva (4.5 Avro) yardım veriliyor.
Korona virüs bunalımının uzun sürmesi halinde turizm ve tarımsal üretime olumsuz etkileri de tartışıldı. Zarar kapatma programı geliştirilmesi önerildi.
İnsanların evlerinde “korku” içinde yaşamaları nereye kadar!? Geleceğimiz nasıl olacak? gibi sorulara yanıt aranıyor.
Dikkatimi çeken ilk olay, Bulgaristan’da da insanların her konuda eleştirisi olumlu olsa bile, hükümete taş atmaktan vaz geçip daha kötü günler için taş toplamaya başlamış olması oldu. Sanki kötünün kötüsünden korkuyorlar.
1991-2001 yılları arasında Bulgaristan’da işçi sınıfının mezarı kazıldı. Sanayi işletmeleri kapandı. İşçiler ekmek torbasını sırtlayıp gurbetçiliği seçtiler. O zamandan beri Bulgaristan’da başı çeken, öncü toplumsal güç işçi sınıfı değildir. Belini yeni teknolojilere dayamış, “A” sektöründen nasırlı elli yeni bir emekçi kitlesi de çıkmadı.
Hangi dala sarılalım?
Kooperatifçilik dağılınca ve teknik sel tarım ürünü üretimi (tütün gibi) yapan köylüler de tarlalarını ya nadasa bıraktı ya da kiraladı ve kahvelere çekildiler. Bu arada “biz domates ve salatalık, konserve üretiminde birinciydik ve kapılar açılsa, Rusya’ya yeniden yönelebilsek, yırtarız” hayalleri de söndü. Çünkü artık herkesin bildiği üzere, 2000 yılında temel tarım ürünü (gıda) dış alımına bağlı olan Rusya Federasyonu, 2018’yılı itibarıyla 28 milyar US Dolar tutarında tarım ürünü dış satımı gerçekleştirdi. Durum tamamen değişti. Şunu da ekliyeyim, 2018’de Rusya’nın gıda dış satım geliri S – 300; S – 400 ve Top-M 1 gibi hava savunma sistemleri satımından elde edilen gelirden yüksektir. Rusya’nın Bulgar pazarından bir şey almadan Salgın ve Kıtlık bunalımını kendi üretimiyle atlatabileceği artık görülüyor.
Demek istediğim bugün Bulgaristan’da salgının derinleşmesi durumunda sosyal- politik düzen değişikliğinde başı çekecek üretim sektöründe siyasal örgütlü güç yok.
Polisin toplumdaki gücü çok arttı.
Bu nesnel analiz biraz daha derinleştirince, Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra silahlı güçlerini 20-30 bin kişiye indiren Bulgar devletinin dayandığı ana güç 72 binlik polis, itfaiyeci, jandarma, milli istihbarat, trafik polisi ve bekçiler gibi üretim dışı koruma kurumlarına dayanıyor. Başka bir değişle güvenlik şirketleri, yargıya bağlı sorgulama ve savcılık kadrolar bir araya geldiğinde ordudaki güçlerden 4 defa daha büyük bir rakam oluşturuyorlar. Demek istediğim, demokratik düzen bozulursa ve Bulgaristan otoriter, tek kişilik dikta rejimine tırmanmaya devam ederse, iktidarın omurgasını polisler oluşturacak ve yeni devlet kurumlarına polislerin yakınları yerleşecektir. Bu açıdan bakıldığında Bulgar demokrasisine en dişli düşman artık ordu değil, polislerdir.
Burada doğal olarak sormamız gereken soru şudur. Bulgaristan gerçekten bir dikta rejimine doğru adımlarsa, devler kurumlarında çalışanların maaşları nereden alınır?
Hepimizin bildiğimize göre, 1984 yılında isim değiştirme ve soykırım denemesi zulmü köpürmezden önce, Bulgaristan Türkiye’ye elektrik enerjisi satıyor, bu ticaretten ayda 20 milyon US Dolar alıyor ve T. Jivkov Türklere karşı düşmanlıklarını bilediği kurumlarda çalışanları, enstitülerde, ordu ve polisteki ideolojik kadroyu ve operasyon hazırlığı gören kalpazanları bu parayla yemliyordu. Türkiye’den gelen dolarlar suyu kesildi, T. Jivkov da dayanamadı çöktü.
ABD üslerin kirasını öder mi?
Şimdiki hesaplamalara göre, yeni Bulgar diktatörlüğünü ABD besleyecek. Bilindiği üzere 15 yıldan beri memleketimizde 4 US askeri üssü, talim merkezi ve hava alnı var. Şimdiye kadar üs kirası alamadık. Fakat Amerikancı bir Sofya Dikta rejimi kurulduğunda Pentagon’dan kesenin ağızı açıp üs kirası ödemesi bekleniyor. Bakalım! İş “Ölme eşeğim yaz gelecek… şeklinde gelişirse, bunalım çok derinleşebilir.
***
Bulgaristan’ı daha önce yaşanan bunalımlardan (1918’den sonra) ve (1944’ten sonra) hep tarımsal üretim kurtarmıştır.
Yeni tablo:
Şimdiki hareketlenmeye baktığımızda Paskalya gecesi 300 bin aracın büyük şehirlerden çıkması ve köylere yönelmesi herkeste şu fikri doğurdu: Bulgar’da sürü içgüdüsü var. Umut kapısının şehirdeki daire değil, köy, dolayısıyla köy ekonomisi, yani kıt kanat geçinmek olduğunu görebiliyoruz. Nasıl mı olur?
Şimdi biz bir defa eski hayat düzeni tamamen değişecek derken, 1990’dan sonrasını (1990-2020) dönemini düşünüyoruz. Bu dönem 1878-1909 arasındaki Prenslik döneminden; 1909 -1944 yılları arası Çarlık döneminden da iyi, Müslüman azınlık içinse 1972-1989 zulüm döneminden çok daha iyi olsa da, ekonomik ve sosyal yaşam açısından 1973-1984 yılları arası bu dönemlerin üçünden de daha gönençliydi. O yıllarda köylere su, elektrik, yol gitti, muhtarlık sistemi oturdu, işlenir tarlaların % 30’u sulanıyordu. Çocuk parası, hamilelik dönemi yardımı, doğum yardımı ve emeklilik yardım sistemi kıt kanat çalışmaya başlamış, klinik, hastane ve eğitim hizmetleri de bedavaydı. İşsizlik yoktu. Adına sosyalizm dediğimiz bu dönem, Bulgar kamuoyunda halen özlem gıdıklayan yıllardır. O zaman, henüz soygunculuğuna alışamadığımız kapitalizmden sosyalist yapılanmaya geri mi dönelim??? Miras bekleyen yok tabii…
2009’dan beri Bulgar Tarım Bakanlığının yaptığı işleri daha dikkatli değerlendirdiğimizde Tuna boyu eyaletlerde çok geniş kapsamlı bir sulama tesisatı kurulmaya çalışıldığını görebiliyoruz. Tuna nehrinin Bulgaristan kollarından (Iskır, Osım, Yantra ırmakları vb) başka Tuna deryası sularına da inen pompa tesisleri kullanılmaya başlandığında Bulgarların “eski Bulgaristan” diye adlandırdığı toprakların bereketli yıllarına yeniden dönebilir. Bu gelişmeyi hedefleyen yatırımlar Meriç, Tunca ve Arda baraj, gölet ve kanallardan oluşan sulama tesislerine de yapıldığında durum tamamen değişebilir. Bu sulama sistemine Batı Rodoplar’da Mesta (Karasu) ve Pirin ve Rila Dağları vaadinde Struma nehirleri yakalarındaki yüksek verimli topraklar da eklenebilir.
Yeni durumda, eski kooperatifçilik gibi değil, tapulu mülk üzerinden anonim ortaklık biçiminde tarım kooperatifleri kurulduğunda tarımda huzura adımlama yolu da açılabilir. Gerçek şudur, üretim mülk ve sermaye üzerinden örgütlendiğinde, bireysel ve kolektif hakların korunması köy nüfusunu her beladan koruyabilir. Kota sisteminden dolayı tütün olmuyorsa, hububat ve sebze-meyvecilikle paralel, dut üretimine dayanan ipek, gül, lavanta ve safran üretimi ile keten üretimi de verimli geçim kaynağı olabilir.
Korona virüsüyle beraber, çevre sağlığı korunamayan şehirlerden köylere dönüş ve geleneklerimizle yaşama kurtuluş simidi olabilir. Bu arada üretim ve tüketim kooperatifçiliğinde dayanışma örgütlenebilir. Disiplin, edep, ahlak, eğitim öğretim konularında belediyelerle birlikte dinin rolü de artabilir.
Bu yeni sistemin örgütlenmesini ve yönetimini gerçekleştirecek sistemin Cumhurbaşkanlığına bağlı yasama, yürütme ve yargı sistemi ile diyanet işleri olabilir. Manevi hayat çok kültürlülük temelinde örgütlenebilir, yargı sisteminde de azınlık davalarına bakılırken yargıç yardımcısı olarak azınlıklardan temsilciler de yer almalıdır. Eğimim ve öğretim alanında azınlıkların evrensel hakları tamamıyla uygulanmalıdır. Toplumun yeni medeniyete taşınması azınlık haklarına tam saygı ortamında gerçekleşmelidir.
Yönetim toplumun maneviyatından ve yasaların uygulanmasından, güvenlik güçleri devlette ve şehirlerde işçiler ve köylerde tarım emekçileri topluma gerekli gıda üretiminden sorumlu olmalıdır. Burada söz konusu olan tüketim toplumu değil üretim ve kültür toplumudur.
Ekonominin temelini tarımsal üretim oluştururken, tarım sanayi üretimine hammadde de sağlar. Yeni teknolojiler ve sanayi birkaç dalda ve dünya istemlerine göre geliştirilirken, mali sistem de yenilenmeli ve barışçı günler için paralar ve zor günler için paralar olmak üzere 2 kaleme ayrılmalıdır. Tarım, sanayi, sağlık, öğretim ve kültür giderleri ile sosyal paralar birinci kalemde toplanmalı. İkinci kalemde de devletin korunması ve yönetilmesi masrafları toplanmalıdır. Yeni kuşağın yetiştirilmesi ailenin, toplumun ve devletin önde gelen ödevi olmalıdır.
Tabii bunları yazarken, korona virüs bunalımıyla dünya para sisteminin çökeceğini, dış ve iç borçların yanacağını ve devletlerin bağımsız ve egemen, vatandaşların da tam eşit koşullarda yaşayacağını, üstün ırk ve oligarşi ve halkı, toplumu ve devleti kemiren mafya tipi oluşumlara yaşam hakkı tanınmayacağını düşünüyorum.
Burada önemli olan bunalımlı günleri unutup başımızı kaldırıp geleceğe bakmamızdır. Geçmişten güç alıp geleceğe bakarken daha önce yaşanmamış bir dünyayı hayal etmeliyiz. Seçilecek olan dünya diktatörlüğü ya da milli diktatörlük değil, halkların kardeşçe yaşayacağı büyük bölgelerde buluşmak ve günümüzde olduğu gibi olağanüstü durum, karantina, şu veya bu yasağın yakamıza yapışmasına olanak tanımamaktır.
Bu seçeneği bizim gerçekleştireceğimize inanmak istiyorum.
Şimdilik yasaklara uyalım ve sabunla yıkanmış ellerimizle, maskeli de olsa geleceğe el atalım.
Kendinize iyi bakınız.
Teşekkür ederim.
Paylaşınız.