Sararmış Sayfalar Arasından Göz Kırpanlar

Tarih: 23 Temmuz 2019
Yazan: Ertaş ÇAKIR
Konu: Hakikati gizlemek imkansızdır: Günümüzü aydınlatan aktüel sözler.

Tekirdağ’da denize bakan balkonumuza oturup çay sohbetlerimizde, babam ansızın Bulgaristan konusuna girince, tamburasında makam değiştirir ve giriş yapar gibi,  hep aynı şeyleri tıngırdar. Dizinin hangi bölümü olduğunu hatırlatmadan “Kapitan Petko Voyvoda” filmine takılır. Seksenli yılların başında izlemiş ve her defasında, “bazı gerçekler vardı bu filmde, koskocaman Kapitan Petko’yu Varna hapishanesinde aç farelerin taşı kemirdiği koğuşa attılar be…, bir de kalkıp karısına tecavüz ettiler…, bu yapılır mı?” Derken sigara paketine uzanıp “ona bu yapıldıysa, bizim ki, solda sıfır” derken içini çeker, çakar çakmağını…

Bu sabah abv.bg postamda sevilen şairlerimizden Habil Kurt’un gönderdiği Kapitan Petko Vayvoda fotoğrafı ve şu sözlerden etkilendim:

Adaş, işte görüyorsun, her şey insanın kendi içinde.  Artık, ensemizde soluyan Türk yok. Hem kardeşiz hem de birbirimizin gırtlağını sıkan kendimiz değil miyiz? Neden biliyor musun? Söyleyeyim. Aç gözlüyüz de ondan. Bizim ki, kemik kavgası. Herkes ötekinden fazla olmak istiyor. Dünyayı bozan budur.”

“Kapitan Petko Voyvoda” dizisinden. Yıl 1981.
***

Bulgarların kendi kendilerini linç eden filmlere masraf etmesi babamı etkilemişti. “Ne demek istiyorlar. Adalet için yorganı yakarız mı diyorlar. Boş laf, kim inanır ki? Başımıza gelenler ortada…”

Düşünüyorum! Bu filmler bizi peşinen korkutmak için yapılmış olmalı. Sonu sonunda bu filmin söylediği son söz nedir? Dediğimiz olmazsa hapishanelerden zindan ve aç sıçanlardan fare seçin, eşlerinizin yazgısı da bu olur, olamaz mı? Olmadı mı? İki yüzlüklerinin başı sonu yok.  Kuyuya bir taş atıyorlar, 40 kişi çıkaramıyor. Aslında ben taşta falan değilim, taş kuyunun dibinde kalsa da ne değişecek ki. En kötüsü, gerçeklerle ilgili kendi bilim adamlarının söylediklerine inanmadıkları gibi, yabancıların yaptıkları araştırmaların sonuçlarına da inanmıyorlar. Ben bir defa Sofya’dan dönerken, “Batak” şehrine gittim ve orada anlatılanları ve duvar raflarına bira şişesi gibi dizilmiş kafataslarını gördüm. Orada bir uğultu vardı. Dikkatle baktım, sanki konuşuyorlardı. Bana, “biz Türk’üz oğlum.” Derken fısıldıyorlardı.

Bu olaya ne kadar farklı bir açıdan bakarsak o kadar tuhaf şeylerle karşılaşıyorum. BGSAM  ekibinden bazı yazarlar konuyu ele aldılar. Plovdiv’de yapılan bir bilimsel toplantıda,

Bulgaristan’ın resmi tarihçilerinin Batak’taki olayları fazlasıyla abartarak, Bulgar halkı arasında Müslümanlara ve özellikle Türklere karşı nefret duyguları oluşturmaya çalıştıklarını” belirten Alman bilgin Brunbauer, “Bu da herkesin bildiği gibi Komünizm döneminde Türklere karşı uygulanmaya çalışan asimilasyon kampanyasına ilham vermiştir” dedi.

Alman tarihçi bilim adamları, Bulgar tarihçilerin, “Osmanlı yönetimine karşı 21 Nisan 1876’da başlatılan Batak isyanı sırasında, çoğu kadın ve çocuk 5000 kişinin Batak’taki Sveta Nedelya kilisesinde Osmanlılar tarafından kılıçtan geçirildiği” yolundaki iddialarını çürüttü.

Öğretim üyesi Bulgar kökenli Bayan Martina Baleva ile Doğu Avrupa Enstitüsü üyesi Bay  Ulf Brunbauer, “Batak katliamı” olarak bilinen olayın aslında bir “düzmece” olduğunu açıkladılar.

Olay çok ilginç, bir yandan istediklerini yerden yere vurup, “Makedoncu”, “Komintern ajanı”, “para dolandırıcısı” gibi günün politik kıyım makinesi ayarına göre ezip bitirirken, “Batak düzmecesi” gibi tamamen uydurma olaylarla ilgili parmak kımıldatmıyor, satırların arasından haykıran gerçekleri işitmek dahi istemiyorlar.

Bizim dilimizde “Zamanı gelmeden bir şey olmaz” gibi bir arasözümüz vardır. Bu sene birçok şeyin zamanı geldi ve kapı çalıyor.

Mesela, şu seri katillerin işlendiği Balakan Savaşı, 2. Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı arşivlerinin 100 yıl sonra açılma zamanı gelmiş. Tabii bu arşivlerde olmamış olan “Batak katliamı” gibi olaylarla ilgili diplomatik haberleşmeyi de bulacağız.

Bulgaristan’da bu olaylara en derin bakan ve gerçekleri gözlük takmadan da görebilen Prof. Dr. Stoyan Dinkov yeniden sahneye çıkıyor. Parist’a tarih okuyan bu cesaretli bilim adamı “Bulgarlar Türk’tür demiştir”. Batak’tan girerek, onun kısa hayat yoluna geçmezden önce, şu sözlerini dikkatinize sunmak istiyorum:

Bulgar halkını kurtaran Osmanlı İmparatorluğu’dur.
Bulgar uyanışı Rus propagandasının bir ürünüdür.
Bizim en yakın dostumuz Türkiye’dir.
Avrupa-Asya Birliği Avrupa Birliği’nin yerini alacaktır.”

İnterneti tarasanız onun hakkında şunları bulabilirsiniz:
Stoyan İvanov Dinkov: Şair İvan Dinkov’un oğlu. Bulgar jeopolitik, yazar ve ressam. Cesur bir araştırmacı kalem. Paris Sorbona’da Fransız tarihçi Prof. Dr. Fransoa – Jorj Draysu’un elinden su içmiş. O da gençliğini kadim ve modern tarihin Oxford ve Cembridge kütüphanelerinde geçirmiştir.

St. Dinkov 2008’de Bulgaristan’da “Stratejik Analiz Merkezi” kurdu. Çıkan ve İngilizce, Türkçe, Romence, Portekizce ve Makedonca çevrileri çok satan şu kitapların yazarıdır: “Grimler”, “Toprak Kaymaları”, “Sonsuzluk Masalı”, “Osmanlı ve Roma İmparatorlukları: Bulgarlar ve Türkler”, “İskitler ve Hunlardan Türklere ve Bulgarlara uzanan Turan”, “Şeytanın Dünya Görüşü: İsa Peygamber”, “Traklar ve Kimerler” vb.

***
Bu satırlarımı yazarken, Prof. Dr. Stoyan Dinkov’un,  bundan 141 yıl önce sözde meydana gelen Bulgaristan’da, Rodop Dağların’nın merkez kesiminde bulunan Batak köyü olayları ile ilgili sözlerini hatırladım nedense ve onun birkaç yıl önce çıkan bir yazısını aynen tercüme ettim:
25.04.2016 ~ 23.07.2019

Birleşik Amerika ve Avrupa Birliği Osmanlı imparatorluğunun kuruluş tezi üstüne yalan söylüyor.

Osmanlı idaresi kendi yapısında ektik ayırım gözetmemiştir. Her ırk eşit haklı durumdaydı. Devletin yönetiminde her etnikten temsilciler yer almıştır. Bu bakıma Osmanlı İmparatorluğu günümüz Amerika Birleşik Devletleri’nin bir ön örneğidir. Prof. Dinkov, Osmanlı Sultanları idaresinin birçok Avrupa hükümdarından çok daha hoşgörülü olduğunu savunuyor.

Prof. Dr. Dinkov, 1915 yılı olaylarına ışık tutulabilmesi için Birinci Dünya Savaşına katılan devletlerin arşivlerinin açılması gerektiğine işaret ediyor.

“Yalnız Osmanlı arşivleri değil kuşkusuz, Ermeni, Rusya, Fransız, İtalyan ve Britanya arşivleri de, yalnız tarihçiler tarafından değil, sosyolog ve psikologlar tarafından da dikkatle araştırılmalıdır. Bu olaylardan 20-30 yıl önce etnik bilincin nasıl oluştuğu araştırılıp görülebilmelidir. Osmanlı imparatorluğunda etnikler arasından öncelikli olan yoktur. Ayrıcalıklı halk yoktur. Bu, tüm dünyanın geleceğine ilişkin bir sorumluluk olarak anlaşılmalıdır. Bu Osmancılığın evrenselciliği doktrinin özünde yer alandır.”

Bulgar tarihçi Prof. Dr. Dinkov, bir Rus General’in arşivinde çalışırken şunları saptadığına işaret ediyor: “O zamanın olayları, bildiğimizden çok farklı bir şekilde kaleme alınarak yansıtılmıştır. General’in, Rusya İmparatoruna  ve Çarın Genel Kurmayına gönderilen kişisel notlarında 1915 yılı olayları olarak dilendirilen olaylara, Türklerin ve Osmanlı idaresi güçleri katılmamıştır.”

“Bu olaylara, Kürtler, Ermeniler ve Ruslar iştirak etmiştir. Osmanlı hükümetinin olay yerinde idare amiri yoktu. Bu olaylardan kimin çıkarı olduğu üstüne incelemelerde bulunduğumuzda, öncelikle Kürtlerin ve Ermenilerin menfaati olduğunu görürüz.”

Bulgar tarihçi Prof. Dr. Dinkov’un savunduğu teze göre, Bulgar tarihçiler “Batak” olaylarıyla ilgili gerçekleri yazmıyorlar. Onun olaya ilişkin açıklamalarında şu görüş yer alıyor: “Batak” olayı, iki komşu köyde gelişmiştir. O devirde İstanbul’dan Balkanlara mal taşıyan kervanlar soyguncu çetelerin saldırılarına uğruyormuş.  Bu olay, kervandan el konan ganimetin paylaşılması esnasında köylüler arasında çıkan kavgadan alevlenmiştir. Prof. Dr. Dinkov, o olayların kaynağının köylülerin yaşam tarzı olduğunu yazıyor.

“Osmanlı idaresi Batak’taki olayları bastırmak ve nizam sağlamak için asker göndermiştir. “Evet devlet olaya katılmıştır, fakat Türk ahalinin direk olarak müdahalesi olmamıştır. Bu olayda Pomaklar ve Bulgarlar ön plandadır.”

Prof. Dr. Dinkov, Batak dolayındaki köylerde Türklerin yaşadığını, onların ancak bu olayda saldırıya uğrayanlara yardım eli uzattıklarını, ne var ki, resmi Bulgar tarihi, olaylardan Türklerin sorumlu olduğunu yazıyor ki, gerçekleri yansıtmıyor, Türklerin Batak olayında eli yoktur, diye yazıyor Prof. Dr. Dinkov.

***
Fakat bu yalanlar bir iki değil.  Ancak geçen yüzyılın 80 yıllarında baskı ve terörle, yüzde yüz yalan propaganda yapılarak, eritilerek asimile edilmeye çalışılan Bulgaristan Türklerinin sırtına yüklenmiştir.

İsim değiştirme zulüm sürecinde  BKP MK Politik Bürosu’nun aldığı kararlar halk tarafından desteklenmediği gibi, birçok yerde kınanmıştır. İsim değiştirme olaylarında silah kullanan Bulgar askerlerden yüzlercesinin kendi canlarına kıyması buna kesin kanıttır.

Bu konuyu yeni çıkan kitabında işleyen eski Demokratik Güçler Birliği CDC milletvekili Stoyan Rayçevski, “1944 – 1989 Bulgaristan Komünist Rejim Altında” eserinde “isim değiştirme” kararları Bulgar halkından gizlenmiştir, olayın amaçlarını ve özünü gizlemek için “bu olaylara parti kadrolarından Türkler ve Pomaklar da celp edilmek suretiyle Bulgar nüfus aldatılmak istenmiştir” diye yazıyor.

Bu eserde, “Belene” kampına 423 Türk vatandaşın kapandığını, aynı zamanda  bu kampa 145 rejim düşmanı da atılmıştır diye anlatırken, isim değiştirmeye karşı baş kaldıran 314 Türk öncünün sürgün edildiğine de yer vermiştir. 29 Mayıs 1989’da komünist diktatör Todor Jivkov sınır kapısını açtığında, günde 3 000 Türk’ün sınır dışı edilmesi için ön hazırlıkların tamamlanmış olduğuna vurgu yapıyor.

Bulgaristan’da hangi kitabı açsan, satırlar arasındaki gerçekler bunlar. Devlet olayları açmak, halkı aydınlatmak ve komünist rejimi lanetlemek istemese de, toprak altındaki suların da bir gün bakmışsın şırıl şırıl aktığı ve su aynasının güneşte şakıdığı herkesi şaşırtıyor.
Paylaşınız.
İnsanın okuduğunu anlatması hayırların en iyisidir.