Sakat Demokrasi

BULTÜRK Editor Köşesi
Tarih: 30 Kasım 2020

Köpeği bağlarsan, köy rahat eder! Sıkça kullanılmaya başlayan bu eski değimin anlamı, “sert yönetim istiyoruz,” sıkalım yumrukları olmalı. Demokrasi Araştırma Merkezi’nin Kasım 2020 anketin sonuçları ürpertici. Bulgarların % 45’i güçlü bir lider, yumruk gibi yönetim, gözü pek idare istiyor. Aynı kitlenin içinde yapılan başka bir anket ise, bu kalabalığın yüzde yüz aşırı milliyetçi, ırkçı, İslam ve azınlıklar düşmanı olduğunu ortaya çıkardı. Devamı 9’da
Siyasi toplumlarda ana güçler:
İktidar ortakları. VMRO – Makedon komitaları partisi. NDSV – eski Trakya göçmenleri. GERB partisinin maaşlı kadroları. Eski Ordulu politik subaylar. Komünist rejimin sivil ve gizli polisleri. Bulgarlaştırma terörüne katılan katiller. Rusya Askeri İstihbaratının ülkemizdeki ajan sürüsü. Rusofiller. vb. İstekleri: “Parlamentodan ve seçimlerden etkilenmeyecek bir lider yönetimi.”
İlave edeyim. Bu anket 27 Avrupa Birliği ülkesinde birden yapılmış ve hiçbir yerde benzer sonuç elde edilmemiştir. Bulgaristan dışında, Avrupa sağcı hortlama ve diktatörlük istemiyor.
Bu sonuç Bulgaristan Türklerini ciddi endişelendirmelidir.
Çünkü Bulgaristan’da yerli azınlıklar – Türkler, Pomak Türkleri, Millet Türkleri, Gagavuz, Tatar, Ulah, Romenler ve Pirin bölgesi ve “Struma” /Karasu/ nehri boyu Makedonları dışında olan ve kendilerini “Bulgar olarak tanıtan bir büyük grup var”. Bulgaristan topraklarına Birinci ve İkinci Balkan Savaşlarından ve Birinci Dünya Savaşından sonra Edirne Trakya’sı, Batı Trakya, Ege Bölgesi ve Vardar nehri boylarından gelmişler. Bulgar milli doktrinini kabul etmişler. Göçmen olmalarına rağmen, Bulgarlardan Bulgar kesiliyorlar. III. Boris ve T. Jivkov dönemindeki gibi XXI. yüzyılın başında da yeni bir set rejim istediklerini gizlemiyorlar. Ankete yansıyan budur.
Bu toplumsal değişikliği açabilmemiz için Bulgar toplumunun öteki yarısına – madalyonun arkasına da bakmamız gerekir. Oradakiler kendilerini liberal demokratlar olarak tanıtıp katılımcıların % 55’ini oluşturuyorlar. Birlik içinde olduklarını söyleyemeyiz.
Bu kesimin henüz lideri ve politik omurga rolü gören bir siyasi partisi yok. 2020 Mart’ında mayalanan ve Nisan ayında başkentte ve öteki büyük kentlerde sokaklara dökülenler, çadır kentlerde “Covid-19” yakalanıp hastaneye düşmezden önce her akşam meydanlardaydılar. Yumruk sıkan 140 bin kişilik elit-entelekt kesim kaymak tutmuştu. Maske yakmakla ünlenenler onlardı. Birer ikişer salgına yakalanıp sağlık merkezilerinde sürünen çaresiz kitleyle yüzleşince evlerine toplandılar. TV ile küfürlü konuşmaya devam ediyorlar.
Biz onlara “nazlı böcekler”, “bizden olmayanlar” desek de, Başbakan ve Başsavcının istifasında direnen, Yüce Millet Meclisi, Anayasa değişikliği, adalet reformu, rüşvete, solguna, dolandırıcılığa son verilmesini, azınlık haklarının savunulmasını isteyenler onlar. Azınlıklara baskının durdurulmasını, Romen gettolarının yakılmasını, oy veren her vatandaşın kendisinin de seçilebilmesini, kolektif haklarımızın ve ortak edinimlerimizin, demokrasi ve insan haklarının savunulması uğruna direnenlerdir anlattıklarım. Hemen belirteyim, şu yukardaki kavramların her birinin Bulgaristan’a özgü açılımı olması gerek, ne 142 yıldan beri, ne de son 30 yılda bu yapılmadı. Hatta 1946 reformuyla çöplüğe atılan monarşi rejiminden alınıp bugün de uygulanmaya devam ediyor.
Gerçek durum analizinden yoksul tabakanın demokrat ve liberal olmak üzere iki kitle oluştuğu ve zenginlerin kontrolünde olan sosyal medya analizinden de sanki ülkede bir liberal-demokratik rejim olduğu ve halkçı politikacıların idare ettiği izlenimi oluşuyor. İddialarda yer alan, iktidar gücünün azınlık ve gurbetçi haklarını savunduğu savı ise, tamamen yanlış. Gurbetçilerimiz 3 milyon oldu.

Son 30 yılda, Bulgaristan’daki yakınlarına her yıl gönderdikleri 1 milyar 250 milyon Avronun % 10 gibi vergilendirilmesinden ve vergisini ödemeyenlerin 15 bin leva (7 500 Avro) cezalanmasından başka bir yasa çıkmadı. Dış ülkeye düşmüş vatandaşın liberal veya konservatif görüşlü olması Sofya iktidarını ilgilendirmiyor. Bu vatandaşların en önemli insan haklarından, bir politik hak olan seçilme hakkı ellerinden alınmıştır.
Yeni bir diktatörlük isteyenlerin hayalindeki umut nedir?
Bulgaristan monarşi-faşist ve komünist-totaliter olmak üzere 2 diktatörlük devri yaşamıştır. Askeri ve sivil darbelerden sonra hep parlamenter sistem kaldırılmış, politik partiler yasaklanmıştır.
Değişim devirlerinde hiçbir düşünce, deyim, kavram halkın anlayabileceği bir şekilde asla açılmamış, hep tersyüz gösterilmiştir. Bu, faşizm, komünizm, totalitarizm, insan hakları, adalet, azınlık hakları ve daha birçok kavramlarla örneklenebilir. Nüfusun yarısı azınlık iken, “azınlık yok” denmiştir. Bunu görmek istemeyenler, ankette “güçlü tek el” yönetimi isteyenlerdir. 1920 – 1945 yılları arasında Bulgaristan’da faşizm yoktu; 1944 – 1989 yılları arasında komünist totalitarizm yoktu, Türklerin isimleri zorla değiştirilmedi, kendileri “gönüllü” istediler, toplama kampları ve hapishanelerde zülüm yoktu düzmecelerini anlatanlar yine “diktatörlük” istiyorlar.

Hem de partisiz, meclisiz, anayasa ve yasasız zülüm rejimi…

1990’dan sonra vatandaşlarımızın beynine adaletin Strazburg Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde, Lahey (Haga) Adalet Divanında, Avrupa Birliği komisyonlarında ve parlamentosunda olduğunu da ustalıkla aşılayabilmişlerdi. Bu zehirli aşı ne kadar iyi yapılmış olursa olsun, günümüzde Bulgaristan’ın AB ülkeleri arasında en geri kalmış, sağlık ve eğitim sistemi çökmüş, “Covid -19” dan en fazla zarar gören ve en fazla can veren, en az sosyal yardım alan vs. durumu toplumsal bilinci etkiliyor. Tutunacak dal bulamayanlar çoğalıyor. İnsanlar kendiliğinde demokrasi ve liberalizm “boş balon”, her sene sürülen ve nadasa bırakılan tarla, yağmayan bulut gibi benzetmelerle farklı bir şeyler özlemeye ve aramaya başladılar. Bu adımlar bilinçli atıldı.
Yakına kadar beğenmediğimiz, özgürlüksüz, kimliğimizi alan, haklarımızı çiğneyen, kural yasa tanımayan, adaleti unutturan komünist diktatörlüğe ve monarşi rejimine sanki muhtaç duruma gelmişiz!
Hayatta monarşi ve komünizm görmemiş yeni bir nesil var.

Nostalji nereden kaynaklandı! Bu yeni durum öncelikle toplumun uyanış ve diriliş bilgisinden, şuurundan yoksun olan yeni kuşağın hayali özentilere kapıldığına kanıttır. Adalet, bilgisayar ekranında anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesi, beğenmediğimiz bazı yasaların yerine yenilerini getirmek değildir. Biz Bulgaristan’da yaşayan Müslümanlarız. Bulgar devleti Hıristiyan bayramlarının her birine beşer gün tatil eklese, biz ne! Yapılanların hiç birinin bizim için anlamı yoktur. Çan sesi bizi ancak rahatsız eder. Üstelik çan sesleri Bulgarların belleğinden faşizm ve komünizm anılarını asla silemez!
1918’de Bulgaristan’ı milli felakete sürükleyen Çar Ferdinand’ın torunu, 1940-1944 yılları arasında monarşi rejimini Nazi Almanya’sına bağlayıp faşist diktatörlük kuran III. Boris’in oğlu, 12 yaşında Çar olan ve naipleri 1944-1946 yılları arasında 25 bin kişinin ölüm fermanını imzalayan II Simyon’un ismi pazar ve dini bayram ayinlerinde Hazretler arasında okunsa ne değişir ki!?

Hıristiyanlık duvarından adalet taşı çoktan düşmüş…

İnsanlar kiliseden çoktan çıkmış… Adalet bin anlayış ve yaklaşım meselesidir. İnsanların bedenine ve ruhuna şu şöyledir kabul et diye işkence edemezsiniz. Bizdeki olay adalet ve yasa meselesi olmaktan derindir. Müslüman, Hıristiyan ve dinsizin adaleti aynı olmaz. İslam ve İsa Peygamber dinlerinin ahlak, adalet ve hukuk anlayışı dikkate alınmadan, ülkede halkın kabul ettiği bir hukuk devleti olmadan Hukukun Üstünlüğü sağlanamaz. Mantıkla yaklaşım sağlanmadan Bulgaristan’da hukuk üstünlüğünden söz edilemez, bunu Avrupa Birliği’ne ne anlatın diyecek, ne de anlatan bir Papaz, bir Müftü yok. Toplumsal ve ahlak kavramları açılmadan ileri adım atılamaz. Her şeyden önce edep, ahlak olmalıdır.

Şunlar ilginçtir: 1922’de milli felaket suçlusu hükümetlerin yargılanması için bizde bir halk oylaması yapıldı, % 70 lehte oy çıktı.
1946’da monarşiden cumhuriyette geçilmesi için de bir halk oylaması yapıldı, % 80 cumhuriyet dedi. 1971’de üçüncü halk oylaması cumhuriyet rejiminden komünist totaliter baskı ve terör rejimine geçilmesi içindi. Seçmenin % 90’ı Jivkov diktatörlüğünün sertleşmesinden yana oy kulandı. 2016’da yapılan halk oylaması, 1991 Anayasasıyla gelen “demokrasinin” yetersiz olduğunu ve totaliter komünist cesedin kaldırılması, seçime katılmanın zorunlu olması, devlet parasıyla beslenen siyasi sistemin bozulması, partilere değil şahıslara oy verilmesi gibi isteklerle yapıldı. Seçmenin % 50’si oy verdi. Ve kısa bir sürede referandumun sonuçları arşivlendi ve rafa kaldırıldı.
Sözüm şudur: Bulgar 20. Y.y. boyunca daha sert bir rejim aradı. Bu, günümüze sarkmıştır. 1990’dan sonraki liberalleşme yetersiz, demokrasi sakattır. Politik sistem devlet emrindedir. 2016’dan sonra ülkemizde politik havanın iyice bozulmaya başladığını, seçime katılan ve oy kullananların bir daha seçim sonuçlarından ilgilenmeyişinde görebiliyoruz. Seçmenin aldatılması kolay. Elinde güç olmayan, imkânsızlık bataklığına düşmüş, ufku karanlık seçmene cankurtaran simidi gösterilmesi her defasında yeterli oluyor.

Bu ay Bulgar basını manşetleri, olağanüstü epidemi ve salgın ortamında ülkemiz gerçeklerini şöyle yansıttı.

Vratsa (Vraça) köylerinden birinde 25 yaşında işsiz bir genç köy meydanında kendini astı. Blagoevgrad (Yukarı Cuma) Sandanski şehrinde bir kadın geçim problemleri yüzünden 2 çocuğunu kesti. Uzaktan eğitim alan azınlık çocuklarından % 43’ünün bilgisayarı yok. Hastanelerin “Covid-19” bölümleri yüzde yüz dolu. Dulovo (Akkadınlar) hastanesinde ne doktor ne de hemşire var. Doktor ve hemşirelerden 5 228’i salgına yakalandı. Huzur evleri unutuldu. Meclisten 12 kişi sağlıkçı olarak hastanelere gitti…
Daha sert yönetim özleyen vatandaşlar işleri bu duruma getirenlerden hesap sormak istemiyor. “Demokrasi”neden makinası bozuldu? Bu soru işitilmiyor. Cevabı her mahkeme kararına itirazda yeni çıkan her kanunun protesto edilişinde görüyoruz. Bu protesto dalgası yükseliyor. İç problemlerini çözmek için Avrupa Birliği’ne itirazlarda bulunan Güney Kıbrıs, Macaristan, Polonya ve Bulgaristan “vetoları” gerginlik getiriyor. AB’nin aldığı yaptırım kararları ile değerlendirme ve eleştirilerin dikkate alınmaması da başka bir yenilik. Bu gelişmeler, Bulgar toplumunda, ülkeyi yönetenler oligarşi babalarıdır.
Ne yapılırsa yapılsın bizde bir değişiklik yapılamaz! Görüşü artık yerleşti. Kamuoyu daha tutucu oldu. Gazetelerin her gün maaştan milyoner olanları reklam etmesi kör sokağı daraltıyor.
“Çok bilme” otur oturduğun yerde diyenler ses yükseltiyor.
Hiçbir surette hiçbir şeyin değişmeyeceğine son işaret, Başbakan Borisov’un Sofya protesto alayı öncülerine hitaben, benim başbakan kalmam şartıyla hemen “15-20 bakan gösterin, atayayım, husumet bitsin, evinize dönün!” demesi oldu. Göstericiler Eylül 2020’de yaşanan bu olay gerçekleşmiş olsaydı, “barışçı bir darbe” veya “figüratif değişiklikler” adıyla tarihe geçebilirdi. Protesto ateşi hayal kırıklığından sönerdi.
Aslında Bulgaristan’da halk sosyal yaşamda değişiklikler olması için yeni bir parti, ya da yeni bir meclis bileşimi aramıyor LİDER arıyor.
Lideri de, kendisi yaratmak ve beslemek istiyor. Önce hayalinde, sonra koynunda ve daha sonra da teriyle. Kendisi gibi konuşan, kendisi gibi biçimsiz, obur, salaş, hesapsız kitapsız biridir aranan. İnançlarında, hepimizin üzerinde olan, hepimizi gören, koruyan bir GÖZ olduğu var. Bu gözün niteliklerini bilen yok! Sosyolojik araştırmalarda köyden çıkma, fazla okumuş olmayan, bonkör biri ortaya çıkıyor. Sanki 63 yaşında Sofya Üniversitesi Hukuk fakültesine kayıt yaptıran ve evine çağırdığı Profesörlere “bilmem gerekenleri ucundan bana öğretin”diyen, ava gittikçe dolu dönen, kendilerini Türklere karşı şişiren Todor Jivkov’u arıyorlar.

Yeni özgür ve temiz irade bu mu?
Yeni irade perde ardında, kulisin toplandığı köşk ve saraylarda, gözden kulaktan uzak ve zengin içki masalarında doğuyor. Henüz t kaydı yok. Şekli de yok. Türkü olsa notaları olur, o da yok! Maaşlar ve fuzuli harcamalar Avrupa Birliğinden geldikçe Bulgaristan’da çözülemeyen problem olamaz görüşünde birleşenler, “boyu ve iradesi herkesten kocaman, herkesin ve her şeyin üstünde, sözü anlaşılmasa da dinlenen bir lider için şu hususlar yeterli gördü”:
1) Söylediği söyledik, anlaşılmasa ve değişse bile sözü söz;
2) İtiraz kabul etmez. Tartışmaya girmez.
3) Seçmen ve meclis kulak veren ve bekleyen olacak! DEVAMI 12’DE

Şu da var:
Her zaman her konuda son söz sahibi olan LİDERİ seçmenin seçmeyeceğine göre, halkın gönlünü yapmak için onun bir şeyler yapmasına da gerek olmayacak! Çalmaktan, dolandırmaktan, para saymaktan ve eğlenmekten yorulmuş oligarşiye kafa tutmasına da lüzum yok. Her yolcu kendi yolunda. İt ürür kervan yürür. Zaten Bulgaristan’dan bir şey isteyen yok. Her şey kitabına uydurulur ve olay biter. Fiskos, homurdanma, yerli yersiz istekte bulunmak, protesto etmek yok, ayaklanmak yasak. Polisin gaz ve cop kullanması, göstericilerin yumurta ve domates atması özel yasayla yasaklanacak.
Halk diktatör liderden ekmek ve iş istemeyecek. III. Boris’ten kimsenin bir şey istemediği gibi. T. Jivkov’ta “şikâyet eden olmadığı” gibi…
Mahkemeler çalışacak ama karar çıkmayacak. İnsan başının belasını bir şey yapmadan kendisi de bulur. Hitler, Çar Bori’si yer altı sığınağında zehirlemedi mi? Borisov’a da, AB’den gelen paraları nasıl kullandığını kimse sormayacak, yeni otoyollarda, köprü ve tünellerde trafik kazalarından ilgilenmeyecek!
Vatandaş, ülkemizde kurulan ABD askeri üslerinde iş için başvuru yapmayacak. AB ülkelerinden vatandaşlık isteyenler Bulgaristan’ı kötülemeyecek. Kuzey Makedonya politikasında münasebet almayacak.
Liderin halkı daha memnun etme çabalarına karşı çıkmayacak. Lideri düşürmek isteyenlere her zaman her yerde herkes engel olacak.

Bulgaristan halkı demokrasiyi neye değişmeye razıdır?
En başta otokrat birine, vaat eden birine, halka koşan birine… Nüfusun % 50’si demokrasiyi daha yüksek gelire feda etmeye, % 57’si ise, demokrasiyi daha yüksek güvenlikle değiştirmeye razı. Vatandaş kendisini güvende hissetmiyor. Güvenlikten anladığı ne mi? Aç kalmamak, işini kaybetmemek, soyulmamak, iş yerini, sağlık sigortasını kaybetmemek, son aylarda hastaneye düşmemek.

Koronadan ölmemek diyeceğim de, o Allah’ın işi…
Dış güvenlikten anlaşılan ise, Türkiye Cumhuriyeti sınırından gelecek bir göç selinden korku. Selin durdurulamayacağına inanıyorlar.
Bulgaristan vatandaşları çocuklarının okula dışı kalmasından endişeli değil. Gidip geliyorlar, boş iş diyorlar. Okulda öğrenilecek mesleğin işe yarayacağına inanmıyorlar. Kendi tarlasını, bağını bahçesini işleyerek mutlu olacağına inanlar % 0,2’den az.

2004’ten beri NATO üyesi olan Bulgaristan’da demokrasi başka neyle değiştirilebilir?
Politik tarihi yazılmış bir ülke olsaydık, bu soruya daha kolay yanıt verilebilirdim. Alınan cevaplarda tarihsel düşmanlık ve umutların açılmamış kalıplar içinde gizemler olduğuna ve geleceğin onlardan etkilendiğini görebiliyorum.
İlginç olan, nüfusun % 54’ü demokrasiyi geleneksel Bulgar değerlerine her an değiştirmeye hazır. Demokrasi yerli bir değer olarak kabul edilmiyor. O kadar eski bir kalıba ihtiyaç olmadığını düşünenler de var. Hükümet hortumlarından beslenen ve halkın kafasına sürekli yalan akıtan sosyal medyaların rolünün büyük olduğunu düşünüyorum. Azınlıklara ise öz bilinçle uyanmasın diye anadillerinde propaganda yapılmıyor. Demokrasisinin sığınmacılarla, kaçaklarla, yabancılarla huzursuz bir yaşam olduğunu düşünüyorlar. Onun Bulgar devlet yapısından bir sütün olduğunu kabul etmeyenler, dış zorlama olduğuna inanıyor. Bulgar kimliğini tehlike altına alan ve eritmeye çalışan bir tuzak olduğuna saplanmış kalabalık aktif. Üstelik zenginlerin ve oligarşi temsilcilerinin de dış kökenler olduğuna, Batıdan ve özellikle ABD’den gelen baskıların onlar üzerinden geldiğine inanıcı da güç topluyor.
Bu durumda Bulgar güvenliğini koruyacak dış güç hangisidir?
Rusya! Çünkü Bulgarların yarısı Rusya’da demokrasi olmadığını, geleneksel değerle yaşandığını ve bu değerlerin İslav değeri olduğunu yanı onların da değer olduğunu kabul etmiş ve savunuyorlar. Rusya’da demokrasi olmayışı Bulgar vatandaşlarını rahatsız etmezken, huysuzlar zaten ülkeyi terk etmiş ve gurbetçiliği sakat demokrasiye çoktan değiştirmiştir.

Son.