Köpüklü Çağlayanlar Diyarının Şairi Nuri Turgut Adalı
URAL Eğitim Kültür ve Stratejik Araştırma Derneğinde
Bulgaristanlı Yazar Şair Galip SERTEL’in
Konferans konuşması.
Gönüllerde taht kurmuş bir özgürlük mücahidini anma gecesinde söze yine gönüllerde taht kurmuş şair Ahmet Kutsi Tecer dizeleriyle başlayalım:
Orda bir köy var, uzakta, O köy bizim köyümüzdür. Gezmesek de, tozmasak da O köy bizim köyümüzdür. Ve o köy Bulgaristan’da, Kırcaali ilinde Adaköy’dür…
O köyün mezarlığında bir mezar var,gidip görmesek de, başucunda diz çöküp, eller havada semaya uzanmış bir Fatiha eda edemesek de, o mezar bizimdir…
Mermere kazınmış kitabede ömrünü Bulgaristan’da Türklük davasına adamış,yıllarca zındanlarda, yılmadan mücadele yürüten eğitimci, şair, halk kahramanı şereflerine erişmiş Nuri Turgut Adalı veya Bulgaristan Türklüğünün makus kaderidir. Nuri Turgut Adalı 22 Kasım1922’ de Kırcali’nin Adaköy’ünde doğdu. İlk öğrenimini Kaşıkçılar köyünde, orta öğrenimini Hatiboğulları nahiyesinde, lise öğrenimini Medresettün-Nüvab‘ta (Şumnu) tamamladı. Nüvvab’in Ali Bölümünde üç yıl öğrenim yaptıktan sonra ( mezun olmaya bir yıl kala ) Kemalist düşüncelerinden dolayı okuldan atıldı…
Unutmayalım Kemalist düşüncelerinden dolayı ve Ata’ya dil uzatanlar da unutmasın. Mustafa Kemal Atatürk Bulgaristanlı Türkler arasında milli benliğin korunması için çalışan ve “Bulgaristan’ı sevmeyen, Türkiyeyi de sevemez” diyordu…
Nuri Turgut Adalı da daha ilk gençlik yıllarından, hayatının son demine kadar,Bulgaristan’da Türk kimliğini koruma ve yaşatma uğrunda doğduğu vatan Bulgaristan’ı severek doğrularından vazgeçmedi,ödün vermedi.
Şumen Nüvvap Okulundan ayrıldıktan sonra toplam beş yıl (Yunanistan/Gümülcine’de, Kırcali’de ve Çorbacılar köyünde) öğretmenlik yaptı. Genç yaşta totaliter rejimin olumsuz yönlerini açığa vurmaya, eleştirmeye başladı. Onu yıldırmak ve korkutmak için çeşitli çarelere başvuranlara boyun eğmedi. Öğretmenlik yaparken, 1945-46 dönemi Nüvvap öğretmenlerinden Hacı Muharrem, Hacı Ahmet Davutoğlu, gazeteci- yazar Dr. Ahmet Kemal’ile birlikte tutuklanarak, Pleven şehri yakınında Krasno Gradişte`de o yılların korkunç Rositsa temerküz kampına gönderilir…
Hakkında düzenlenen rapor şöyledir:
“Halk iktidarının en büyük düşmanıdır. Sosyalizm rejiminin insan haklarını çiğnediğini, Türk azınlığının ise haklarından mahrum edildiğini söylüyor. Milliyetçi ve Turancı fikirlerini gizlemiyor. Okur-yazar ve eğitimlidir. Eski Türkçe, Arapça ve Bulgarca okuyor ve yazıyor. Türk nüfusu arasında saygınlığa sahiptir. Son derece tehlikelidir”.
Bu şekilde portresi çizilen insan hakları savaşçısı Nuri adalı tahliyesinden hemen sonra komünist rejim tarafından “Belene” temerküz kampına hapsedilir. Belene ölüm kampında (1950-1953) 3 yıl kalır. Burada adada ölen binlerce tutuklunun cesetleri yakınlarına verilmeyip, domuzlara yedirildiğine şahit olanlardan biridir. Anadolu’nun şiirini yazan Cemal Süreya soruyor:
“Sizin hiç babanız öldü mü?/ Benim bir kere öldü,kör oldum” ve “beyaz köpüklü çağlayanlar” diyarı Rodopların unutulmaz şairi Nuri Turgut Adalı soruyor:
“Kelebek gönlüm hiç yaşar mı gülsüz?
Zindanda geçer mi ömür bülbülsüz?
Zindan mavi Tuna’nın bağrına sere serpilmiş Belene adasıdır.
Siz hiç Belene’de oldunuz mu?
Gece yarıları doğanın vahşi sesleriyle elleri kelepçeli,
ayakları bağlı mahkumların kamyon kasetlerinden ah vahlarla itilerek aşağıya yuvarlanmalarını gördünüz mü?
Güneşte,yağmurda çamurda,karda kışta ormanda odun kesip taşıyanlar, yorulanlar ve bitap düşenler vurulurlar. Vurulanlar torbaya konulup Tuna’nın boz ve bulanık dalgalarına bırakılırlar…
Siz hiç, dünyanın cehennemi Belene’de oldunuz mu?
Dün okulunda, sınıfında ilim saçan bir ışık iken,
Türkçe yazdığı şiirlerde Türklük aşkı şahlandığı için
Belene Ölüm kampında, ölümle yüz yüzedir şair.
Kampta her gün ölüm var, mezarlık yok.
Bir mola esnasında oturduğu sandıktan dayanılmaz kokular gelir.
Gardiyana sorar:
-Nedir bu? -Senin gibi bir mahküm. Öldü. Şimdi onu domuzlara vereceğiz, der gardiyan.
Düşüncelere dalar gider şair ve sessiz sessiz dökülür durur dizeler:
Öldürenler gafil, ölenler haklı Düşünen kafalar zindanda saklı Ne feryat duyan var, ne de dinleyen Birkaç değil artık, binler inleyen. Yardımcı olmazsa bizlere Hûda Kalır mı feryattan bir aksiseda Aleve benzeyen bir hevesimle Kaderim yok olmak kendi sesimle. 1960 yılında Türiye Cumhuriyeti Sofya Büyükelçiliği vasıtasıyla dönemin-Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Adnan Menderes’e rapor gönderen Nuri Turgut Adalı Bulgaristan Türklerinin haklarının çiğnendiğini bildirir; Bulgaristan’daki Türk azınlığının içinde bulunduğu olumsuz sosyal şartların komünizm rejiminden kaynaklandığını ifade eder; Türklerin sahip olduğu etnik ve dini hakların kısıtlanmaya başlandığını yazar ve bu kısıtlamaların kısa zamanda asimilasyona dönüşeceğini de uyarır…
Nitekim 27 Mayıs 1960 devriminden sonra ihbar edilir, tutuklanır ve 15 yıla mahküm olup Stara Zagora cezaevine sevkedilir…
Stara Zagora veya önceki adıyla Eski Zağara deyince Bulgaristan Türklerinin çok büyük bir değeri Zağara Müftüsü Hüseyin Raci Efendi gelir akla ve onun o ölümsüz eseri “Tarihçe-i Vak’a-i Zağra. Günümüz diliyle Zağra Müftüsünün Hatıraları ve 93 Harbi, işgale uğramış bir Türk şehri, Müslümanların çoluk çocuk, kadın, ihtiyar, mağlübiyet sonrasın felaketi İstanbul’a doğru o acıklı hicret ve şu dörtlük:
“Aziz-i vakt idik a’dâ zelil kıldı bizi, Esir-i bend-i belâ vü sefil kıldı bizi; Bi-gayri hakkın atıp habse bir nice eyyâm, Mudîk-i ye’s ü sitemde alîl kıldı bizi.”
Bu dörtlüğün günümüz Türkçesinde karşılığı: “Biz Türkler zamanın, çağın, dönemin saygın efendileri idik. Düşmanlar bizi aşağıladı, rezil ve perişan ettiler. Dert ve belâ bağıyla esir edip, bizi sefil kıldılar. Günlerce haksız yere hapse atarak zulüm, eziyet, ümitsizlik içinde bizi hasta ettiler”.
İşte o 93 Harbi’nden yüz yıl sonra, yine aynı topraklarda aynı insanların torunları dünyasında sadece ve sadece insanca yaşam ve benliğini, kimliğini koruma mücadelesinde bulunan Türklerin acı bahtını dile getiren şair Nuri Tugut Adalı, davası görüldüğü o mahkeme nezdinde,yazdıklarının doğruluğunda şüphe olmadığını itiraf edecek. Bir “velilik”, “delilik” mertebesinde “BU MU BENİM SUÇUM?” diye sorar ve şiirlerinde de aynı konular…
Hak, hukuk, özgürlük, insanca bir yaşam ve şiiri.
DELİ Dokunma diyorlar, suya sabuna.
Bakma etrafına, gir sen kabına.
Başkaları için ağlayan gözler,
Her yerde tüm hakkı savunan sözler,
Yıldırım kesilir üstüne döner.
Bu zulmette bakma olmaya fener!
Fırtınalar kopar hep söndürürler,
Hakkı haykıranı her an döğerler.
Az mı dayak yedik bu yüzden gafil?
Bir ömür boyu hep sen kaldın cahil!
Aç gözünü artık yeter bu uyku,
Ara şu felekte sakin bir kuytu!
Gizlice orada ör çorabını.
Yeter artık kapat şu HAK babını!
O yoldan gidenler hep harap oldu.
Yaz bile gelmeden gülleri soldu.
Nasibini al sen cennet dünyadan,
Yeter bahsetme şu bomboş hülyadan.
Hayaller, emeller hem çoktan öldü,
Senden evvel kabre onlar gömüldü!
Aldandın, aldattın sen etrafını,
Kederle doldurdun her tarafını.
Yakınlara miras kaldı kederler,
Hakkı savunana “bir deli” derler
Ko deli kalayım değilim pişman,
Bence delilerde kalmıştır iman.
Ne kadar istesem olamam VELİ,
Vahşi kalmaktan olayım deli…
Ve “Biz, delilerin çılgınlığına şarkılar söylüyoruz diyor”
Rus yazarı Maksim Gorki… 1961 yılında girdiği Stara Zagora ceza evinden 1973 yılında çıkıyor. 1982’lerde başlayan aktif asimilasyon kampanyasına karşı defterine yazdığı şiirler bahane edilerek tekrar tutuklanarak Belene ölüm kampına ve daha sonra Vidin bölgesi Skomle köyüne sürgün edilir.
Onu sürgüne götüren, devlet aleyhinde eylem olarak nitelendirilen KÖYÜM adlı şiir:
KÖYÜM
Güllerin ve gülen yüzün bir yana
Kırlarda eşek dikenlerini özledim
Evladımın gülüşü, şen türküsü bir yana
ağlamasını da özledim
Bir kıyısından geçen çayı değişmem
Cennet ırmağı ile …
Gönlümün sesi mümkün olsa da gelse dile
Seni soruyorum güneyden esen her rüzgara;
hasret kaldım tırmandığım yamaçlara…
Gümüş sularında yıkandığım dereler hep öyle çağlayarak akar mı ?
Suların aynasında sevgilim ağlayarak ay’a, yıldızlara bakar mı ?
O mehtaplı geceler gönlümün cennetiydi.
Baharın getirdiği çiçekler o cennetin ziynetiydi..
Tatlı tatlı meleyen kuzular, gül yanaklı kızlar neşe saçar mı köyüm ?
Senin kucağındaydı gerdeğim, düğünüm! …
Doyamadım ne sevgilime, ne sana,
ömrüm geçti zindanlarda Köyüme,
sevgilime yana yana…
Ziyanı yok, ko ben menfalarda çürüyeyim
Yeter ki bir gün seni AZAD göreyim…
İsim değiştirme kampanyası sırasında ceza-evinde bulunur. Adını karşı koymadan değiştirir, çünkü bu eylemin arkasında Sovyetler Birliği’nin durduğuna inanıyor ve mukavemetin anlamsız olduğunu biliyor. Ancak karşı gelmemesinin bir başka, daha önemli bir nedeni var. Asimilasyon politikasının buraya kadar geleceğini yıllar öncesinden bildiği gibi, çok sürmeden isimlerin tekrar geri verileceğini de biliyordu. Zira Türk isimli olup rejimi destekledikleri için Bulgar olan, Bulgar gibi düşünen Türklerin de isim değiştirme eyleminden sonra Bulgar adlarıyla ancak Türk gibi yaşayacağını ve Türk kalacağını biliyordu. Bu üç yılın sonunda, 7 Mart 1985’te tahliyesi yapılmayıp, göz hapsinde tutulur.
Buna rağmen iki ay sonra (7 Mayıs 1985) tekrar tutuklanıp Belene temerküz kampına gönderilir. Üç aylık dayanaksız bir tutuklamadan sonra, göstermelik bir tahliye yapılıp, Vidin’in Skomple köyüne sürgün edilir. Ömrünün 24 yılını Stara Zagora Hapishanesi, Belene Ölüm Kampı ve Montana ilinin Skomle Köyü’nde sürgünde geçirdi. Ayrılığa dayanamayan eşi Nesibe Hanım’ın, Babası Turgut Bey’in ve Annesi Esma Hanım’ın Tanrı’nın rahmetine kavuştuklarını bile göremedi.
Her anı sevdiklerinin özlemiyle geçen 24 yıl onu yıldıramadı. Çünkü bilinen doğum ölüm gerçeğinden öte kutsiyet arz eden değerler vardı hayatında ve davasında. “Vatan gayur insanların omuzları üstünde yükselir”, diyor Tevfik Fikret….
Evet çilekeşlerin omuzlarında yükselir vatan ve o doğduğu topraklarda, vatanı bildiği Bulgaristan’ı,mutlu ve kutlu bir yaşamın beşiği olmasını istiyordu. Bu zorlu yıllarda şiirler yazarak yüreğindeki acıyı, hasreti hafifletmeye çalışıyordu ve şair Nuri Turgut Adalı da yurdumuz Bulgaristan’da ırkçı, faşist, totaliter, komünist rejimin çökeceğinin bir habercisiydi Zindanda adlı şiiriyle.
ZİNDANDA (1969. Eski Zağra Cezaevi)
Pek nahoş çehreler çevremi sardı,
Söndü bak ışığım, ufkum karardı!
Kelebek gönlüm hiç yaşar mı gülsüz?
Zindanda geçer mi ömür bülbülsüz?
Münferit bir mezar biçimi oda,
Tad kalmadı aşda, ekmekte, suda.
Zehirli bir oktur o kem bakışlar-
Nasıl geçer burda yazlar ve kışlar?
Bahar çiçekleri uçtu gözümden,
Anlayan yok gibi sanki sözümden!
Gömüldüm pek kara düşüncelere,
Alışmak gerektir işkencelere!..
Hele bir gün yurtta olacak sabah,
Benim de gönlümde dinecek bu ah!…
Yapılan araştırmalara göre, Dünya Af Örgütü Nuri Turgut Adalı’yı Güney Afrikalı Nelson Mandela’dan sonra,dünyada ÖZGÜRLÜK uğruna en çok hapis yatan savaşçı olarak ilan etti. Ömrünün 24 yılını ceza evleri ve sürgünlerde, işkenceler altında geçirerek Bulgaristan’da ceza evlerinde en uzun süre kalan kişi olarak tarihe geçmiş Nuri Turgut Adalı’nın davası Güney Afrika’daki zenci lider Nelson Mandela’nın davasına çok benziyor. Mandela hürriyetine kavuştuğu günlerde dünya basınının manşetlerinden düşmemişti. Ne yazık, yazıktır ki, bir Müslüman Türk olan Nuri Adalı, Türklük uğruna, imanı uğruna ömrünü zindanlarda çürütmesine rağmen, basında bugüne kadar onunla ilgili çok fazla bilgi yer ve insan istemiyerekten şair Muhsin İlyas Subaşı’nın dizelerinde duraklayıp düşünceye dalıyor: “Sevgiye peşrev yoktur Hoşgörüyü terkettik Gerek yok sınır ötesi düşmanlara Biz bize yettik”
Evet bizler,Bulgaristan Türkleri bugün birbirlerimizi insafsızca eleştirmelerden, gafilce bölünmelerden kurtulamazsak birer Türklük yurdu olan ve o “beyaz köpüklü çağlayanlar”diyarı Rodoplar’da,yeşili deli deli Deliorman’da,altın Dobruca’da,şirin Tuna boylarında dolaşmakta ne hacet? Ayrılıkta azap, birlikte rahmet var olduğunu kimler bilmiyor? Nuri Turgut Adalı ceza evi, ölüm kampı ve sürgün üçgeninde geçirdiği bunca yıllardan dan sonra, Bulgar basının “golyamata eksurziya”– büyük gezi dediği,zoraki göçle 10 Haziran 1989’da elinde iki bavulla Ana-vatan Türkiye’ye yerleşti.BAL-GÖÇ Bursa’da bir süre maaşlı olarak görev yaptı. Daha sonra kendisine gazi maaşı bağlandı ve ömrünün son yıllarını dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in hediye ettiği Bursa-Görükle’deki dairesinde geçirmekteydi. İkinci eşini kaybeden Adalı kış aylarını Görükle’de, yaz aylarını da Bulgaristan’ının Mestanlı kasabasında, yerel Mestanlı Meclisin ilk oturumunda şehrin “Fahri Vatandaşı” ilan edildi ve yine belediye meclisi tarafından kendisine tahsis edilen dairede geçirmekteydi. 2004 yılının 5 Ağustos günü geçirdiği kalp krizi sonucu aramızdan ayrılan Bulgaristan Türkleri’nin meşalesi Nuri Turgut Adalı, vasiyeti üzerine yakınlarının bulunduğu doğum yeri Adaköy Mezarlığına defnedildi.Evet,Bulgaristan Türkleri’nin meşalesi söndü..Bulgaristan Türkleri’nin milli ve manevi yolunu aydınlatan, komünist sistemin söndüremediği bir meşale olarak görülen Nuri Turgut Adalı 82 yaşında Bulgaristan’ının Mestanlı kasabasında ani bir ölümle hayata veda etti. Onun hayatını şair Ömer Osman Erendoruk bir şiirinin aşağıdaki dörtlüğünde şöyle tasvir etmişti: “Mısralara sığar mı bir ömür boyu zulüm, Bu nasıl ölçülürdü neyle kıyaslanırdı? Anahtar deliğinden kaç kez sırıttı ölüm, Elinde demir âsâ olsaydı paslanırdı.” . İyi ve kötü günlerinde şiir denemeleri yapan Adalı, şiirlerinde doğduğu yöreyi, Türk bilincini dile getirmekte.Çünkü : “Şiir bir direniştir,bir başkaldırıdır.Hayatı derinlğine kavrama ve inadına yaşayıştır.Belki de sıkı bir faşizmi olan bir Cumhuriyettir şiir.Ya da çiçeklerin buluştuğu kanlı bir şölen.İktidara karşı bir duruş.Siir iktidardan çok muhalefet.(H.A.)” Eski Zağra Ceza Evi’nde kaleme aldığı “Gönül İster Ki…” şiirin bir dörtlüğünde eğer bir gün ecelinden ölürse, yakınlarına şöyle vasiyette bulunuyor: “Ben göçerken bu felekten siz dökmeyin göz yaşı Seve seve koyun kabre gün görmeyen bu nâşı… Belki kabrim de bulunmaz bu vahşet ülkesinde! Gönül ister kabrim olsun bir ağaç gölgesinde! ” Evet, Nuri Ağabey, senin vasiyetin yerine getirildi. Sen ki orada doğduğun ve çok az mutlu olabildiğin Adaköy’ün mezarlığındaki ağaçların gölgesinde,komüstlerin zulmünden uzak, ananın, babanın ve çok sevdiğin iki eşinin yanındasın. Artık gardiyanların nefret dolu emirlerini hiç duymayacaksın, tekrar tutuklanma tehlikesi de yok bir daha… Skomle’ye sürgün edilmeyeceksin hiç… O korkulu rüyalarını da görmezsin her halde…
Cennet mekânın olsun! Sevenlerin seni asla unutmayacaktır inşallah! UNUTMAYACAK ‘ tır, UNUTMAYACAK ‘lar AMMA, şu “ammalar” bir olmasa, olmasa. Yıllardır rahmetli gazi Nuri Turgut Adalı’nın mezarını ölüm yıl döneminde ziyaret etmeler, mezarının başında nutuklar atılıp, o nutuklarda, Bulgaristan Türklerine sahip çıkıldığı söylenmekte. Söylenmekte amma Bulgaristan gerçekleri başka sularda. Fakirlik,işsizlik, yoksulluktan öte, Türk çocukları anadilini okullarda zorunlu BİR DERS olarak okuyamamakta… Dolaysıyla genç kuşak anadilini yarım yamalak konuşmakta. Türk ve Müslüman çocukları din dersleri alamamakta. Bulgaristan’da dinsiz bir gençlik yetişmekte. Ana dilde görsel medya yok, yazılı medya var denecek kadar az. Bulgaristan Türkleri parlamentoda temsil edilseler de seçme ve seçilme hariç, başka bir hak kazanamadılar. Var olan azınlık statüsünü bile kaybettiler. Rahmetli gazi Nuri Turgut Adalı’nın cezaevinde yazdığı şiirlerinden:
Zalime uymadım Hırsız olup soymadım Hile ile kenara Üç-beş leva koymadım. Naçar dahi sayılmam Entarim olmasın ipek Kurt olarak aç gezmişim
Olmamışım asla köpek Şiirinin sadece şu iki kıtası bir totaliter rejimin ağır şartlar altında verilen mücadelenin, bugün demokrasi ortamında her şeyin düze çıktığı meydanda, ne biçim yozlaştığını anlamakta zorluk hiç de çekilmiyor ve bugün Bulgaristan’da o güzelim devlet okullarında masum Türk çocuklarının ana dilini okuma hakları çalınmakta. Anadillleri Türkçe ile birlikte gelecekleri çalınmakta…
Şair Nuri Turgut Adalı 82 yıllık ömründe çocuklarımızın geleceğinin çalınmaması için çırpındı, savaştı, öldü.
Ruhu şad,mekanı cennet olsun…
Işıklar içinde kal yüce savaşçı.