Kaç Kere Dibe Vurduk?

Ekonomik çöküş:
Tarih:  03 Eylül 2019
Yazan:  İbrahim SOYTÜRK
Konu:  Seri bunalımlar yeni bunalımlar doğuruyor.                             

Bulgarlara sorsanız başlarına gelen kötülükler hep Türklerden bilirler. Gerçeğin dili olsa da konuşsa! Onları bulan iyiliklerin çoğu Türklerden gelmiştir. Millet olarak ise, bizden başka sözleri geçen başka birilerini gösteremezler.

Bulgaristan bir defa 1944’ten beri sürekli dalgalı bunalımlar, çöküş ve çıkışlar yaşadı. Rüzgarlı havada kayık gibi inip çıktık.  

Osmanlıdan ayrıldıktan sonra ilk toslamaları yaşarken Padişah kanadı altına yeniden imparatorluğa katılmak isteyişleri unutulamaz. 2 defa pes eden ve istikamet şaşırınca 16 Cumhuriyet olarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğine katılmak isteyince alay konusu olmuştu.

2004’te Türkiye BMM özel kararıyla sağlanan garantörlükle NATO’ya ve ardından 2007’de Avrupa Birliği’ne katılmamız da dalgalı durumu sakinleşmemiştir. Şu an bir fırsat olsa Amerika’ya bağlanmaya hazırız. Önemli olan bu işlerde bir kelepir olması…

Bazı yazarların yazdığına ve okurken kimi okurların da anlamakta zorluk çektiğine göre, yaşanan bunalımlarla ilgili söylenecek sözler çok. Son eşelemelerden ilginç olaylar çıktı:

Buradaki karışıklık, Bulgar koşullarında, devamlı olarak sebep sonuç mantığının karıştırılması temelinde, Bulgarların her zaman sonucu öne çekip sebep yerine koyarak işlerin karışması sebeplerini ters anlattıkları bilinir. Bu, olayları ters anlatıp kendilerini her zaman haklı çıkarma örneklerini  “isim değiştirme” zulmünde,  din yasaklarında, ekonomik çöküşte, 360 bin Türkün sınır dışı edilmesinde görmüştük. İsimlerimizi kendi isteğimizle değiştirdiğimiz küstahlığına giderken, göçe zorlanmadığımız iddia etmişlerdi. Bu işlerde pek bir değişiklik de yaşandı diyemeyiz. Yalanlar kendilerine yol yaptılar tıpış tıpış yürümeye alıştılar. Gerçekler de tırmanma gayretiyle yol alıyorlar.

Bulgaristan’ın “içine düştüğü ve kokusuna alıştığı bataklıktan” çıkamaması ve başka bir değişle “bunalım çıkmazının dibinden kendini çekip koparamaması”  son zamanda 360 bin Türkün işini gücünü, evini barkını bırakıp “çekip gitmesiyle” izah edilmeye çalışılıyor.  Sanki Türkler 1989’da topluca gitmeselerdi, “gölet bataklık olmayacaktı” diyenler çoğalıyor. Kimse “biz onları kovduk”, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Politik Bürosu’nun 300 bin Türkü kovma kararı vardı, demiyor. Savcılık “vatandaşı vatanından kovma kararı” anayasaya aykırıdır, kanununa göre suçtur, dese bile köy köy gezip kapılara “Kalaşnıklerle” dayanılmış tespiti yapmadı.  24 saate çekip gidin dedikleri,  Todor Jivkov’ TV’ye çıkıp Cumhurbaşkanı Özal’dan “Kapıkule sınır Kapısını açmasını istediği, bunların hepsi unutuldu gitti. Ama unutamadıkları bir ayaklanma var, Traklar’ın Roman İmparatorunu devirmek için isyan etmeleri. Anımsadıkça titreyişi bir görsen…

Kendileri adına “Soya Dönüş Süreci” dedikleri aşırı zulüm uyguladıkları yılların katillerinden,  suçlulardan hiç birinin kılına dokunulmadığı gibi, şu dönem bakıyorum bu işler “devletimize kaça patladı” acaba hesaplarının yapıldığına şahit oluyoruz. 1984-1989 yılları arasında Bulgar devleti tamamen dibe vurdu. Besbelli bizi suçlu çıkarıp çöküş tazminatı isteyecekler, akıllarından geçen bu… Türk kapısı hayır kapısı!

Uydurdukları “soya dönüş” süreci ekonomisinin 760 sayfalık kitabını yazan, sosyalist kafa Rumen Avramov’un düşünce tarzına bir bakalım: Cevabı aranan soru şu: BULGARİSTAN TÜRKLERİNİ ASİMİLE ETME ŞİDDETİ VE SALDIRILARI BULGAR DEVLETİNE KAÇA MAAL OLMUŞTUR. Bu muhasebe 1913’ten 1989’a kadar uzansa da, onlar yalnızca 1984-1089 yıllarına ait 40 dosya açmışlar. Derinleşseler XX. Yüzyıl Bulgar devlet arşivinde başka bir şey olmadığını hemen görecekler.

Her şeyi planlı yaptıklarını iddia eden ama kafaları plana kesmeyen Bulgarlar, bir de Türkler siz Bulgaristan’ın ayağa kalkamayacağını, dirilemeyeceğini,  asla toparlanamayacağını düşünemediler. O zaman T. Jivkov’a akıl verenlerin yazdığı raporlarda şöyle cümleler vardı: 860 bin Türkün ismini değiştirdik, 360 binini söküp Türkiye’ye göçe zorlasak, 500 bin kişi kalacaklar. Yunanistan’da da 500 bin Makedon ve 500 bin Arnavut var ama sesleri çıkmıyor. Bizimkiler de susar ve bu iş kapanır. Bulgar ekonomi motorunun stop edeceğini ve bir da asla “çıt” demeyeceğini rapor eden olmamıştı. Olaya para yönünden bakanlar sussalar da şöyle bir olay yaşanmıştı:

Bu olayın bölüm başlığı BANKA ÇÖKÜŞÜDÜR.

Sosyalizm yıllarında ülkede halka açık işlem gören “DSK”  adlı tek banka vardı. Türklerin tütünden, hayvancılıktan ve madencilikten tasarrufları da orada toplanmıştı. “DSK” mevduatının % 33’ü Türklerindi.  1989 Mayısında İç İşleri Bakanlığına Türkleri kovun emri verilince, gitmeye kararlı Türkler “DSK” kapısına yığıldı. İlk gün 90 milyon leva çekilmişti. Bu DSK sıcak para toplamının % 8.2’sine eşitti ki, 3 gün sonra DSK kapısına dikilen üniformalı milis ve sivil polisler para çekme sürecini engellemeye başlamışlardı. Bu çöküşten Türkler suçlu gösterilmeye çalışıldı.

Devlet mali olarak çöküyordu. Bulgaristan’da darphane olmadığından Moskova’ya teleks gönderildi. Şok yaşandığı duyuruldu.

1989 göçü Bulgaristan Türkleri tarihinde çok önemli bir olaydır. Yaraları kapanmadı

İlk haftanın banka bilançosunda 600 milyon leva açık belirdi. Mali çöküş önü alınamayan bir süreç olarak derinleşiyordu. Moskova’daki darphaneden hemen 1 milyar 260 milyon leva karşılıksız para istendi. Bu parayla çöküşün 2 hafta durdurulması ve daha büyük bir uluslar arası sorun olmasının önlenmesi amaçlanmıştı. Aslında Moskova’ya gönderilen dilekçeler ikiydi. Birisinde istenen paranın hemen uçakla gönderilmesi, ikincisinde ise karşılıksız bir yekûn istenmişti.

Ani olaylar  öyle gelişmelere işaret ediyordu ki, sanki Müslümanların Bulgar DSK’sındaki tasarrufları peşinen “köy baskınları ve isim değiştirme”, “terör uygulama”,  “tutuklama, kamplara gönderme, sürgünleri gözetleme, prim dağıtma, katilleri ödüllendirme, ajanları yemleme” işlerinde harcanmış ve kasalar boştu. Buna en inandırıcı örneklerden biri ise, Jivkov’un 1988 yazında bir vesile bulup Almanya/Bavyara Eyalet Şansölyesi Yosef Strauss’u Deliorman’da “Voden” Av Çiftliğine davet etmiş ve dört göz arasında kendisinden 500 milyon DM borç para talep etmişti. Münih’e dönen Strauss, aynı gün vefat ettiğinden dolayı bu para gelmemişti. Bulgar bankalarının kasalarında farelerin bayram ettiği ortaya çıkmıştı. 1989’da Jivkov idaresini diz boyu rezillikten kurtaran karşılıksız para kesen Rusya darphanesi olmuştu. Bu işin sebebini Türklerin göçe kalkışmasında aramak yanlıştır. Türk düşmanı, azınlık düşmanı totaliter komünist ırkçı politikada aramak gerekir. Başka bir gerçek yoktur.

Bulgaristan ekonomisi 1944-1989 yılları arasında plansız çalıştı. Devlet planlama komisyonunda planlamadan anlayan uzman çalışmıyordu. Hele Kiril Zarev döneminde ve  Kösev’in başkan yardımcılığında yıl boyu görülen işlerin başında öteden beriden 100-120 milyon US Dolar kırpmak ve bu parayı İsviçre’deki Todor Jivkov şahsi banka hesaplarına aktarmaktı. Ne yazık ki, 10 Kasım 1989’da devrildikten sonra Jivkov bir daha dış ülkeye çıkamadı ve bu paralar ancak torunlarına kaldı.

Fakat yeni çıkan ve Bulgaristan’ın ekonomik ve mali çöküşüne ayna tutmaya çalışan yazılı çalışmalarda “Planlı Ekonomimize Ağır Darbe” vurulmuştu gibi başlıklara rastlıyoruz. Ağır darbenin Türkler tarafından vurulmadığı bir gerçektir. Bulgar çöküşünde suçsuz birileri varsa onlar da Türklerdir. Bir insanın alın teriyle kazandığı helal parayı bankadan çekmesi “banka çökertmez”. Fakat senin bir iki faiz almak için banka hesabında tuttuğun parayı başka “işlerde” banka kendi inisiyatifi veya yukardan gelen Emire uyarak kullanmışsa ve geri toplayamıyorsa, bu paranın gerçek sahibi olan kişi “paramı” dediğinde, banka çaresiz ise, o zaman banka çökebilir. Bizdeki vaka  budur, çünkü 280 bin ton tütün üretiyorduk. 1975-1985 yılları arasında Bulgaristan’da üretilen tütünün kilo fiyatı 3.60 lv. (üç leva altmış stotika) idi ve toplam yıllık değeri (üreticiye ödenen para olarak) 10 086 000 000 (on trilyon  seksen altı milyar leva)  idi.

O zaman T.Jivkov tütün üzerinden müthiş dolaplar çeviriyordu. Jivkov ile Yunanistan KP Genel Sekreteri Florakis (Yunanistan’daki zenginler arasında 6. Yerde bulunuyordu)  ve İtalyan Komünist Partisi MK Genel Sekreteri Berlinguer arasında gizli sözlü anlaşma vardı. Bu dalavere anlaşmasına göre, Bulgaristan’da üretilen basma tütünler balyalanmış durumda önce Yunanistan’daki  bazı özel depolara, sonra da Ro Ro sitemiyle Bar feribot limanı üzerinden Güney İtalya’ya aktarılıyordu. Ardından  ORTAK PAZAR’dan 2 defa (Yunanistan için % 25, İtalya’ya da % 18)  olmak üzere 2 defa bu teknik ürünün ‘malın’ reel fiyatı baz alınarak, DM olarak toplam % 43 prim alınıyor, aynı tütünler  daha sonra Burgaz şehrindeki TÜTÜN FABRİKASINA taşınıyor ve bu tesiste Sovyetler Birliği pazarı için toplam 55 değişik marka sigara üretiliyor ve gemilerle ihraç ediliyordu. Bunu anlatmamın neden, ürettiğimiz tütünlerin Bulgar devletine zaten parasız kaldığı ve üreticiye ödenen ve zor zaman için bankalarda tutulan paraların da, aynı üreticilere terör uygulama, zulmün bin bir çeşidini deneme işlerinde harcanmak üzere çekilmiş olmasının dinmeyen acısıdır. Halkımız sabırlı ve zekidir, ama bütün sınırlar aşılmıştı. Ve şimdi bir Bulgaristan’daki mali bakımdan sorumlu ve suçlu gösterilmeye çalışılması, ancak bizi hala kör ve cahil zanneden komünist tepegözlerin denemelerinden biri olmaktan başka bir şey olamaz… Önerim şudur, işlerin perde arkasını bilmeyenler lütfen yazmasınlar… Dünya değişti bir bugün İvan Vazov’un kitaplarının hurdaya verildiği değişen çağda yaşıyoruz. Görmeyen kalmadı. Tarihçilerin gizlice yazdıkları tarih ders kitaplarını Eğitim Bakanlığı Kabul Etse bile, halk kabul etmiyor, kamuoyu tepkili…

Bazen artık “hiç bir şeye inanmayalım” geçiyor aklımdan. Fakat insanın zehirlenip dönmüş balıkları görebilmek için bulanık suya bakması da eğlencelerimizden biri oldu. İyi oldu da topluca T.C.’ye yerleştik, bizim çilelerimizin biteceğine inanmaz oldum.  Çöplükten işe yarayacak bir şey çıkarmayı umanlar da kendilerini aldatıyorlar. Şu Arnavudov gibi, 4 sene uğraşıp, tozlu dosyalardan 760 sayfa kitap haline getirdiği saçmalıklara bak, insan utanır be. “Türkler olmasa bitmişiz” cümlesini yazacak ne yer ne de yüreğinde dürüstlük bulabilmiş. Kendilerine herkesin inanacağını düşünüyorlar. Aldandıklarının farkına ve bilincine varamıyorlar. “Para için çalışıyorlar belli.” Ne ki Türkler artık bu değirmenin unundan ekmek yapmaz oldu.

Bulgar dilinde “hayır” sözümüzün karşılığı yok. “Dobro” demişler, ama kavram olarak anlamı farklı, “hayırliya” sözü de “uğurlu olsun” şeklinde içerik kazanmış. Türklerin kendilerine olan hayırlarını tam olarak kavramadan, çünkü “hayır, bedelsiz iyiliktir” Bulgar’ın bu konudaki atasözü ise “herkes içtiği kahveyi kendisi öder”  anlamında “bira” için kullanılmıştır.  Bir defa şu 2 Rus işgalinden kurtarıp TBMM kararıyla komşu için “Batı Kapısını” açma kararı paha biçilmez bir hayırdır. Son yıllarda şu göçmen, sığınmacı vb yollarını kesip de Bulgaristan’a huzur yaşatılması, buna rağmen sınıra dikenli tel örgü gerecek kadar ileri gitmelerine akıl erdirmek güç.  “Türk Akım” TANAS, TÜRKMEN GAZI ve başka boru hatlarıyla enerjiye kavuşma yollarının Türkler tarafından aralanması da el öpülesi hizmet ve hayırlardır.  İstanbul Uluslar arası Hava Alanı’nın Bulgar’a yakın kurulması, Edirne pazarının genişletilmesi, sınır kapılarında gişe hizmetlerinde sunulan kolaylıklar ve sonunda bu yıl 1.5 milyon Bulgar vatandaşının tatil huzurunu T.C. plajlarında bulması ve daha birçok olay hayırdan çok öte hizmetlerdir.

Tüm buna rağmen, eski komünistlere kitap yazıp, milletin gözüne kül atıp, 1984-1989 yılları arasından 860 bin Bulgaristan Türkünü izletmiş olmak, ajan ve jurnalci sürüsü beslemek, ihbarcıları hapishanelere gönderip tutuklulardan haber toplatmak gerçekten şerefsiz işler. Paralarımızın bu gibi şerefsiz düzey işlerinde kullanılmış olması da inciticidir. Parası ödenmemiş tütün mahsulümüzle Yunanistan ve İtalya sınırlarında ne risklere girildiği anlatılması sıkıcı gerçekler. Yazılması da Bulgarları küçük düşürüyor, haysiyetsiz olduklarına yeni kanıtlar sunuyor. Bu işler para pul işi değildir. Bir defa Vatan para ile alınıp satılmaz. Bizim davamız onur, şeref, hak ve özgürlük davasıdır. Yine yanlış anlaşılmışız.

Önerilerimiz: Bulgarlar bu konuları işlemeye devam etsinler ve olaylara devletin menfaatleri ve Bulgar milletinin kendi kendini nasıl yok ettiği açısından yaklaşmaya çalışınlar. Sonunda insan kötülük bile etse ancak kendine eder.

Okuyanlara ve dostlarına paylaşanlara teşekkürler.