“Tek Yürek: 2400 Yıllık Türk Yürüyüşü”
Rafet ULUTÜRK
Oğuz Han’dan Atatürk’e Uzanan Kutlu Miras
Tarihin kalbinde yankılanan bir yürüyüştür Türk’ün yürüyüşü. Bu yürüyüş bir bedenin değil, bir ruhun, bir milletin vicdanı olmuş zamanla. Zaman değişmiş, coğrafyalar değişmiş, devletler kurulmuş, yıkılmış, yeniden doğmuş ama o yürek hep aynı kalmış: “Tek Yürek.”
Oğuz Han’la başlar bu serüven. Gök Tanrı’nın kut verdiği bir liderdir o. Devletin adı yokken töresi olan, bayrağı dalgalanmadan önce yüreğinde sancak taşıyan bir hükümdar. Onunla birlikte Türk; sadece göçebe bir topluluk değil, dünya düzeni kuran bir millet oldu.
Mete Han, bu yüce yürüyüşe düzen kazandıran önderdir. Ordu-millet anlayışıyla Türk’ün savaş ahlakını, teşkilatçılığını ve disiplinini geleceğe kodladı. Onun emriyle hilal biçiminde kuşanan ordular, sadece düşmanı değil, kaderi de fethetti.
Göktürkler, bu ruhun yazıya döküldüğü andır. Orhun Yazıtları yalnızca taşlara kazınmış sözler değil, millet bilincinin kalbe mühürlenmiş metinleridir. “Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe…” diyerek zamanın meydanına dikilmiş bir yemin gibidir.
Ertuğrul Gazi, çadırda devleti düşleyen bir bilgedir. İnancın, tevazunun ve sabrın sembolüdür. Onun küçük beyliği, torunu Fatih’le dünyaya hükmeden bir imparatorluğun temelidir.
Fatih Sultan Mehmet, çağ kapatıp çağ açan yalnız bir komutan değil, aynı zamanda bir aklın ve vizyonun temsilcisidir. İstanbul onun ellerinde sadece fethedilmedi; ilim, kültür ve adaletle yeniden inşa edildi.
Kanuni Sultan Süleyman, adaleti cihanı aşan bir hükümdardır. Onun zamanında Türk milleti, yalnızca güçle değil, hukukla da yükseldi. Kalemle kılıcı birlikte taşıyan bir dönemin timsalidir.
Ve nihayet Mustafa Kemal Atatürk. Asırlar süren bu yürüyüşün Cumhuriyetle taçlandığı zirvedir. O, geçmişi inkâr etmeden geleceği kuran bir liderdir. Onunla birlikte Türk milleti, sadece bir millet olarak değil, bir fikrin ve medeniyetin öznesi olarak yeniden doğmuştur.
Bugün, yerli İHA’larımız semada süzülüyorsa, KAAN uçağı gökleri deliyorsa, bu yürüyüşün arkasında sadece teknoloji değil, tarih vardır. Ve o tarih; Oğuz Han’dan Atatürk’e uzanan kesintisiz bir ruh zinciridir.
Bu millet, zamanın içinden değil, zamanın üstünden yürümüştür. Çünkü bu yürüyüş bir milletin değil, bir idealin yürüyüşüdür.
Ve biz o ideali hâlâ taşıyoruz: Tek yürekle, 2400 yıl sonra bile!