Ezildikçe Bilinçlenen Bir Halkın Evlatlarıyız

BGSAM
Tarih: 1 Mayıs 2020

Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetecinin Nisan 2020 sayısında bu cümleyi kullanarak 1878’den 1944’e kadar halk kültürümüz temelli bilinçlenme aşamalarımızı anlatmıştık. Bu dalgalı sürecin en yüksek noktası, 1929’da Sofya’da toplanan Bulgaristan Türkleri Birinci Milli Kongresi olmuştu. Forumda maddi sorunlardan önce, Alfabe Devrimiyle mantık kurallarına uygun dünya bilgi birikimini yorumlayarak Türkiye Cumhuriyeti ve emsalsiz önder M.K. Atatürk’ün öncülüğünde yeni Türk uygarlığına yönelişi seçtiğimizi yazmıştık.

1 Mayıs 2020 itibarıyla 142 yıldan beri devam eden bu sürecin birinci aşamasında (1878-1944) olduğu gibi, ikinci aşamasında da (1944-1989) birbirine zıt 2 ana eğilim izleyeceğiz. İnişli çıkışlı sürecin birinci aşamasında Bulgaristan Türklerinin maddi ve manevi dünyasına ait olan her şeyin darbe aldığını, küçüldüğünü, hatta silinip yok edilmek istendiğini yazdık. Manevi dünyamızın zor bir uyanış ve bilinçlenme süreci yaşadığını izledik.

Maddi alanda Osmansızlaştırma yani Osmanlı’dan kalan ne varsa her şeyi yok etme (Sofya’da 29 mahalleden tümü; 15 köprüden “Aslanlı Köprü” dışında hepsi yok edildi, “Banya Başı”, “Knyajevo” ve “Gorna Banya” hamamları dışında tamamı yok edildi, 72 camiden 71’i, mezarlıkların tümü vs” yok etme planı gerçekleştirildi.

Srata Zagora (Eski Zara) şehrinde 2 cami dışında Türk eseri kalmadı. Plovdiv (Filibe) şehrinde tepelerinin, çarşılarından, 2 camisinden, konak ve dükkânlarından başka her şey isim ve şekil değiştirdi.

Kıyıp da yıkamadıkları Vidin’de Osman Pazvantoğlu Cami, kale ve külliyatı; Rusçuk’ta Mithat Paşa konağa, otel, kültür evi, şehir merkezi; Razgrat’ta Pargalı – İbrahim Paşa Camii; Şumnu’da Tombul Camii; Karlovo’da Tosun Bey Konağı ve Kurşun Camii, Kırca Ali’de Medrese ve daha binlerce yüksek mimar ve kültür eseri Bulgar’lara geçti. Osmanlı’dan kalan 2 353 camiden 2020 yılı Ramazanında ancak 670’inde ezan okundu. Bunların da birçoğu yeni 1990 sonrası kurulan camilerdir. 1 700 okul ve medresemizin yıkılıp yerle bir edilmesi maddi alanda nicel olarak küçülmemizin örnekleridir.

Biz bu süreci en acı bir şekilde nüfusumuzun azalmasında özellikle yaşadık. Bulgaristan Türk varlığının en yüce değeri insandır. Analizimizin birinci bölümünde, özellikle vurgulamamız gereken Bulgar devleti kurulurken, Prenslikte ve Doğu Rumeli’deki Hıristiyan ve Müslüman nüfus oranı ve sosyo-ekonomik yapıda görebiliriz.

Fransız Vis-konsolosu Aubaret‘in 6 Ekim 1876 tarihli raporuna göre, yalnız Tuna vilâyetinde (Niş ili hariç) 1 130 000‘i Bulgar olmak üzere 1 233 500 gayrimüslime karşılık 1 120.000 (bir milyon yüz yirmi bin) Türk bulunuyordu.

Berlin Antlaşması‘yla Doğu Rumeli adını alan Filibe (Plovdiv) ve İslimiye (Sliven) illeri ise, yine 1 876‘da 483 Bulgar‘a karşılık 1 681 000 (bir milyon altı yüz seksen bir bin) Türk yaşıyordu.

Yani 1876 yılında sözü geçen bu iki vilâyette yaşayan nüfusun % 52.7‘sini (yüzde elli iki, yedisini)Türkler oluşturuyordu.

Yine Berlin 1878 Antlaşması‘ndan önce, 1877 yılında Rus diplomatı

V.Teplow‘un yayınladığı istatistiki bir incelemede Tuna ve Edirne

vilâyetlerinde 1 milyon 633 bin 695 Bulgar‘a karşı Bulgar‘a karşılık, 2 milyon 132 bin 254 Bulgar olmayan nüfusun bulunduğu belirtilmektedir.

Bilhassa Tuna vilâyetinin doğu kısımlarında bulunan Rusçuk, Hezargrad, Osmanpazarı, Şumnu, Eskicuma, Silistre, Varna ve Tulça kazalarında Türk Müslüman nüfusu ahalinin %  80‘ini (yüzde seksenini) oluşturuyordu.

1878-1944 yılları arasında Bulgaristan Türk nüfusu ardı arası kesilmeyen göç verdi. 1925 Ankara Antlaşmasının imzalanmasıyla İkinci Dünya Savaşı yıllarında göç durmadı. Türklerini Türkiye’ye göç ettirmek Bulgar hükümetlerinin değişmez bir siyaseti oldu. Türkleri gönüllü ve zoraki, kanuni ve gayrı kanuni göçe zorlama siyaseti her zaman baskı ve terör ortamında gerçekleşirken kıyım ve soykırım boyutuna ulaşırken, zulüm görenlerin tarihi kaderi olmuştur. 1877-1878 Rus Osmanlı savaşıyla başlayan ilk göç selinde 1 milyon Müslüman Prenslik ve Doğu Rumeli’den dönmemek üzere yola çıktı. Devlet ise, nüfusu Bulgarlar lehinde değiştirmek için komşu ülkelerden sürekli göç alırken, yeni oran şöyle biçimlendi: Resmi rakamlarla; Bulgar nüfusu, 1900 yılında 3 milyon 700 bine, 1926 yılında 5 milyon 400 bine, 1956 yılında 7 milyonu buldu. Aynı zamanda Türk nüfus 1926’da 774 bine; 1934 yılında 821. 298; 1956 yılında 656.028 kişi; 1900 yılında 643 bine düşmüştü.

Bulgaristan Türklerinin yeni ruh ve kültür hali sürekli büzülme kaydederken yaralı bir durumda yeniden oluştu.

Zikzaklı yıllar.

9 Eylül 1944 yılında Bulgaristan‘da Komünist Partisi‘nin öncülüğünde Vatan Cephesi hükümeti kuruldu. Ülke, Sovyetler Birliği‘nin yörüngesine girdi. İkinci defa Rus uydusu olmuştuk. Moskova emrine geçerken Bulgaristan Nazi faşistleriyle hesaplaştı. “Halk Mahkemeleri” kurdu. Yargılı yargısız 25 bin kişi idam edildi. Toplama kampları açıldı. Komünist baskı alabildiğine şiddetlendi.

Yeni hükümet, kendi iktidarını güçlendirebilmek amacıyla geniş halk yığınlarının ve bu arada Bulgaristan Türklerinin en acil ihtiyaçlarını karşılayabilmek için bir dizi girişimlerde bulundu. Örneğin büyük sayıda topraksız veya az topraklı Bulgaristan Türküne çalışmak üzere toprak verdi. Devletleştirilen Türk okullarında mecburi Türk dili öğretimi başladı. Bulgar meslektaşlarıyla birlikte Türk öğretmenlerine de muntazam maaş ve emekli maaşları ödendi. Türk öğretmen kadrolarını yetiştirmek amacıyla pedagoji okulları açıldı. Şumnu’daki Nüvvab – ruhani okulu – liseye dönüştürüldü. Bu adımları yakından izleyen halkımız “Bugün verir yarın alır!” cevabını vermekte gecikmedi.

Bulgaristan’da monarşi rejimini ve Çarlığı tarihe katmak ve Bulgaristan Halk Cumhuriyeti ilan etmek için 8 Eylül 1946’da halk oylaması düzenlendi. Referandumda, Bulgaristan Türkleri, komünist partisinin (BKP) güç toplamasına perde olan ve 1948’e kadar iktidarda kalan Vatan Cephesi (VC) hükümetine oy verdi. Giderek sanayi, tarım ve eğitim kültür alanında ilk sosyalist değişimlerin gerçekleştirilmesine geçildi.

1948’de toplanan BKP V. Kongresi delegeleri arasında Türkler de vardı. Bulgaristan’ın sosyalist dönüştürülmesi stratejisi çizilirken Birinci Beş Yıllık plan onayladı. Önce irili ufaklı sanayi üretim tesisleri devletleştirilirken, ayakkabı tamircilerine kadar tüm esnafın dükkânına kilit asıldı ve toprağın ve tarımsal üretim araçlarının (1947) kooperatifleştirilmesi geçildi. Ülkedeki işlenebilir toprakların % 60-70’i Türklerin elindeydi. Toprak dağılımı ile ilgili Bulgaristan Bilimler Akademisi tarafından yayınlanan istatistiklerin birinde Kuzey Doğu Bulgaristan’daki Türklerin mülkü olan toprakların dağılımı şöyle açıklanmıştır:

150 dönümden fazla olan Türk Mülkleri sayısı 150 399.
150 dönümden daha az olan Türk mülklerinin sayısı 265 316.
Türklerin ellerindeki toplam topraklar (dönüm) 415 715.
Sayılan toplam toprak mülkiyeti 692 797
Türklerin sahip olduğu toplam işlenir toprak mülkiyeti % 60.

1949-1946 yılları arasında bu toprakların hepsi tarım kooperatifleştirildi (TKZS kuruldu). 1991 yılına kadar Bulgaristan Türkleri toprakları ve diğer taşınmazları üzerinde mülkiyet hakkını kaybettiler.

Yine Kuzey Bulgaristan’da ticaretin % 52’si, zanaatçı esnafın % 57’si Türk’tü. Tarihçilerin yazdığına göre, şimdiki Bulgaristan topraklarında yürütülen son büyük savaşın Tuna cephesinde yedi ayda 600 binden fazla Türk çok kanlı biçimde yerlerinden sökülüp göçe zorlanmıştır.  Ayrıca 350 binden fazla Türk katliamdan, açlıktan, soğuktan, salgın hastalıklardan kırılmış olsa da, Bulgaristan Türk kimliği VATAN bildiği toprakları bırakmamış ve yenilmez ruhuna sımsıkı sarılarak yeni köklere tutunmuştur. Diploması dosyalarına sığmayan Bulgaristanlı Türk emlak tabuları 100 büyük sandıktır ve Bulgaristan Adalet makamının kapısına “Mülk, Adaletin temelidir!” kuralının yazmasını beklemektedir.

Seçimlerde Türkler BKP hükümetlerine oy verse de, komünistler planlı çalışıyor, Türkleri sınır bölgelerinden uzaklaştırma planları gerçekleştirilirken, büyük toprak sahiplerini sürgün etmeye başladı. Kurşun kalemle helvacı defterine yapılan kayıtlarla tarlalar, bağlar bahçeler birleştiriliyor, inekler, öküzler, koyun ve keçiler ortak ahırlara toplanıyor, tarım araçlarına el konuyordu. Hiçbir kimsenin elinde avucunda ve ambarından bir şey kalmamış, % 80 geçimini topraktan sağlayan Bulgaristan Türk köylülüğünün geleceği bir tek avuçlarındaki nasırlara bağlanmıştı. Vakıf mallarına, okullarına ve ibadethanelerine de devlet değilse belediyeler el konmuş, bu topraklara 500 sene hükmetmiş soyların en gözde direklerinin durumu birdenbire Birleşik Amerika’da topraksız, eğitimsiz, mal mülksüz, okulsuz zenci kölelerden farksız oluvermiştik.

Bulgar komünist devleti Türklerin taşınmazlarını kooperatifleştirirken zor gördü. Önce örnek TKZS’ler kuruldu. Koşukavak‘ta; Mestanlı‘da Penkovtsi, Kırcaali‘de Maslinovo, Balpınar‘da (Kubrat), Glojevo,  Dulovo‘da (Ak Kadınlar), Pravda, Kemallar‘da, Zdravets, Rusçuk‘ta Semercievo, Razgrad‘da Ostrovo, Silistre‘de Profesör Işirkovo, Bêla‘da Pomen, köylerindeki tarım kooperatifleri örnek kooperatif ilan edildi. Bu tarım kooperatiflerine devlet karşılıksız yardımda bulundu. Bunlara paralel devlet Makine Traktör İstasyonları ve tohum ıslah merkezleri kurdu.

Bulgar devletine akıl veren perde ardındaki akıl hocalarının sindirme ve zorlama planlarının ardı arası kesilmiyor, piyasaya yenileri sürülüyor, baskı tırmanıyordu. Türkler toprağına dört elle sarılıp geri adım atmayınca, hemen muhacirlik kozu ortaya atıldı. “Bulgaristan’ı Müslümanlardan temizleyeceğiz” demekten çekinmeyen Stalin’in sözcülüğünü yapıyordu. En başta büyük toprak sahipleri, öğretmenler, aydınlar, hocalar olmak üzere 1950-51 göçünde Türkiye’ye 154. 393 Bulgaristan Türkü kovuldu. Kooperatifçiliğin ve iç sürgünlerin yoğunlaştığı yalnız 1950 yılında bir bohçayla Türkiye’ye göçü seçenler 139. 523 kişiyi buldu. Sınırın kapanmasıyla memlekette kalan Türklerin “ne yapalım, kader böyleymiş” demekten başka bir şey kalmadı ve yeniden dört elle hayata ve toprağa sarıldılar.

Komünist partisi ve hükümetin tarım kooperatifçiliği politikasını eleştirenlerin 1950-1960 yılları arasında hapsedildiği Tuna nehrin “Persin” adasındaki “Belene” ölüm kampına atılan 1 097 kişi arasında Türkler de vardı. 1984’ten sona ise bu ölüm kampında ezilenler büyük çoğunluğu Türklerdi.

Özellikle 1956’da T. Jivkov’un parti, devlet ve hükümet yönetimine hızla tırmanmasıyla şiddetlenen Türklere zulüm, ruhumuzu kıramadı. Her bir Bulgaristan Türkünün ezberinde şu mısralar vardı.

“Ben, ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım!

Yeni yönetimin başlattığı siyasi çizgide, Plevne’de ve “Şipka” tepesinde Türk kanı akıtan Ruslara hayranlık besleme aşılanmaya başlandı. Baştan aşağı ters yüz edilen tarihin Türkçe okunmasından Türk bilinç ve kimliği doğmuyordu. Türkleri kazanmak için bin takla atan komünistler, Şumen “Nüvap Okulunu” bitirenlerin sosyalist ve Bulgar milliyetçili ile ağdalanmış eğitim veremeyeceklerini anlayınca bir sürü pedagoji okulu açtı ve tedrisatı Türkçeleştirdi. Türk okullarından 3 885 Türk öğretmen görev yapsa bile, halkımızın kuşkusu büyüktü. Halkın önüne önder olarak sürülen Ahmet Arunov, Ali Rafiev ve bazı yerel kadrolar yeni bir münevver ordusu yetiştirmekle övünseler de, konuşmalarının özünü her defasında “Türkiye’ye ideolojik saldırı” belirliyor, Türk okullarında papağan kadro yetiştirildiğini gizliyorlardı. Bu gelişmeler, halkımızın endişelerini haklı çıkardı, “Bulgar tasından su içilmez” diyenlerin dediği doğru çıktı, 1956/1957 ders yılında Türk okulları kapatıldı, 1958/1959 ders yılında da bütün Türk azınlık okulları Bulgar okullarıyla birleştirildi. Aslında çok kısa bir dönem içinde de olsa, olağanüstü sıkışmış olan Bulgar milliyetçi komünistlerinin tanıdığı kültürel olanaklar Türkler tarafından faydalı kullanıldı. Latin harfleriyle okuma yazma tamamen yerleşti. Halk kültürü, Bulgaristan Türkleri edebiyatı – şiir, düzyazı, sözlü sanat ve sahne sanatı olarak yeşerdi. Ne var ki maneviyatının dirilmesi ve güçlenmesinden rahatsız olan komünist Bulgarlarda Türk düşmanlığı yeniden depreşti. Onların derin planlarında, 1934 askeri faşist darbesiyle çizilen Türklerle ilgili siyasetin devam ettirilmesi vardı. Bu siyaset 14 Mayıs 1945 tarihli “Işık” Gazetesinde çıkan bir başyazıda şöyle anlatılmıştı:

“Geçen faşist idaresinin bütün memlekete yaptığı fenalıklarla beraber, biz Türklere de yaptığı fenalıkların en büyüğü, bizi anadilimizi konuşmaya bırakmamasıydı.”

Bulgaristan Türkleri Bulgar politikasının özelliklerini her zaman dikkatle izlemiş ve gerektiğinde tepki vermişti. 9 Eylül 1944 rejim değişikliğinden 3 ay sonra 27-28 Aralık 1944’te Bulgaristan Türkleri aydınları Sofya’da bir toplantı yaparak, 16 maddelik bir BİLDİRİ kabul ederek, Türk ilk, orta-okullarının, Türk liseleri açılmasını, Türk öğrenciler öğretmenlere eğitim örgütü kurma haklarının tanınmasını istemişlerdir.

Aslında 1958’e kadar Bulgaristan Türklerinin eğitim, eğitim ve kültür alanında yaşadığı “altın çağ”, Bulgar egoist milli ırk ruhuna ters düşmüştü, onlar Türkler de aralarında tüm azınlıkları ancak onların kara işlerini yapacak kürek işçisi olarak hayal ediyorlardı.

Fırsattan yararlanan ve birazcık okuyan Türk çocukları kör cahillik karanlığını yırtmış ve kamyon şoförü, traktör sürücüsü, makineci, tarım kooperatiflerinde veteriner teknisyeni, tütün uzmanı, ekip şefi,  hemşire, ebe, ana okul veya ilkokul öğretmeni, terzi vb mesleklerde çalışabilir duruma gelmiş ve yerel yöneticiler katmanını – orta katmanı – oluşturabilmişlerdi.

Meydana gelen gelişme Türklerin sosyal yapısında şu değişikliği doğurdu: Türk işçi yüzdesi 1960 yılında 6.8 iken 1975‘te 3 kat artarak yüzde 20.9‘a yükseldi. Böylece 1975 yılında Bulgaristan Türk aktif nüfusun beşte biri değişik sanayi dallarında çalışma imkânı buldu.

Ayrıca Bulgaristan Türklerinin işçi kesiminde ortaya çıkan yeni bir olumlu gelişme de, bu işçilerin, üretim araçları üretiminde, elektronik, haberleşme, gemi inşaatı gibi önemli ve gelecek vaat eden dallarda çalışmasıdır. Böylece Bulgaristan Türk işçilerin meslek yapısında da değişiklik oldu.

İki dilli, okuma yazması düzgün, meslek ehliyeti olan işçilerimizin tablosu şöyleydi;

  • Türk işçilerin 1956 yılında sayıları 3162 iken, 1975‘te 5.5 kat artarak 17.423‘e çıktı.
  • Gıda sanayide çalışanların sayısı 1956‘da 4 594 iken, 1975‘te 3 misli artış göstererek 13.284‘e yükseldi,
  • Tekstil sanayide rakamlar 1 929 iken 5.5 misli artışla 10 541 oldu.
  • Kimya sanayide 199‘dan 3 147‘ye yükseldi.
  • Metalürjide 1 785‘den 1.5 kat artarak 2368‘e ulaştı.
  • Tarım sektöründe de tablo değişti. 1965-1975 yılları arasında traktör sürücülerinin sayısı 10 bin arttı, her çeşit tarım makinası kullanabilenlerin sayısı 656 oldu, bitki yetiştirmede uzmanlaşanlar 153 bin, hayvancılıkta uzmanlaşanlar 18 bin kişi oldu.

Bu atılımlar, aslında halkın gönlünde huzur yuvaları oluşturamadı, çünkü arkadan gelen kuşak için “Türk azınlık okulları” artık yoktu hepsi kapanmıştı. Türkçe dersleri de karne dışı bırakılarak, anadilimiz ikinci dereceli ve “gereksiz” ders kategorisine alınmıştı.

Böyle bir değerlendirmeyi 2020 yılı itibarıyla yaptığımızda Bulgaristan’da Türk azınlık okullarını kapatma veya Bulgarlaştırma hareketi Çarlık döneminde Bulgar faşistleri tarafından başlatılmış olduğunu görürüz. Bu iş yalancı sosyalizm ve totalitarizm yıllarında komünist ırkçılar tarafından yeni yasaklarla sertleştirilmiştir.

1990 yılından sonra kendilerine “liberal-demokrat” süsü veren, Bulgaristan Türkleri arasından seçilmiş besleme hainler ise Türk eğitim ve öğretim davamızın mezar taşını dikmek için göreve çağrılmışlardır.

Tür ilkokullarının, ortaokullarının ve liselerinin Bulgarlaştırılmasıyla Türk öğrencilerin ve diğer azınlık öğrencilerinin arasından hiçbir bilim doktoru, profesör, piyanist, besteci, tarihçi ya da feylesof, hatta sözüne inanılacak din adamı çıkmamıştır.

Çıkması imkânsızdır. Bunu en basit bir köylünün anlayacağı bir şekilde anlatmamı isteyenlere sözüm şudur: Hakikatten Bulgar kendini işgüzar gösterip, devamlı bir şeyler anlatıyor, sanki çorak kütüklerden meyva ağızı yetiştirme derdinde havası estiriyor.

Şu çok iyi bilinmelidir. Aşı iri çekirdekliden iri çekirdekliye yapılır. Yani kara eriğe sarı ya da kırmızı erik aşlayabilirsin, ne var ki ikisi de çekirdekli olmasına rağmen, ayvaya kiraz, vişne erik ve başka bir kalem aşısı yapılmaz. Armuda erik, elmaya ceviz, kızılcığa kestane aşılanmaz.

Bulgar, hükümet ve eğitim öğretim bakanlığı olarak yaptığı işin farkında ve bilincindedir ve bizi oyalayarak köreltiyor. Bu işe tepki göstermesi gereken Ahmet Doğan, Kasım Dal, Lütfi Mestan, Karadayı ve daha birkaç kişinin ağızına birer Amerikan Doları emziği vermiş ve ağızlarından çıkarmalarını özellikle yasaklamış, kum saatini çevirmiş ve zihin, beyin, hafıza olarak yok olmamızı bekliyor.

Fakat Bulgaristan Türkleri olarak bir sürü zor durum ve büyük engel atlatsa da, yaşanan başka bir büyük korku vardır ki, ondan kurtuluşu hep “Ah, çocuklarımızı anavatan Türkiye’ye bir atabilsek ve Bulgaristan’dan kurtarabilsek!” düşünde ve kaygılarında düğümlü kalmıştır. Bu korkunun birkaç kaynağı vardır.

Birincisi; Bir defa Bulgar gençlerin silah askeri olarak orduya alınamaması, Türklerde ikinci derece insan kaygısı doğurmuş ve bunun mutlaka aşılması yolları aranmıştır. Serbest ve Greko Romen güreş, halter, tenis ve başka spor dallarında Türk gençlerin Bulgaristan’a taşıdığı altın ödül, birincilik ve başka unvanlar bu üzücü durumu değiştirmemiştir.

İkinci olarak; Türklerle ilgili bir sürü elbise, dil, din, düğün, sünnet, mevlit, doğum günü vs yasaklar Türk ruhunu büzmüş ve üzmüştür.

Üçüncü olarak, okuma, iş bulma, uzmanlaşma, girişimde bulunma, hüner gösterme ve başka engel ve kısıtlamalar da Türkleri kooperatif ve devlet malından soğutmuş ve uzaklaştırmıştır.

Dördüncü, Türk gençlerden bazılarının okumuş olmalarına rağmen, devlet makamlarında görev alamaması, Bulgar devletinin Türk azınlığını kendinden vebalıymış gibi uzak tutması ve aynı zamanda eşitlik, dostluk, kardeşlik ve hoşgörüden söz edilmesine bir anlam verilememiştir.

Bu nedenleri uzatabiliriz, fakat burada dikey bir aile yapısına ve kültüre sahip olan Türk erkeklerden sürekli boynu bükük olmalarının istenmesi, çok derin bir içsel tepki kaynağı olmuştur.

Tüm bunlar, “yenir yutulur olmasalar da, koy bir kenara” şeklinde yorumlanırken, başka bir korku Bulgaristan Türklerini 1960’ların başında çık korkutmuş ve harekete geçirmiştir. Bulgaristan’ın Sovyetler Birliği’ne 16. Cumhuriyet olarak bağlanacağı haberleri yayılmaya başladı. Sibirya sürgünleri öykülendi. Aynı zamanda kısa adı (SIF) olan, sosyalist ülkeler işbirliği konseyinde alınan bir kararda “Bulgaristan bir tarım ülkesi kalacak” deniyordu.

Jivkov’un Bulgaristan’ın sanayileşmesi sorunlarını çözmek için Sovyetler Birliğine katılma planı, BKP MK Politik Büro 1944-1989 yılları arasında gizli oturumunda alınmış olsa da, bugün Bulgar Devlet Arşivinde korunan ve toplam 212 000 sayfa olan BKP MK kararlarından birisi olarak korunuyor. Birden bire çok fazla kuşkulanan Bulgaristan Türklerinden 400 bine yakın kişi T.C. Sofya Büyükelçiliğine, Plovdiv ve Burgaz Başkonsolosluklarına ve direk olarak T.C. Dış İşleri Bakanlığına dilekçe göndererek Türkiye ile Bulgaristan arasından yeni bir göç anlaşmasını imzalanmasını, göç etmek istediklerini bildirmişlerdir.

Bu Yakın Akraba Göçü Anlaşması adıyla 22 Mart 1968’de Ankara’da imzalanmış ve 11968 – 1978 yılları arasında gerçekleştirilmiştir.

Bu göç esnasında, Pomak kardeşlerimizin 1972-1973’te soykırıma uğramasından ve 1973’te SBKP Genel Sekreteri Leonid Brejnev’in Bulgaristan’ı ziyareti ve Deliorman’da Osmanlı devrinden kalma  “Voden” Av Konağında Todor Jivkov’la görüşmesinden sonra, yani 1973’te Bulgaristan Türklerinin isimlerinin, dinlerinin ve kimliklerinin tamamen değiştirilmesi kararı alınmış ve aşamalı uygulamaya geçilmiştir.

 

Şairlerimizden Raif Recebov vahşi olayı şöyle duyurmuştu:

“Biz Bulgaristan Türkleriyiz
Adından, dilinden, dininden mahrum bir miller,
Neremize baksanız,
Bir yara göreceksiniz kanayan

Ağlayan bir yüreğin dökülüşünü görebileceksiniz
Damla damla gözlerimizden.

***

Gelin, gelin de
Akan terlerimizin, gözyaşlarımızın
Akan kanlarımızın gözünde
Kimsesiz boğulup ölüşümüzü görün.
Biz cılız, çok cılız bir bir
Kandil ışığı verecek bir söze muhtaç
Ezilen, itilen, küfredilen Türkleriz.

***

Tekmeleriyle kızıl itlerin
Bir kadın çırıl çıplak
Ayşe’den olması için Ancelika
Atıldığı sokağa

Ana, anacığım diye
Bir yavrunun ağlayışını
Ayıptır diyen bir ihtiyarın
Yerle bir edilişini görün dipçiklerle

Gelin de dilini, dinini
Türklüğünü seven iki milyonun
Dağda belde ölüşünü görün.

Gazeteyi Okumak için: https://sites.google.com/bulturk.org.tr/e-bulturk/2020