K.CANPOLAT İLE BULTÜRK BAŞKANI RAFET ULUTÜRK RÖPORTAJI -2-
- Soru: Kadir CANPOLAT; Türkiye Bulgaristan ilişkilerinde eksikler nelerdir? Neler yapıldı? Eksik kalan nedir?
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan Türkiye’nin Avrupa’ya açılan kapı komşusudur. Bir halk olarak 17. Yüzyılda Osmanlı bağrında mayalanıp uyanarak biçimlendikleri toplumsal ortama ilgileri büyüktür.
Tarihsel kültürel geçmişimiz aynı topraklar üzerine bina edilmiştir.
Aynı kaldırımlar üzerinde yürümüş, aynı çeşmelerden su içmişiz.
Zahari Stoyanov gibi Bulgar klasiklerin eserlerinde“Bulgar topraklarında Türklere ebediyen yer olacak”sözlerine yer verilmiştir. Bulgar komitalarının başı Vasil Levski, Bulgaristan Cumhuriyetinde kardeşçe beraber yaşayacakları milletler arasında Türkleri birinci yere koymuştur.
Bugünkü Bulgaristan Cumhuriyeti 1878 yılında Berlin Konferansı kararlarıyla Osmanlı devletine bağlı bir prenslik olarak kurulmuştur. 1885’te Doğu Rumeli’yi ilhak etmesine de savaş açmamıştır.
1908’de ilan edilen Bulgar Çarlığını ilk tanıyan Osmanlı devleti olmuştur. 1912’de Balkan Birliği kurarak Edirne’ye saldıran ve Çatalca’ya inen Bulgar Ordusu, 1914’ten sonra Birinci Dünya Savaşı ve 1918’de Ruslara karşı Dobruca cephesinde birlikte savaşan Osmanlı orduları Türk ve Bulgar halklarının yakınlığına büyük sayıda örnekler vermiştir.
Bulgaristan iç politikasında Müslümanlarla ilgili siyasetin dalgalı gelişmesine asla seyirci kalmayan Osmanlı devleti ve Mustafa Kemal Atatürk yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti komşusuyla barışçı ve dostane işbirliği ilişkileri geliştirmeye her zaman önem vermiştir.
1990’a kadar Varşova Paktı’nın Türkiye’ye karşı kalesi olan ve 3 500 tank ve Rus SS 23 füzeleri üslendiren Bulgaristan’ın 2004’te NATO’ya alınmasına garantör olan Türkiye’dir. 1990’da derin mali ve ekonomik bunalıma düşen Bulgaristan’a el uzatan, altyapı tesisleri kurulmasına etkin katılan, ağır ve hafif sanayi yatırımları yapan, ikili ticaret hacmini 5 milyar Avroya çıkarak, Edirne’de Bulgar çarşısı açan Türkiye’dir.
Bulgaristan’da bir sel faciasında battaniye dağıtan Vidin’de tırın önünde bir kadın çıkıp TV’lerde “BENİM DEVLETİM GELMEDEN BANA ULAŞAN BURSA BELEDİYESİNE TEŞEKKÜR EDERİM” diyordu. Bu atılımlı gelişmeleri sağlım, eğitim, kültür, sanat dallarında izliyoruz.
21.Yüzyıl Bulgar algısında en yakın dost, en güvenilir kimlik ve huzur kalesi Türkiye olacaktır. Daha neler yapılması gerektiğini zaman gösterecektir. Büyükleri bu lafları hiç unutulmamalıdır Bulgaristan’a güneş her zaman Türkiye üzerinden doğummuş ve doğmaya devam edecektir.
- Soru: Kadir CANPOLAT; Türkiye Bulgaristan arası ticari durum nedir? İki tarafta iş adamlarının beklentiler nelerdir?
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgar ve Türk halkları aynı tarihsel, üretim, tüketim ve kültürel geleneklerinden geldiğinden dolayı Serbest Pazar koşullarında ticaret hacminin sürekli artış kaydetmesi doğaldır. Sosyalizm yıllarında özel üretim ve ticaretin yasaklanmış olduğundan Türkiye Bulgaristan ticareti devlet kurumları arasında yapılıyordu. Ana kalemler enerji, kimya sanayi, siyah ve renkli metaller, makine sanayi ürünleri, tekstil ve hafif sanayi makine ve hammaddeleriydi.
1990’dan sonra Bulgaristan’da tarımın özelleştirilmesiyle Türkiye’ye büyük sayıda canlı hayvan ihraç edildi. Yemlik ve ekmeklik buğday da önemli bir kalemdir.
Son yıllarda Bulgaristan “Türk Akım” ve TANAK gaz boru hatlarına bağlandı. Devlet malı olan Bulgaristan ağır ve hafif sanayinin özelleştirilirken çökmesiyle hem ağır hem de hafif sanayi fason işleme dallarındaki hammadde ihtiyaçlarına komşu kapısı daha açıldı. Bu arada kara ve hava insan ve kargo taşımacılığında işbirliği ortaklıkları gelişti.
Avrupa Birliğine üreten birçok Türk şirketi işlerini Bulgaristan Türk bölgelerine aktardı. “Şişe Cam” “TEKLAS” bunların başında olanlardır.
- Soru: Bulgaristan’da siyasi partilerin Türkiye’ye karşı bakışları nasıldır? Hükümetin ve Cumhurbaşkanlığının bakışları nedir?
Cevap Rafet ULUTÜRK; Geçiş döneminde Bulgaristan’da 400’den fazla siyasi parti kuruldu. Bunlardan bazıları politik sahneye 1944’te yasaklanan monarşi dönemi partilerinin devamı, bazıları maske takıp renk değiştiren komünist parti türevleri ve birçok da yeni liberal ve popülist partiler olarak sahneye çıktı.
1944’te faşizmin ve ırkçılığın, 1990’da da komünizmin ve komünist partisinin lanetlenmesiyle, siyasi alan liberalizme ve sosyal demokrasiye kaldı.
“Berlin Duvarı”nın yıkılmasıyla çöken komünist dünya görüşünün yerine post modern, özgürlükçü, varoluşçu ve popülist görüş ve ideolojiler Doğu’ya, bu arada Bulgaristan’a aktı. Bunların taşıyıcıları Georg Soros, Konrad Adenauer, Fridrich Nauman vb. vakıflar, şirket ve ajanslarla olurken, örneği Bulgaristan ile Rusya arasındaki eski bağımlılık durumunu korumak amacıyla 500 Rus şirketi de geldi.
Ne var ki, monarşi-faşist ve komünist-totaliter yargı değerleri ve yaşam ilkeleri sistemini toplumsal maneviyattan sömürüp atmak ve yerine örneğin Avrupa Birliği değerlerini aşılamak zor oldu.
Bu yönelimde en büyük engellerden biri 1991 Anayasasının Bulgar dilinde “hükümet dışı örgütler” adıyla bilinen sivil toplum örgütlerinin ideolojik ve politik etkinliklerde bulunmasını, azınlık partileri kurulması vb yasaklaması oldu.
Kurulan siyasi partiler 1989’dan sonra kurulan siyasi partiler tek dilli, tek kültürlü, tek milletli Bulgar devleti oluşturma ödeviyle yüklendi.
Bulgaristan’da %4 seçim barajını aşan ve meclise giren partiler devlet yemliğine bağlanıyor, aldıkları her oy için 28 yıl boyunca her oy için 11 leva prim aldılar, 2018’den sonra da bu 8 levaya düştü. Bulgaristan’daki Hak ve Özgürlükler Partisi daha sonra bu partiden ayrılanların kurduğu siyasi partiler Türk kimliği, Müslümanların kültürel haklarının tanınması, Türkiye ile daha yakın işbirliği gibi temel isteklerle öne çıkınca hep güdük kaldılar. Kasim Dal tarafından yönetilen Hürriyet ve Şeref Halk Partisi (HŞHP) ile Lütfi Mestan tarafından yönetilen DOST partisi Bulgar liberal partileriyle işbirliğine seçenek arıyor. HÖH partisi, Bulgaristan Müslümanlarının faşizm ve totalitarizm zulmüne, Türk kimliğini değiştirip Türklüğü eritme, soykırım denemesine karşı toplu direniş enerjisinden doğmuştur.
20.Yüzyılda uyanan Bulgaristan Türk bilincinin toplu ürünüdür. Bulgaristan’da yaşayan Osmanlı ruhunun canlı olduğunun kanıtıdır.
Bu parti, kendi toprağı üzerinde yaşayan, devlet dışında kendini yaşatıp yaşatabilen, ama hiçbir kültürel hakkı olmayan, dilinin, dilinin, geleneklerinin ve istediği gibi yaşama hakkının yok edilmesine karşı fışkıran politik gücün kendiliğinden yapılanmasıdır.
Bulgar devleti, gizli politik polis kimliğinde, bu Türk partisini Bulgar devletinden uzak tutmak, ezmek ve etkisiz kılmak, git gide tamamen ülkeyi tamamen Türksüz-leştirme siyasetine devam etmek için HÖH yönetimini ele geçirip incir ağacı göreviyle Ahmet Doğan’ı bu partiye Başkan atamıştır.
A.Doğancı özü Türk milli davamıza hainlik dolu sonradan yetiştirilen parti politik yönetimi ile Bulgaristan Müslümanları arasındaki bağdaşmaz çelişki ki, parti yıldan yıla küçültmeye ve dağıtmaya devam ediyor. Konuya bu kadar uzun bir giriş yapmamın sebebi şudur.
Bulgaristan’da 400 küsur sicilli siyasi parti var desem de, aslında siyasi parti niteliklerine sahip sadece 2 parti var.
Bunlardan birisi 130 yaşında olup 5 defa isim ve program değiştirmiş, şimdi de Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ve Avrupalı Bulgaristan Vatandaşları (GERB) partisi ile Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) partisidir. 1878 Berlin Konferansı kararlarında ana nüfus olarak Hıristiyan Bulgarlardan ve Müslüman Türklerden söz ediliyor. O zamanki görüşmelerde Yunanlar Varna’yı istediler, Yahudiler de Osmanlıdan ayrılmamıza izin verilmesi şeklinde istekte bulunmalarıyla tutanaklara geçmiş ve Yahudiler 1948’de İsrail’e topluca göç etmişlerdir. Daha 1879da Tırnova’ya toplanan Birinci Yüce Halk Meclisi, o zaman sınıflaşıp biçimlenmiş Bulgar burjuvazisi olmasa da halkçı, radikal, demokrat, liberal vs. halk tabanı ve ideolojisi olmayan popülist partiler meclise dolmuşlardı. Onlar aynı isimlerle 1989’dan sonra politik sahneye Demokratik Güçler Birliği (CDC) olarak birleşip meclise girseler de, maddi menfaatlerine yenik düşmüş ve dağılmışlardır.Son 10 yılda seçime katılma oranı %50’dir. Demokrasinin bahar rüzgârı gibi kendiliğinden geleceğini sananları politik mücadele saflardan attı.
BSP, 1989’da katil kabuğunu atıp ideolojiden vazgeçen komünistlerin sosyalist güler yüzlülükle partisidir. Komünist partisini BSP ve 2005’te sahneye çıkan GERB olarak ikiye bölen Müslüman Türklere karşı 20.yy. boyuna işlenen suçlar, soykırım denemesinden sorumluluğu kim üslenecek kavgasıdır.
Bu ayrılmada, sivil partililer soldaki (BSP) ve polis, gizli polis ve ordudaki partililer de sağdaki (GERB) olarak şekillenmiştir. Bu partilerin ikisi de Rusçu, ikisi de NATO-cu ve Avrupa Birlikçidir. BSP Avrupa sosyalistlerine, GERB de Avrupa Halk Partisi’ne bağlanmış, 2 kurnalı çeşme gibidirler. İşte böyle bir ortamda Bulgar toplumunun demirbaşı olan HÖH partisi de ellindeki oyu bir BSP’ye ya da GERB’e satarak politik elit oluştururken, saraylarda yaşayan bir de hain lider yetiştirmiştir.
Bu partilerin üçü de devlet partisidir. Fakat HÖH devlet sarayının dış bekçisidir. Diğer partilerden hepsi, yok kenarında kendiliğinden biten eşek dikeninden farksızdır. Günümüz Bulgaristan siyasetinin ana ödevi Türk partisini Sarayın içine taşımak ve devlet yönetimine katmaktır. Bu olmadan demokrasiden, adaletten ve huzurlu gelecekten söz edemeyiz.
Soru: Kadir CANPOLAT; Türkiye’de yeni kurulan partiler konusunda ne diyeceksiniz.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Türkiye Cumhuriyeti demokratik düzeni oturmuş güçlü bir ülkedir. Türk demokrasisi çok partili bir tabana dayanır. Parlamenter demokrasi, hukukun üstünlüğü ve Cumhurbaşkanlığı sisteminin başarıları pek çok ülke ve devlete ilham oluyor.
Bu ortamda AK Parti’den ayrılan eski başbakan ve parti başkanı Prof. Davutoğulu ile eski maliye bakanı Babacan’ın merkez sağda siyasi parti kurmaların ve başarılı bir iktidarı eleştiri topuna tutmaları düşündürücüdür. Türkiye’de 4 yıl önce darbe yapmayı deneyenlerin uyumadığına ve Anadolu ormanlarında avlanmaya devam ettiğine işarettir.
CHP’den ayrılan Muharrem İNCE Bizim oralardan gelmiş Batı Trakya’lı bir öğretmendir. Yüksek sesle konuşur. Bizim memlekette yüksek sesle konuşanların haklı olduğu iddiası vardır. 2017 seçimleri arifesinde damadı olduğu Kırca Ali’ye geldi. Türk Halkına hitaben konuşmasına “verginizi ödeyin” dedi. Bulgaristan’da sosyalizm yılında her şey devletin olduğu için kimse vergi ödemezdi. Sözde demokrasi yıllarında vergilendirme sisteminin işlemeye başlaması bir 25 yıl sürdü.
Soyup soğana çevrilmiş, son lokması elinden alınmış insanlarımızı bir kaçakçı gibi görüp vergi ödemeye davet etmek, adama pabucunu ters giydirmektir. Büyük Türkiye daha zengin deneyimli ve soyutlaması da yüksek önderler bekliyor. Bizler Türkiye’den gelen her şeyi seviyoruz amma en büyük isteğimiz bu halkın önüne çıkacak kişilerin dünya vizyonuna sahip olmalarıdır. Bizlere Bulgar gözüyle bakmamalarıdır. Biraz tarih okuyup bizi daha iyi değerlendirmeleridir. Bu konuda başka diyeceğim yok.
- Soru: Kadir CANPOLAT; Bulgar komünist partisi devletten temizlendi mi, Bulgaristan artık demokrasiye geçti mi?
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) zengin deneyimli, kökleri derin olan ve ideolojisi milliyetçiliğe oturan bir parti olarak ayaktadır. BSP ve GERB olarak solda ve sağda örgütlenmiş ideoloji-sis ve vizyonsuz bir ortamda iktidar ve muhalefet oyununu sürdürüyorlar. BKP’nin Marksist-Leninist dünya görüşüyle yakından uzaktan ilgisi kalmamıştır. Avrupa sosyalistlerinin PASE çatı örgütü üyesi olarak önce “demokratik sosyalizmi” bayrak etmiş, son dönemde de sol liberalizme sevdalanmıştır. Yeni durum komünist ülküsü çürük diş gibi çektirip attığı anlamına gelmez.
BKP ideolojisinde, Marks’tan kalan ve geçerli olan, insanı yaratanın toplumsal gerçeklik olduğu inancıdır. Bunun biz Bulgaristan Türkleri ve diğer azınlıklar için anlamı gözle görülür derinlikte ve şöyledir:
– Dört yaşından başlayarak çocuklar anaokulu, özel kamp, eğitim yuvaları gibi yerlere toplanıp Bulgar bakıcı, eğitmen ve öğretmenlerin eline verildiğinde yüzde yüz Bulgar milliyetçisi olarak yetişir inancıdır.
Bu deneyim, Nazi Almanya’sından kopyalanmıştır.
Hitler zamanında Alman sosyal demokrat ailelerden çocukların toplandığı, Avusturya, Macaristan ve Polonya gibi ülkelerde kurulan özel eğitim kamplarına götürülüp orada ırkçı Alman şarkıları söyleterek kahramanlık efsaneleriyle eğitildiği ve faşizme kazanıldığı biliniyor.
Bu ideolojide Lenin’den kalan ise, sınıf düşmanına amansız davranma, şimdiki koşullarda düşman milletlerden ne pahasına olursa olsun kurtulma anlayışıdır. Bulgar toplumunda totalitarizm döneminden kalan bu inanç ve uygulama, sözde “demokrasi” koşullarında yaşamaya devam etmektedir. Bulgaristan’da yaşayan bütün milli azınlıkların, dillerine ve geleneklerine, din ve kültürlerine bakmaksızın Bulgar ilan edilmişti ama bunun 1990’da kınanmış ve meclisin kabul etti yasalarda lanetlenmiş olmasına rağmen, Bulgarların hemen hemen hepsi 30 yıldan beri hiç birinin fikrini değiştirmemiştir.
8 Ekim 2020 tarihinde Avrupa Parlamentosunun (AP) 358 oyluk bir çoğunlukla kabul ettiği Bulgaristan Bildirisinde, Bulgaristan’da yaşayan ve insan hakları gasp edilmiş, öz kimlikleriyle, anadillerini konuşarak ve öz kültürleriyle yaşamaları yasaklanmış ve hakları hala iade edilmemiş olan azınlıklardan söz edilmemiş olması Bulgar kamuoyunda adeta memnuniyet uyandırmıştır. Bu işin en tuhaf tarafı ise, Bulgaristan Müslümanların ve Türkiye’deki soydaşlarımızın oylarıyla seçilip Brüksel’e giden Avrupa Parlamentosunda oturan HÖH milletvekili grubunun oylamada “tarafsız” kalmasıdır.
Bir de Bulgaristan Türkleri içinde aydınım diye geçinen diplomalı “aydınlar” her şeyleri konuşurlar amma nedense Türk Halkına yapılan haksızlıkları konuşmaz, konuşamazlar.
Bu olaylar Bulgaristan’da komünizmin maske değiştirerek hem ülkedeki duruma hem de AB koşullarına ayak uydurup yaşamaya devam ettiğini gösteriyor. Milli azınlıkların doğal haklarının, insan haklarının ve azınlık kültürel haklarının yasaklanmış olması, Bulgaristan’da komünizm ve faşizmin el ele vermiş aşırı milliyetçilik ve ırkçılık şeklinde toplumsal üst yapının tüm kurumlarında yaşadığını görüyoruz. Biz soydaşların ve dış ülkelerdeki gurbetçilerimizin seçme ve seçilme hakkının kısıtlanmış olması ve seçimlere istedikleri oy verme usulüyle katılamamaları ve başka uygulamalar modern ırkçılığın bizdeki belirtileridir. Bizler seçimde oy kullanırız amma aday olamayız. Neden? Avrupa Birliği içinde başka bir ülke var mı oy kullanıp aday olamasın. Bunu konuşan var mı yok. Bir Bulgar çıkıp burada insan hakkı ihlali var diyen parti, lider, bakan, siyasetçi var mı? Yok. Peki neden?Ekonomik alanda ise komünizmin devletçilik ve kooperatifçilik temelleri sökülmüş ama yerine adil bir serbest Pazar ekonomisi oturamamıştır.
- Soru: Kadir CANPOLAT; Bulgaristan’da ırkçı partiler var mı ve nedir güçleri? Irkçı partilerin Türklere zararları var mı?
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan’dafaşist yapılanma ve ırkçı hareket Birinci Dünya Savaşından sonra başladı. Kökünde savaştan dönen tutukluların ve yaralıların yabancı düşmanlı, 1919 Paris / Neully Anlaşmasının reddi ve azınlıkların göç etmesi istekleri vardı. “Rodina Zaştita” (Vatan Savunması) şeklinde gelişen örgütlenme gençleri üniversite öğrencileri, ordu mensuplarını, tüccar, esnaf ve zanaatçıları peşine takabilmişti.
1925’te kurulan “Kubrat” örgütü ise, İtalyan faşistlerini örnek alarak, milli program yayınladı. Bu programda askeri hükümet kurulması ve tek kişilik otokrat yönetime geçilmesi isteniyordu.
Bulgar ırkçılığının anası sayılan “Rodna Zaştita” 1928’de “Nasionalna Zadruga – Faşisti” adıyla ulusal hareket oldu. Kurduğu faşist gençlik örgütü daha sonra Nazi ruhlu “legion” oldu. Aynıları 1990’dan sonra Sofya sokaklarında milliyetçi-faşist-ırkçı gösteriler yapıyor. 1931’de bu hareket İtalyan faşizminden uzaklaşıp Alman Nazilerine yakınlaştı, partileşmeye çalıştı, fakat politik iktidara katılamadı. “Legion” gençlik Örgütü 1933’te yayınladığı programla Bulgaristan’da antisemitist hareket başlattı. 1940’da mecliste “Ulusu Koruma Yasası” tartışılırken antisemit kavramı genişletildi, kapsamı Türkleri, Çingeneleri, Yunanları ve Yahudileri kapsayan “ksenefobi” azınlıkları ötekileştirme kavramı kullanıldı.
Bulgaristan faşizmi 1878’den sonra 3. kuşak Bulgarlarda, ağır ekonomik bunalım içinde, Batı yönelimli bir hareket olarak, dış etki altında beliriyor.
Aynı dönemde Bulgaristan’da lise öğrencileri arasında “Ratnik” ve “Brannik” adlı bir faşist gençlik hareketi daha kuruluyor. Bu hareketler Neully Antlaşmasının revize edilmesi, anti-komünist çıkışları ve 1938-39’da Almanya’daki “kistal geceleri” – Yahudi dükkânların yağmalanması gibi olayları ve bildiri dağıtma gibi faşist propagandayı yoğunlaştırınca Çar III. Boris tarafından 1939’da kapatıldılar. Yahudilere karşı ırkçı kanun mecliste onaylanmazdan ve 1942’de Yahudiler düşük ırk, Bulgarlar da “üstün ırk” ilan edilmezden önce yapılan tartışmalarda şu rakamlar üzerinde durulmuştur: “Bulgar endüstrisinin % 56’ini, ithalatın % 55’ini ve ihracatın da % 35’ini elinde tutuyor. Bulgaristan’da yaşayan bir Yahudi’nin geliri bir Bulgar’ın gelirinden 26 defa daha yüksektir.”
Üzerinde durulan bir fikir de, sadece sanayi ve ticaretle uğraşan Yahudilerin Bulgarları devlet yönetiminden giderek dışlamasıdır.
Faşist örgüt ve partiler 1944’ten sonra yasaklı kaldı. Fakat 1990’dan sonra Bulgar milliyetçiliği, aşırı milliyetçiliği ve ırkçılığı yeşerdi. 2014’te Avrupa Konseyi tarafından “faşist“ olarak nitelendirildi. Bunlar “Ulusal Yurtsever Cephe” adı altında birleşen, “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (NDSV), İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Ataka” partileridir ve birlik olup 2017 seçimlerinde iktidara tırmanmayı başardı, başbakan yardımcılıklarına ce savunma bakanlığı gibi en önemli bakanlıklara oturmuşlardır. Bulgaristan’daki “Trakya Göçmenleri” dernekleri, subay kulüpleri, sosyalist ordudan ayrılan politik subay birimleri vb hep bunların tabanını oluşturur.
Bulgaristan Müslümanlarının 1989 sonunda isimlerinin ve din haklarının geri verilmesine karşı milli çapta tepkinin öncüleri ve kışkırtıcıları bunlardır. HÖH partisi ile VMRO partisi arasında “milli çıkarlar” esasında gizli işbirliği olduğu biliniyor. HÖH ve VMRO yönetimi gizli polis (DS) kökenli, GERB partisi temelinin de polis ve subay dayanaklı olması bu üçlü arasında gizli dayanışma ve işbirliği tabanında bulunur.
Bulgarlar her zaman güçlü olanın yanında olmak ister. Osmanlı’dan sonra Rusya İmparatorluğunun (1917) yıkılmasıyla Batıya döndüler. Faşizmin belinin kırılmasıyla (1944) yılında yeniden Sovyet esaretine düştüler ve “Berlin Duvarı” yıkılması olayından sonra NATO ve AB’ye yöneldiler ve şimdi AB’nin sorumlu olduğunu keşfedince Birleşik Amerika’ya sarıldılar. Türküye Cumhuriyetinin Balkanların ve Yakın Doğu’nun en güçlü devleti olunca, Türk ve İslam düşmanlığını unutup Türkiye’nin boynuna sarılacaklarından yüzde yüz eminim. Biraz Sabır, sabır! Az kaldı…
- Soru: Kadir CANPOLAT; Bulgar milli bayramı ile ilgili itirazlarınız vardı nedir bu konu? Hatta internet haber sayfanız “bghaber”in son yazılarından birinde 3 Kasım 1839 olsun diye öneriniz var ne diyeceksiniz?
Cevap Rafet ULUTÜRK; Her halkın tarihinde milli bayram çok önemli bir gündür. Vatandaşları aynı bayrak altına toplayan ve düğümlerin açılıp sıkıldığı bir gün olan Milli Bayram Milli ruhun doğduğu gündür de diyebiliriz. Ne yazık ki Bulgaristan halkının böyle bir birleştirici gurur günü yok.
3 Mart 1878 tarihinde Osmanlı devleti ile Rusya İmparatorluğu arasında İstanbul / Yeşil Köy (San Stefano) geçici barış protokolünün imzalandığı gündür. Bu görüşmelere ve imza törenine herhangi bir Bulgar yetkili veya temsilci katılmamıştır. Bulgarlar için önemli olan bu tutanakta Osmanlı devletinin 1872’de Doğu Ortodoks Başpiskoposluğuna tesis ettiği toprakları yeniden teyit etmesidir. Ortada ve belgede taraf olan bir Bulgar ya da Makedon devleti yoktur. Ayrıca 3 ay sonra, 1878’,n Temmuzunda toplanan Berlin Konferansında protokol geçersiz kırılmıştır. Tarihsel açıdan 3 Mart 1878’in Rusya ve Osmanlı imparatorlukları için olduğu gibi, Bulgar halkı içinde bir anlamı yoktur. Bir defa o tarihte bugünkü Bulgaristan Topraklarında yaşayan nüfusun %52’si Müslüman Türk’tür ve 3 Martı bir milli bayram olarak kabul etmeleri söz konusu olamaz.
O zaman statükoları değişmediğinden dolayı Makedonlar için de anlam yüklü olmayan bir gündür. Ülkeye 1930’larda gelen Ulahlar ve Osmanlıda geçimlerinden gayet memnun olan Romenler ve Müslüman Millet içinde önemli bir gün sayılmaz. İşte böyle bir ortamda yalnız devlet makam görevlilerinin ve papazların katıldığı resmigeçitle ya da çelenk koymakla anılan milli bayram gününün değiştirilmesini Bulgarlar kendileri de istemiş ve defalarca değiştirmiş, fakat halk istemese de 1991 anayasasıyla yine de 3 Mart’ta bilinçli olarak Türk düşmanlığı kaşımak için dönülmüştür.
Aslında 3 Mart Bulgaristan’da yaşayanların Rus esaretine düştüğü gündür. Bu gerçek Bulgaristan’da bilinç oldu. Ruslar, Tuna nehrini Bulgarları “kurtarmak” için değil, sıcak denizlere çıkmak için geçmişlerdi. Sonunda onların istedikleri de olmadı. Son yıllarda Bulgaristan’daki 180 Rus ve Sovyet anıtının sökülüp yıkılması ve hurdaya verilmesi için bir hareket de güç topluyor. Sonunda Plovdiv’te Saat Tepe artık eski haline getiriliyor. Devlet 2 milyon leva ayırmış Razgrat Parkalı Camii onarılıyor, Meriç üzerindeki “Mustafa Paşa” Köprüsüne de el atılacak.
Bazı konularda gerçekten geri dönmenin kaçınılmaz olduğuna Başbakan Boyko Borisov da inanmış ki, “başa dönelim, baştan başlayalım” dedi. Bulgar uyanışının Payisiy Hilendarski’nin 1762’de bir hayal olarak çimdiklediğini düşünürsek, Osmanlının reform kapısını açtığı ve Bulgar bilinç ve kimliğinin mayalandığı 3 Kasım 1839 tarihi neden milli bayram olmasın? Bulgaristan’ı seven Bulgarlar iş başına geçerse bu iş olur…
İlk Bulgar Okulu Osmanlı’da açıldı, ilk Bulgarca gazete Osmanlı’da çıktı, Bulgarlar Kilise bağımsızlığına Osmanlıda kavuştu, Bulgar işçi sınıfı ve aldın zümresi de Osmanlı devrinde oluştu. Bulgar uyanış ve devrini Osmanlı’da yaşadı…
Fransa “Marsellez”in ilk çalındığı 1792’yi anmıyor mu? Avrupa Birliğinin Milli Marşı Beerhoven’in 1824’te bestelediği 9.Senfoni değil mi? Schiller’in 1785 tarihli “Neşeye Şarkısı” AB marşına güfte değil mi!? Herkes başa dönmüş biz neden dönmeyelim. Gerçekleri kabul etsek yollar kendiliğinden açılmaz mı? Herkesin seve seve kutladığı bir bayram olsa, sorunlar kendiliğinden ortadan kalkmaz mı?
- Soru: Kadir CANPOLAT; Türkiye’de eski yeni göçmenler arası problemler olduğu söyleniyor bu doğru mu?
Cevap Rafet ULUTÜRK; İlk önce şunu bir aydınlatalım. Bulgaristan’da yaşayan Türkler Osmanlı ile giden Türkler ve kuzeyden geçen Türkler olarak ikiye ayrılmaktadır. Osmanlı ile gidenler burada Türkiye’dekiler ile aynıdır. Kuzeyden giden Türkler ise Gagauzlar, Pomaklar, Bulgarlar, Kırım savaşı sonrası Tatarlardır, bunların hepsi Türk soyludur. Yani bizler kardeş diğerleri kardeş çocukları gibi düşünün.
Rus Türk harbinden sonra zaten Bulgaristan Türkü ismi de o savaştan sonra verilecektir Bulgaristan’da kalanlara. Savaştan sonra Türkiye’de artık 6. Kuşak Bulgaristan Türkü muhacir soyları var. Bu serüven şimdiki Bulgaristan topraklarında yaşayan Müslüman ailelerden gençlerin 1877-78 Zviştovi (Sviştov), Plevne (Pleven), “Şipka” (Şipka Tepesi), Eski Zara (Stara Zagora) savaşlarına katılmasından sonra başlamıştır. Edirne, Kırklareli, Çatalca, Gelibolu ve Çanakkale Savaşlarına katılanlar ailelerini alıp göç etmişlerdir. İkinci Dünya Savaşından hemen sonra Stalin’in Bulgaristan’dan 250 000 Türkün hemen Türkiye’ye göçe zorlanması emri üzerine 1951 göçüyle 150 000 kişi memleketini terk etmiş, 1964’te başlayan ve 10 yıl süren parçalanmış aileleri birleştirme sözleşmesi gereğince de bir o kadar göç ettikten sonra, 1989 milli Türk kimliği ayaklanmasından sonra da 360 bin Türk ata topraklarından sökülüp vatanımızdan dışlanırken ardından Bulgaristan’da ekonomik çöküş derinleşince 150 bin kişi de ekonomik göç neticesinde Türkiye’de sığınmış ve yerleşmiştir. Biz şu 30 yıldan beri gelen ve hepsi çifte vatandaş olan soydaşlarımıza “yeni gelenler” diyoruz. Hepimiz aynı kökten, aynı soydan, aynı ruhun parçalarıyız. Gönlümüzde ayrı gayrı yoktur.
Ne var ki, zaman ve mekânın, toplumsal ortamın, yaşanan olayların ve tarihin insan ruhu üzerinde farklı etkileri olduğuna işaret etmeden edemeyiz.
Konumuz 5 kuşaktır. İnsan ruhunun 3 kuşakta bir birikim yenilendiğini ve arınmış nitelikler kazandığını dikkate aldığımızda, oluşan farklılıkların öz belirleyici olduğunu kabul etmeliyiz.
Şu da var, ilk 4 kuşak göçler, hep 1877-78 Rusya ve Osmanlı imparatorlukları arası büyük savaşın ardı ardına gelen darbeler sonucudur. Osmanlılık ve Türklüğün maddi ve manevi izlerini yok etme, camilerden kilise yapma, türbeleri yıka, çeşmeleri kurutma, kuyulara domuz başı atma, 2700 okulu kapatma, Türk dilini yasaklama, kabristanları sürme, üzerine parlamento yapma, camileri 5 defa kapatıp altı defa açma, ölüleri Fatiha sız gömme vs vs zulüm biçimleri göç birikimi yaptı. 1960’larda 500 000 Bulgaristan Türkünün Büyükelçilik ve konsolosluklardan göç vizesi istemesi de çok anlamlıdır. 1984’te iş savaş şiddetiyle başlayan, soykırım denemesi şeklinde gelişen ve 5 sene süren Bulgarlaştırma zulmünden göç seçeneği doğacağını devlet bekliyordu.
Göçe zorlayan uygulamalar her dönemde Bulgar devlet politikasıydı.
1989’da ayaklanan 5. Türk kuşağıydı prenslik, monarşi, faşizm, komünizm ve totaliter Bulgar diktatörlüğü zülüm yükü altında ezilen atalarının öfke ve nefretiyle patlamış ve fışkıran bilinçli Türk kudreti Bulgar devletini devirmişti.
Anavatana yönelen Türk seli son savaşta galip gelen bir ordunun güç tazelemek için kışlaya toplanması gibi bir şeydi. Ve sorunuza cevaben, 4 kuşak “geldik kurtulduk” demişti. Bu 5. kuşak Bulgar topraklarında zaferle sonuçlanan büyük bir ulusal ayaklanmadır. Komünist totaliter devletle 1984-1989 arası 5 sene arasız savaştıktan, soykırım zincirlerini kırarak, vatandaşlığını koruyarak, gelirken Bulgar sınır kapısını koparıp gidişim gelişim senin değil benim elimde demiştir. Ayrıca çok farklı bir maneviyat, pekişmiş bir irade ve yüksek kimlik birikimiyle, bir de ardında dikey oluşumu ve iradesi oluşmuş bir politik yapılanma bırakarak gelmişti. Bu, ancak kınamak ve lanetlemekle yetinen ve kinini öfkesini savaş meydanında dökmüş insanların arasındaki farktı. Son gelenler vatan davasında öncülük rolünü daha Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmadan kucakladılar.
Şehitlere saygı mitingleri, Türk mezar taşlarından atalarımızın isimleri kazınırken, şehit anıtları dikmek, kahraman çeşmelerinden umut akıtmak, kahramanların isimlerini sokak ve meydanlara, kütüphane, kahve ve spor komplekslerine vermek, kahramanlarımıza mevlitler yapmak, yeni camiler inşa ederken, eski camilerden birçoğunu onarmak, köfteciler ve dönercilerle Türk kokusu dağıldı ve baklava ve künefecilerle ağız tatlandırmak sosyal havayı değiştirdi.
Bu gıpta edilecek, kıskanılacak bir durumdur.
Tabi ki eski göçmenlerimize faydası da büyük oldu. Pek çokları Bulgar vatandaşlığını yenilerken Avrupa Birliği vatandaşı olmayı da hak ettiler. Bu bir çelişki değil 5. Kuşağın Bulgaristan Türklüğü soydaşlarımızın kaynaşmasına sunulan paha biçilmez bir hizmettir. Türkiye’deki soydaş kaynaşması Bulgaristan Türklüğüne böylece kendiliğinden kudret kaynağı olmuştur. Göçler çelişkisi dediğiniz aslında göçler kaynaşmasıdır.
- Soru: Kadir CANPOLAT; Türkiye’de en çok Bulgaristan Türkleri nüfusu nerede? Seçimlerde birlikte hareket edebiliyorlar mı?
Cevap Rafet ULUTÜRK; Türkiye’de Bulgaristan göçmeni dendiğinde Bursa akla gelir amma sadece İstanbul’da – 1 500 000 (bir buçuk milyon) nüfusla ilk sıradadır. Ardından Bursa – 600 000, İzmir – 450 000 vs civarındadır, tüm Türkiye’de 8 milyon civarında Bulgaristan göçmeni bulunmaktadır. Balkan göçmenlerinin en büyük müfrezesi biziz. Türkiye’deki kültürel birikimimizi Bulgaristan Türk kimliğine yüklemek en önemli ödevlerimizden biridir. Balkanlarda yeşeren yeni Türk kimliğinde Bulgaristan Türklerinde orta direk ve taşıyıcı olma özellikleri belirleyici olacaktır bunu çok yakın bir zamanda herkes görecektir. Bu güne kadar Türkiye’ye gelenler karışmışlar ve memleket meselesine pek önem vermemişler, tabi bu gücü de ortaya çıkartan özellikle 89 göçmenleri oldu.
- Soru: Kadir CANPOLAT; Bulgaristan Türkleri hangi partiye oy veriyorlar Bulgaristan’da veya Türkiye’de?
Cevap Rafet ULUTÜRK; 1990’dan sonra Bulgaristan Türkeri’nin siyasi uyanışı çok zor oldu. Bulgaristan 45 yıllık bir aradan sonra, komünist partisinin her seçimi % 99 kazandığı tek partili siyasi matrisi kırıldı ve 10 Haziran 1990’da çok partili sistemle ilk defa 2 sistemli seçime gidildi.
Bu seçime Bulgaristan Müslümanları topluca Hak ve Özgürlükler Hareketi’ne oy verdiler. Yüce Halk Meclisi seçildi ve ilk kez Bulgaristan Türkleri 23 milletvekilli ile meclis grubu kurdular. Çok ilginçtir o seçimleri komünistler kazanmıştı ve aynı yıl 2 hükümet kurdular. Demek oluyor ki, Bulgaristan halkının bilincinde dönüşüm gerçekleşmemiş ve ruhu da yenilenmeyi kabul etmiyordu. Bu süreç Bulgaristan’da yaşamın değişmesi sonucu bilincin etkilenmesiyle gerçekleşmeye açıldı.
1992 yılında tarımda kooperatifler dağıldı özele geçildi, 1995-2001 arasında ekonomide devlet mülkiyeti, bankacılık, ekonomiyi ve ticareti yöneten devlet kurumları yok edildi. Bulgaristan’da özel sermayeye ve serbest Pazar ekonomisine dayalı demokratik çok partili sistemi 5. kuşak Bulgarlar gerçekleştirebilseydi, fakat üst yapıda (KGB) sökülemeyen totaliter politik zihniyet mafya, oligarşi ve tek kişilik yönetime birikim yaptı. Parlamenter demokrasi topluma demokrasi taşıma adaletli, eşitlikçi ve çoğulcu farklılıklara yaşama hakkı tanıyan bir kurallar matrisi oluşturamadı ve sanki tarihsel rolünü artık tamamen yitirdi. Avrupa değerlerine göre yeni bir toplum düzeni kurmayı rafa kaldırıp özellikle, insan hakları, azınlık hakları ev adalet gibi konularda faşist ve komünist totaliter sistem geleneklerine hayat hakkı tanımayı kendine ana ödev olarak benimsedi.
Bunun en son örneğini 8 Ekim tarihinde Avrupa Parlamentosunda Bulgaristan Durum Değerlendirmesi onaylamasında gördük.
Makedon oldukları için Çarlık devrinde zülüm gören, sosyalizm yıllarını da aynı nedenle hapishanelerde geçiren Bulgar Makedonlarının milli kimlik davasının haklı olduğuna Strazburg AİHM’den 40 karar çıkmasına ve Avrupa Konseyinin özel bildiri yayınlamasına rağmen, bu gerçeğin tanınmasına yine de karşı oy kullanılması Bütün demokratik Avrupa’yı şaşırtsa da Bulgaristan’da alkışlandı. Bu konuda HÖH milletvekillerinin “tarafsızlığı” ise Bulgaristan Müslümanlarını her zaman olduğu gibi bir kez daha şok etti. Bu örnekler ülkede çok sert bir baskı olduğuna, ekonomik liberalleşmenin kendiliğinden insan haklarında ve politik bilinçte değişikliklere götürmediğine kanıttır. Bulgaristan Müslümanları isimlerini ve dinsel haklarını totaliter komünist diktatörlüğü devirerek elde etmişlerdir. 1990’la gelen yeni sistem azınlık hak ve özgürlüklerinde, hatta azınlıkların doğal hakkı olan anadillerinde konuşma, okuma ve yetilme hakkına bile yasal yaşam hakkı tanımamış baskılarını şiddetlendirerek sürdürmüştür.
Son 30 yılda Bulgaristan’da 16 olağan ve erken meclis seçimi yapıldı. 2009 milletvekili seçildi. 1992’de Prof. Lüben Berov, 2001’de II. Semeon ve 2005’te Sergey Stanişev başbakanlığında kurulan hükümetlere bakan ve başbakan yardımcılarıyla katılan HÖH partisi Bulgaristan Müslümanlarının kimlik sorununa ve kültürel haklarına ilişkin hiçbir öneriyi meclise veya bakanlar kuruluna taşımadı. Öte yandan insanlarımızın ana geçim kaynağı olan tütüncülük ve hayvancılığın dibine kibrit suyu döktü ki, acısı halkımızın yüreğini hala dağlıyor. Bulgaristan’da Türk kimliğine nefes alma hakkı tanımayan bu tutuma karşı başkaldırı 1993’te HÖH Kırca Ali Milli Konferansında Başkan Ahmet Doğan’ın “ebedi başkanlık” talebine karşı başkaldırıyla başladı. Bu dava 20 bine yakın mert Türk milliyetçisinin partiden ayrılmasına ve yurdu terk etmesine neden olurken, Ahmet Doğan’ın bu baskılarda devlet kolluk güçleriyle el ele vermiş olduğu ortaya çıktı. İç protesto partinin 5 kez parçalanmasına neden oldu. Kasim Dal ve Lütfi Mestan olayları son örneklerdir. 2014 seçimlerine kadar Türkler hem memlekette hem de anavatanda hep HÖH partisine topluca oy verdiler ve milletvekilli sayısını 39’a, belediye ve muhtarlıklarda seçilmiş kadro sayısını da 1000’e çıkaran Türkler, bundan 6 yıl önce HÖH’ten siyasi olarak soğudu. 2017’de yapılan son seçimlerde iktidar partisi GERB Türklerden 150 bin oy aldı ama o da Başbakan Yardımcıları Türk olacak dese de sözünde durmadı. 2021 Martında yapılacak olağan genel seçimde “Evet, Bulgaristan!” ve “Cumhuriyetçi Bulgaristan” partileri etnik azınlıklarla yakın çalışmaya el uzatıyor.
- Soru: Kadir CANPOLAT; Türkiye Bulgaristan’a yardımlarda bulunuyor mu? Halk olarak ve kurumlar olarak. Bu konuda görüşleriniz nelerdir?
Cevap Rafet ULUTÜRK; Türkiye bir defa Osmanlı devri geleneklerine bağlı kalarak 100 yaşına uzanan Cumhuriyet devrinde de Bulgaristan’la ilişkileri hassas konu olarak görmüş ve özel bir yerde tutmuştur. Bulgar Çarlığını ilk tanıyan Osmanlı devletidir. Birinci Dünya Savaşında Makedonya ve Dobruca Cephesinde iki devlet omuz omuza savaşırken, Bulgaristan Müslümanları da tabyalardaydı ve 9 656 şehit verdi.
1913’te Bulgar devletinin zor kullanarak Pomak Müslümanların yarısını topraklarından kovup diğer yarının da isimlerini değiştirip, dinlerini yasaklayarak hepsini Hıristiyan yapması faciasına diplomatik çözüm bulan Osmanlı’nın Sofya askeri ataşesi Yarbay Mustafa Kemaldir.
20.Yüzyıl boyunca Pomakların Türkleri, Tatarların da isimleri ve Gagavuzların da gelenekleri, tarihsel-kültürel birikimi, halk medeniyeti reddedilip yok edilmeye çalışıldı. Hem monarşi hem de komünist dönemde baskı, terör, zulüm içerikli soykırım denemesi, iş savaş boyutunda Bulgarlaştırma saldırıları kesilmemiş ama 12 defa geri püskürtülebilmiştir. Kuşaktan kuşağa geçen bu sert mücadelede Türkiye devletinin varlığı her bir fert tarafından her zaman ve her yerde hissedilmiştir.
Türkiye devletinin Bulgaristan’a yardımları asla kesilmemiştir. 1990’dan son Bulgaristan ekonomisi ve maliyeti çökünce ilk tüketim ve üretim malı kredisi Ankara’dan geldi. İki taraflı ana yol, tünel, köprü, metro, modern semt, AVM gibi inşatlarda Türk holdingler işe el koydu. Birçok sanayi tesisine Türk şirketleri sahip çıktı. Karma bölgelerde işsizliğin ağır yükünü üslendiler. “Şişe Cam” devinden sonra, “Teklas” Bulgaristan’da 7. sanayi işletmesini kurdu.
2004’te Bulgaristan’da NATO yolunu açan Türkiye devletinin meclis kararıyla verdiği garantidir. 2015 yılından sonra sığınmacı ve ekonomik göç selinin Bulgaristan’ı boğma tehlikesi belirdiğinde, Türkiye yolu kesmiş ve Bulgaristan’ı istiladan korumuştur.
Türkiye’den Belediyeler, STK’lar ve vakıflar Ramazan ve Kurban Bayramlarında her zaman Bulgaristan’da iftar açmış, kurban kesip dağıtmıştır.
Yüzlerde gencimiz Türkiye’de eğitim ve öğretim aldı.
Elektronik çağ olanaklarından yararlanan Türk kültür ve sanatı Bulgaristan’ı adeta esir aldı. Demokrasi yıllarında Türkiye Bulgaristan sınırında Bulgaristan vatandaşları için vizesiz giriş çıkış Edirne’yi Bulgar pazarı şeklinde geliştirdi. Türkiye ekonomisi zor günlerde Bulgaristan’da her haneyi adeta himaye altına almış ve yiyecek giyecek sıkıntısı yaşatmamıştır.
Devamı