Komünizmin Aklanamayan Suçları
Dr. Nedim BİRİNCİ
25 Nisan 2020
Özü ve Şekli Çarpık Komünizmin Aklanamayan Suçları
Büyük işlerin, uzun vadeli stratejileri, kadro eğitim ve hazırlık aşamaları, şiddeti sürekli yoğunlaşan propaganda kampanyaları, mali kaynakları, kamuoyu oluşturma süreci, uyuşturma, şoklama, aforoz etme ve ardından uyuşturma ve avutma devreleri olur. Bu strateji operasyonların 50 ile 70-80 yıl arasında gerçekleştirme süreleri bilinir. Genelde bir stratejik operasyon, ortalama 25 yıldan, 3 kuşağı kapsar.
1917’de Rusya’da gerçekleştirilen Ekim Devriminden hemen sonra Sovyet yönetimi Balkanlarla ve özellikle Bulgaristan’la ilgili özel bir stratejik plan açıklamamıştır. Bu yöndeki çalışmalar Üçüncü Komünist Enternasyonal’in 1919’da Moskova’da (Komintern) kurulmasıyla yoğunlaştı.
Bulgaristan’da 1923 Eylül komünist ayaklanmasından sonra, Bulgaristan Sosyal Demokrat İşçi Partisi liderleri Moskova’ya geçmiştir. 1924 yılında V.İ. Lenin’in ölür. Yönetime geçen Y.V. Stalin 1927’de Bulgar komünistlerinden, Makedon asıllı Georgi Dimitrov’a bir yönerge (direktif) gönderir. Bulgaristan’ın yok edilmesini ve yerine şu 3 milletin oluşturulmasını emreder. Belge, Komintern arşivinde korunmuştur. Oluşturulacak milletler şunlardır:
- Makedon Milleti;
- Pomak milleti ve
- Dobruca milleti.
Belgede Bulgaristan Türklerinden, Ulahlardan, Çerkez, Tatar ve Gagavuzlardan söz edilmezken, Bulgarlar’ın da adı geçmez. Stalin, Bulgarlar ile Türkleri bir millet olarak görmüş ve “yok edilmelerini” göze almıştır.
1945’te Bulgaristan’daki Makedonlara Makedon pasaportu verilmesi ve Makedon kimliklerinin tanınması, 1972-73’te Pomakların, 1984-89’da Türklerin başına gelenlerin hep bu strateji ile bağlantılı olduğunu düşünüyorum.
Onun, 1927’de G. Dimitrov’a gönderdiği direktif bir stratejik çizelge olarak kabul edildiğinde Todor Jivkov tarafından 60-70 yıl sonra (1984-1989) şiddetle gerçekleştirildiğini görürüz.
1950 yılında Stalin’in çok kısa bir zaman içinde 250 bin Türkü Bulgaristan’dan göçe zorlama direktifi de aynı stratejik planın bir aşaması olarak değerlendirilebilir. (Bu konuda SSCB ile T.C. arasında İkinci Dünya Savaşı arasında Boğazlarla ilgili beliren uzlaşmazlıkları bu konuda belirleyici olarak ele almıyorum.)
Azınlıklar konusunda kendisini tüm uzman ve akademisyenlerin üstadı durumuna koyan Stalin, Milli Sorun konusunda tezler ve eserler yazmıştır. Sovyet devletinin ayakta durmasının anahtarının azınlıklar ve milletler politikası olduğu görebilmiştir. O, Sovyet toplumunu azınlıklar ve milletler konusundaki kabul etmeye değişik biçimde sürekli zorlamıştır. Buna rağmen, İkinci Dünya Savaşında Moskova’yı koruyan birliklerin Tatar ve Kazak olması; Kırım Savaşı kahramanlarının yerli Tatar ve Müslüman azınlıklardan olması; Berlin’de Reistag’a Zafer Bayrağını diken erin bir Kırgız olması ve başka sayısız örnekler kendiliğinden konuşan ve tarihe etkide bulunan gerçeklerdir.
Müslüman Sovyet cumhuriyetlerinden savaşta şehit ve kahramanların sayıca Ruslardan fazla olması yepyeni değer yargıları oluşturmuştur. Bu dengenin bozulması 25 Aralık 1991’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin (SSCB) dağılmasına, Orta Asya ve Kafkaslarda bağımsız Cumhuriyetler kurulmasına, hatta 3 Baltık Sovyet Cumhuriyeti’nin bağımsız ve egemen devletler olarak Avrupa Birliği’ne katılmasına, Doğu ve Güney Doğu Avrupa devletlerinin bütünüyle NATO ve AB üyeliğini seçmesine neden olmuştur. Ruslar da, Rusya Federasyonunda yeniden örgütlenmişlerdir.
Ne var ki, Bulgaristan’da monarşi faşist dönemde başlayan milli azınlıkları eritme ve asimile etme politikasının totalitarizm yıllarında devamına aşamalı bir şekilde dönüldüğünü de izledik.
Çarlık döneminde (1878-1944) önce Osmanlı kalıtı olarak tanımlanan Türk alt yapı ve maddi eserlerinin tümünün yok edilmesi ve manevi alan tesislerinden cami, okul ve medreseler yıkılarak, öğretmen ve hocalar da kovuşturularak arasız göçe zorlandılar. Tuna’dan güneye adım adım topyekûn arıtma politikası uygulanmıştır. Halen bu süreç Koca balkanın Güney eteklerindedir.
Dikkat çekilmesi gereken noktalardan biri ise şuydu. 142 yıldan beri devam eden, adına daha anlaşılır bir dille Osmanlısızlaştırma, Türksüzleştirme ve azınlıksızlaştıra diyebileceğimiz bu devlet siyasetinin aşamalı uygulanmasında şöyle bir özellik çok önemli yer almıştır. 1984 Aralığının son günlerinde başlayan Türk ahalisine uygulanan isim ve kimlik değiştirme zorbalığı esnasında sözüm ona “gönüllü imzalatılan Bulgarca form olarak önceden hazırlanmış evraklardan birinde açık olarak kendini belli etti. “Benim ve ailemin Türkiye Cumhuriyeti’nde yakınım olmadığını deklare ediyorum!” yazıyordu zorla imzalatılan evraklardan biri olan bu kâğıtta…
Türkiye’de yakınları olduğu ve Türkiye Cumhuriyetinin Bulgaristan’da yaşayan Türkler ve tüm Müslümanların ana-vatanı olduğu bilinciyle yaşamaya devam etmesi isim ve kimlik değiştirme, dil yasaklama, cami kapatma, okul ve mescit yıkma şeklinde bir devlet politikası olarak izlenen zulmün belini kıracak nitelikteydi. 1925’ten beri Bulgaristan ile Türkiye arasında Bulgaristan Türkleri konusunda yeni bir antlaşma imzalanmamış olması durumu etkilemiyor, milli kimlik duyarlılıkları olağanüstü güçlü olan Türkler, her zaman dev bir bomba gibi patlayıp politikacıların planlarını çöpe attıracak nitelikte olmuştur.
Türkiye’de 12 Eylül 1980 askeri darbesi ve K.Evren ile T.Jivkov görüşmelerinde Bulgaristan Türklerinin kaderi “eti senin, kemiği benim” formülüne bağlanması, “patlamaya hazır bir volkan” duyumunu daha da güçlendirmişti.
Aslında bu tutarsız ve çarpık siyaset, hele 1970’ten sonraki ülkedeki yobazlaşmış-lığın tehlikeli nitelik kazanmış olduğuna kanıttır.
Daha sonra “soya dönüş” adı verilecek olan bu yok edici devlet politikası, silahlı saldırı şeklinde başladığı 29 Aralık 1984 tarihinden 7 gün sonra 120 bin Türkün ismi dipçik altında değiştirilince Sofya’da İç İşleri Bakanlığı (MVR) yönetimi Kırca Ali İç İşleri Bakanlığı (VMR) şefi Kadirev’i dinledi. Gizli toplantıda, İç İşleri Bakanı, bakanlık yönetim kadrosundan albay ve generaller ile Bulgaristan istihbarat kurumlarında görevli Sovyetler Birliği Dış İstihbarat Komitesi (KGB) subayları hazır bulundular.
Albay Atanas Kadirev Bulgaristan tarihindeki yüz karası dönemi şöyle öyküledi:
“Geçmişte zorla Müslümanlaştırılan Bulgaristan vatandaşı soylarının milli şuurunu uyandırıp onları yurtseverlik ruhunda eğitmek amacıyla 27 Temmuz 1970 tarihli BKP MK Sekreterliğinin kararlarını gerçekleştirirken Kırca Ali il nüfusunun etnik kökleri araştırdık. Yoğun ve ısrarlı teorik ve pratik çalıştık. Doğu Rodop ahalisinden yüzlerce-binlerce ailenin Bulgar kökenli olduğuna bol kanıt topladık.” (31.12.2014 – v-k “24 Çasa”.
İş İşleri bakanlığını ne işlerle meşgul olduğuna bak sen!?
Albay Kadirev şöyle devam etmişti:
“Bu amaçla olmak üzere, yerli ahalinin isimlerinin yürürlükte olan yasal normlara uygun duruma getirmek; BKP İl Komitesinin 1982 kararına uyularak; vatandaşların hepsinin pasaportlarını değiştirme planına da uyarak; soy köklerinin Bulgar olduğu kesin kanıtlanan Türk nüfusun Arap isimlerinin değiştirilmesi gibi bir politik süreci başlatmış bulunuyoruz.”
Kadirev, olayın politik olduğunu ve zor kullanarak yapılacağını itiraf ediyor, “asimile etme, Bulgarlaştırma ve kimliksizleştirme “gibi kavramlar kullanmıyor. Bu zorbalığın Moskova emirlerine göre yapıldığını ise, susarak geçiştiriyor.
O zamanki ağır kış ortamında, Bulgaristan’ın Güney Doğu Rodop köy ve kasabalarında sadece 7 günde nüfusun % 50’sinin, (120 000 Türk) isimlerini değiştirildiğini rapor ederken Albay Kadirev, Doğu Рodop ahalisinin ayaklandığını, asker, sınır askerleri, iç askerler, polis ve jandarmayla kıyasıya çatıştığını, ölü ve yaralıların sayısını, oluk gibi kan aktığını söylemedi. Bu sürecin geri dönüşümü olmadığına parmak basarken, Sofya’ya 1000, Plovdiv’e 1000 ve Şumen’e 500 olmak üzere hemen ek askeri güç ve baret ekipleri üslendirilmesinde ısrar etti. BKP ve Bulgar devleti kolluk güçlerin hepsiyle şiddet uygulayarak “yekvücut Bulgar milleti” oluşturulmaya çalıştı. Çok kısa bir dönemde 860 bin Türkün ismi değiştirilmişti.
Devlet terörüyle isim değiştirme zulmünün 21. günü toplanan BKP MK Politik Bürosu 310 bin Türkün isminin değiştirildiğini açıklarken, sözde “soya dönüş” kavramını ilk kez kullandı.
İsim değiştirilen yerlerde Türkçe konuşma yasağı, Türkçe kitap okuma yasağı, Türk müziği dinleme yasağı, camiye gitme ve İslam geleneklerine göre evlenme, sünnet olma, kurban bayramı, Ramazan ve Şeker Bayramı, bayanların geleneksel Türk giysileri taşıması yasağı kondu. Durum birden bire olağanüstü gerginleşti. Hemen ardından BKP MK isimleri değiştirilenler arasında ideolojik çalışmalara ve Türk beyinlere Bulgar kimliği akıtma işine ağırlık verdi. Önce İslam’ın Türk nüfus üzerindeki dini etkisini azaltmak ve söndürmek için imamlarla çalışmalar başladı, mezarlıkların birleştirilmesine geçildi, imamlar halalık istemez, Fatiha okumaz oldu, mevlitlere 3 kişiden fazla almadılar, sünnetçiler toplanıp sürüldü, cezalar büyüdü, cami yıkımı kampanyası başladı, geleneklerimize son saldırı darbeleri vuruyordu. Radyo ve TV gece gündüz “Türklerin Bulgar köklerinden” dem vurdu. Komünist propaganda Bulgaristan Türk kültürü üzerine son saldırıya girişmişti. Sofya Radyosu Türkçe yayınlarını kesti. Ülkeyi matem havası sarmıştı.
Bulgaristan Türkleri zorla dayatılan Bulgar isimlerini asla kabul etmediler. Kurban vererek dayandılar, ezildikçe güç topladılar, Türk kimliği ve bilinci kendiliğinden kudret topluyordu.
Bulgaristan Türkleri Bulgar isimlerini asla kullanmadılar. Aralarında ve toplu halde bulundukları yerlerde – işte, düğünde, gecede, imecelerde – hep Türkçe konuştular. Bayramlarını kutladılar ve geleneklerinden asla vaz geçmediler. 1984‘ün 29 Aralık günü başlayan iç savaş asla dinmedi, alevlendikçe alevlendi. Köy meydanlarında tabut yaktılar. Okul ve camilere Türk bayrağı dikildi. Köy köy gizli mücadele örgütleri kuruldu. Muhtarlık ve belediye arşivlerine saldırıldı, isim değiştirme kayıtları yakıldı. İnsan hakları örgütleri kurdular. Avrupa radyoları Bulgaristan Türkleri davasına sahip çıktı.
Gerginliğin alabildiğine şiddetlenmesiyle Türkiye, Bulgaristan Türkeri’ne zulme kayıtsız kalmadı. Olay ikili ilişkiler düzeyinden çıktı. Birleşmiş Milletlere, İnsan Hakları Örgütlerine, ÜNESKO, NATO başka birçok uluslararası foruma taşındı. Soy kırım gündeme geldi. Propaganda savaşı yaşandı. Kürt problemi, Ermeni soykırımı ve benzer saçmalıklar ardına gizlenmeye çalışan Bulgar diplomasisi dilini yuttu. Türk ve İslam dünyası bizden yana başkaldırdı.
1989’un Mayıs ayında, İnsan hakları ve insanların sınırlardan serbestçe geçebilmesi sorunlarınia görüşen, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği konferansı Paris’te toplandı. Bulgar Dış İşleri bakanı, konferansta 10 Mayıs 1989 günü Bulgar meclisinin pasaport rejiminde değişiklik, Bulgar vatandaşlığı ve Ceza Kanunu yasalarında değişikler onayladığını açıkladı. Haberi duyan Bulgaristan Türkleri ayaklandı. Yasaların hemen yürürlüğe girmesinde direndi. Hapishane ve toplama kampı kapılarının hemen açılmasını, Todor Jivkov’un görevlerinden çekilmesini ve hak ve özgürlüklerimizi, demokrasiye, adalet düzenine geçilmesini istedi ve başarılı olduk. 1989 Mayıs Ayaklanmasıyla istenen oldu. Pasaport alıp sel gibi ülkeden çıktılar. Sofya, Stara Zagora ve Pazarcık hapishanelerinden çıkan 1 450 mahkûm, tutuk evlerinden ve sürgünden boşanan 15 000 bin Türk, “Belene” ölüm kampından geçen 5 binden fazla Müslüman göç selinin omurgasını oluşturdu.
Sonuç,
Bulgaristan Türkleri zulümle, isimleri değiştirilerek, maddi ve manevi hayatlarında neleri varsa her şeyleri ellerinden alınıp Bulgar kılıfına sokularak yok edilme zulmüne direnerek dayandılar. Bu klasikten öte bir soykırım denemesiydi. İnsanlığa karşı işlenmiş büyük bir suçtu.
BKP ve emrindeki gizli polis “DS” tarafından Moskova emirleriyle işlenmiş cinayetler zinciri yaşandı. Çifte köleliğimize, ırgat gibi kullanılmamıza başkaldırdık. Kavgamız siyasi idi ve Bulgaristan tarihinde büyük bir kırılma oldu. Bulgar halkı dünya önünde rezil oldu. “Yok” ilan edilen Türkler, yoktan dirildiler ve bugün de Bulgaristan’da yaşamaya devam ediyor. Türk nüfusu azaltmak için “DS” terör örgütleri kurdu ve sabotajlar düzenledi. Bunlar Bulgarları Türklere karşı kışkırtmak için düzenlenmişti. Hedeflerinde Türkleri Bulgaristan’dan kovmak vardı. Türkleri dize getiremeyecekleri biliyorlardı. Bu uygulamaya günümüzün başbakanı Boyko Borisov ve birçok başka devlet görevlisinin katılmış olması, zulmün devam ettiğine kesin kanıttır. Bu işte kullandıkları “kukla” (A.D.’den) utanıyorum…
Konumuza devam edeceğiz.
Korona virüs yasaklarına hepimiz uyalım.
Paylaşınız.