“Sosyolog Değil, Gözlemci”: Ertuğrul Özkök ve Çorum Düğünü Üzerine

Berna KAYA

Geçtiğimiz günlerde Ertuğrul Özkök, Çorum’da gerçekleşen bir düğünü kendi deyimiyle “sosyolog kimliğiyle” kaleme aldı. Ahlatcı Holding’in varisiyle Sinan Engin’in kızının evliliği, onun yazısında yalnızca bir magazin olayı değil; sınıfsal ve kültürel dönüşümlerin sahnesi hâline geldi. Ancak burada sormamız gereken temel bir soru var:

Ertuğrul Özkök bir sosyolog mu?

Cevap net: Hayır.

Özkök yetkin bir gazeteci olabilir. Yıllardır yazılarında sınıf atlama pratiklerini, modernlik tartışmalarını, hayat tarzları üzerinden Türkiye panoramaları çizmeyi sever. Ancak bu gözlem gücü, ona “sosyolog” unvanı kazandırmaz. Tıpkı her şeye psikolojik yorum getiren bir köşe yazarının “psikolog” sayılmaması gibi.

Buradaki mesele yalnızca bir unvanın hatalı kullanımı değil; aynı zamanda bir mesleki alan ihlalidir. Sosyoloji; metodolojik derinlik, kavramsal çerçeve, tarihsel bağlam ve veriyle düşünmeyi gerektirir. Oysa Özkök’ün yazısı, gözleme değil, daha çok algıya ve anlatı estetiğine dayanan bir atmosfer yazısıdır.

Muhafazakârlık Dindarlıktan Fazlasıdır

Yazının en yüzeysel kalan noktalarından biri de muhafazakârlığın, yalnızca dindarlıkla eşitlenmesidir. Kur’an okunması, içki servisi yapılmaması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kutlama mesajı gibi unsurlar, Özkök tarafından doğrudan muhafazakârlık göstergesi olarak okunuyor. Ancak bu, muhafazakârlığı sadece dini pratiklere indirgeyen indirgemeci bir yaklaşımdır.

Oysa muhafazakârlık;
Geleneksel değerlere bağlılık,
Aileye, soya ve geçmişe duyulan saygı,
Toprakla kurulan yerel bağlar,
Toplumsal düzeni ve istikrarı koruma arzusu
gibi çok daha katmanlı bir yapıya sahiptir.

Nitekim damadın babası Ahmet Ahlatcı’nın şu cümlesi bunu açıkça gösterir:

“Biz bu düğünü İstanbul’da da yapabilirdik. Ama burada, Çorum’da yaptık. Çünkü burası bizim her şeye başladığımız yer.”

Bu yalnızca nostaljik bir vefa değil; yerle, aidiyetle ve gelenekle kurulan bir süreklilik bilincidir. Yani bu düğün, dini değil kültürel muhafazakârlığın bir yansımasıdır.

Sekülerleşme Her Zaman Modernleşme Değildir

Özkök, bu düğünü “muhafazakâr kesimin sekülerleşmesinin ispatı” olarak sunuyor. Oysa seküler ritüellerle örülmüş bir düğün, doğrudan sekülerleşme anlamına gelmez. Bu, daha çok muhafazakâr kodların modern temsillerle yeniden ambalajlanmasıdır.

Gelenek elbise değiştirmiştir, ama kökeni aynıdır.

Bu dönüşüm; dinin kaybı değil, gelenekle modernliğin birlikte var olma biçimidir. Yani ne tam seküler bir gelecek, ne de tamamen geleneksel bir geçmiş… Türkiye’ye özgü bir geçiş evresi.

Düğün Sosyolojisi mi, Zenginlik Fetişizmi mi?

Yazı boyunca tekrarlanan bazı temalar dikkat çekici:
“Anadolu sermayesiyle İstanbul sosyetesinin birleşmesi”
“Yeni muhafazakâr zenginlik”
“Altın rafinerisinden doğan imparatorluk”
“Modern çocuklar, geleneksel aileler, Sibel Can ve dua anı”

Evet, bu imgeler semboliktir. Ama sembolü görmek başka; onu sosyolojik bağlama oturtmak başka bir şeydir. Oysa Özkök’ün yazısında, isimlerin ihtişamı ve görsel detaylar öne çıkar; çözümleme ise yüzeyde kalır.

Örneğin: 25 şahidin tamamının erkek olması ciddi bir temsil ve cinsiyet politikası meselesidir. Ancak Özkök bunu, “Benim nikahımda da öyleydi” gibi kişisel bir örnekle geçiştirir. Oysa burada yapılması gereken, erkeklik, temsil ve güç ilişkileri üzerinden katmanlı bir analizdir.

Gözlem Değerlidir; Ama Kavramsal Sadakat Şarttır

Gazeteciler gözlemler. Bu onların en güçlü becerisidir. Ancak bir gazeteci gözlemini sosyolojik analiz gibi sunmaya başlarsa, hem mesleki hem de etik sınırlar bulanıklaşır. Gözlem yapmak, yorumlamak ve yazmak önemlidir ama bu, sosyolog olmakla aynı şey değildir.

Bu ayrım yalnızca kavramsal bir titizlik değil; uzmanlık alanlarının itibarı için de gereklidir.

Bu Bir Düğün Yazısıydı. Ama “Sosyoloji” Değildi.

Ertuğrul Özkök’ün yazısı, Türkiye’deki sosyo-kültürel geçişlere dair gözlem dolu bir panorama sunabilir. Ama bu onu sosyolojik bir analiz yapmaz; olsa olsa sosyolojik çağrışımlar içeren güçlü bir düğün anlatısı yapar. Gazetecilikte gözlem önemlidir. Ama unvanlar, gözleme değil; bilgiye, eğitime ve yetkinliğe dayanır. Bu nedenle doğru ifade şudur: “Ertuğrul Özkök, Çorum’daki yılın düğününü gazeteci gözüyle yorumladı ve içinde sosyolojik çağrışımlar olan bir atmosfer yazısı kaleme aldı.” Unvanları büyütmek değil, doğru kullanmak daha saygılıdır.

_______________________

Yazar Notu:

Modernlik, inançsızlık değil; kendi değerleriyle çağdaş dünyada var olabilme becerisidir.

Modernlik ≠ Dinsizlik.
Modern olmak yalnızca sekülerleşmek ya da Batı tarzı yaşamak değildir.
Gerçek modernlik; bireyin ya da toplumun, kendi değerleriyle uyum içinde, çağın koşullarına entegre olabilmesidir.

Örneğin:
Bir Musevi Hamursuz Bayramı’nı kutladığında ya da bir Hristiyan oruç tuttuğunda, bu eylemler “modernliğe aykırı” görülmez.
Peki neden bir Müslüman aile, düğününde alkol ikram etmeyince “sıkışmış” ya da “çağ dışı” olarak tanımlanır?

Bu sadece çifte standart değil; aynı zamanda indirgemeci bir modernlik anlayışıdır.
Çünkü modernlik, Batı yaşam tarzına benzediğinde makbul; inançla birlikte yaşandığında ise sorunlu olarak görülüyorsa, bu objektif değil, ideolojik bir bakış açısıdır.

Ahlatcı ailesi, inanç sistemine ve kültürel sürekliliğe sadık bir düğün düzenlemiştir.
Alkol ikram edilmemesi bir baskı değil, bilinçli bir tercihtir.
Ve bu tercihe saygı duyulması, aslında modernliğin ta kendisidir:

Farklılıklar içinde bir arada, saygı temelinde var olabilmek.

İnancıyla yaşayan birey de çağdaş dünyanın saygın bir parçasıdır.

Bu bağlamda, Özkök’ün yazısında kurduğu “modernlik ile dindarlık arasında sıkışmışlık” anlatısı;
sosyolojik bir analiz değil, örtülü bir ideolojik anlatıdır.

Eğer bu düğün gerçekten Türkiye’nin sosyolojik fotoğrafı gibi sunulmak istenseydi:
– Gözlemler çoğul bağlamlara yerleştirilir,
– Kültürel süreklilikler, sınıfsal kodlar ve yerel aidiyetler incelenirdi,
– Ve hepsinden önemlisi, şaşırmazdı.

Ama Özkök şaşırıyor.
Ve bu şaşkınlığı, “ironik detaylar” gibi sunarak düğünü bir çelişkiler yumağına dönüştürüyor.

Şaşırma tavrı ideolojik filtreyi açığa vurur. Sosyolog şaşırmaz; gözlemler ve analiz eder. Özkök’ün “şaşırma” biçimi, olanı anlamaya değil, kendi modernlik normuna uymayana şaşma refleksine dayanır ki bu ideolojik bir tavırdır.
Kendini nötr sunarken normatif hüküm verir.

Böylece yazı, sosyolojik çözümlemeden uzaklaşıyor; kişisel bir bakış açısını kültürel norm gibi sunan bir anlatıya dönüşüyor.

Çünkü özgür düşünce adına konuşan bazı söylemler, gerçekte yalnızca tek bir yaşam biçimini makbul sayarak, modernlik kisvesi altında yeni bir tek tipleştirme yaratmaktadır.
Oysa gerçek özgürlük; farklılıkları bastırmak değil, onları saygıyla taşıyabilme cesaretidir.