Her Şeyde Bir Hayır Vardır!
Renginar GÜLER
26 Nisan 2020
Yazılarımızda yeri geldikçe Bulgaristan’da yalnız azınlıkların değil, Bulgar halkının da devletten ve hükümetten, kurumlardan uzaklaştığını, soğuduğunu yazdık. Bu yobazlaşma hele Müslüman azınlığa karşı özünde ırkçı milliyetçilik gibi nedenlerle kendini ötekileştirme şeklinde kışkırtılırken, fakirlik, yoksulluk ve çaresizlik de kendiliğinden bir soğuma ve yabancılaşma, güvensizlik getirdi.
Bizimki, 50 yıl geçmişi olan psikolojik bir süreçtir. 1972-73 yıllarında Pomaklara isim, din, gelenek ve yaşam biçimi değiştirme saldırısı ağır yaşanmıştı. Kanıma göre, Bulgar topluluğu bir millet olarak oluşamadığını, 1878’de kendi devletini kendisinin kuramamaması, İlk Prens Aleksandır Batenberg’in dış ülkeden gönderilmesi, Anayasa metninin Berlin 1878 Anlaşmasından kopyalanması ve kendi anayasası olmayan Rusya Çamlığı’ndan 1879 Anayasasına onay istenmesi Bulgar topluluk hafızasında çizgiler bırakmıştır. Ferdinand’ın da Avrupa’dan gelip Prens ve Çar olması ve memleketi felaketten felakete sürüklemesi unutulamayan olaylardır. Bu örnekler topluluk olarak Bulgarların yetersizliğine, devlet kurmaya olgunlaşamadıklarına kanıt ve işaretlerdir.
Bu psişik olgunluk birikimi eksikliğinden kaynaklanan 1984-1989 soykırım faciası bir insanlık suçudur. 1991’de devletin Türk azınlığından ve Müslüman nüfustan özür dilemesi büyük bir suça, toplumun kendini kendini mutlaka arıtması gerektiğine işarettir ki, bu olmamıştır. Bunlar oluşan ve aşılamayan bunalımlardır. Suçlular ortada dolaşırken azınlıkların seferber edilmesi olanaksızdır.
Ardından 1996’daki mali çöküş, 2002 yılındaki ekonomik çöküş gibi bunalımlar yaşandı ki, halkın umut yıldızı söndü. Tam o zaman şair Geo Millev’in “Bu Gece” şiiri dillenmişti: “Kara gecenin ölü bağrından yüzyıllarca birikmiş köle hiddeti doğar!” demişti şair. Parlamento camları indirilmişti.
Boyko Borisov’u iktidara taşıyan, “kaçırılan ve mezarda tutulurken, kulakları ve parmakları kesilerek fidye için evlerine gönderilenlerin feryadı oldu.” Todor Jivkov’tan kaçan halk yeni “kurtarıcısını” aramıştı.
Bugün çocuklardan ve yaşlılardan boş kalan parklarda köpeklerin pislemeye devam ettiğini görenlerin öfke girdaba hareketleniyor. Yedekler biti bitecek. Açlık kapıda, “geldim” diyor. Gazeteler, 150 çalışanını işten atmak zorunda kalan bir patronu tımarhaneye düşüren ruh halini öykülüyor.
Krizi en kolay atlatacak olanlar:
Yaşı 60 üstü, eli öpülesi büyüklerimizden söz etmiyorum. Henüz yaşları 35 olanların da değer yargıları artık biçimlenmiş olduğundan değişiklikleri zor kavrayacaklarını düşünüyorum. “Onlein nesil” dediğimiz, serserilikleriyle sevdiğimiz genç kardeşlerimiz en kolay atlatabilecekler şimdiki bunalımı görüşünü savunuyorum. Tüm değerler değişiyor. Belki de yakında o çok kıymetli olan “kâğıt para” artık olmayacak. Vaktiyle “votka” içmeye alışanlar, bizde Çin lokantalarına artık alıştılar…
Bunalımın Bulgaristan’daki özellikleri arasında en kötüsü, yeni döneminde bilgisayar kullananların artmaması, evlerinde bilgisayar olmayanların hareketlenmemesi oldu. Elektronik eğitim sistemi hemen tutmadı. Bilgisayarla ilgili hem olumlu hem de olumsuz propaganda yapılması etkisini gösteriyor. Smartfon telefonlara da tamamen geçiledi.
Güven eksikliği.
Bu açıdan yapılan bir eleştirel analiz için 2020 yılı karakteristik çizgiler getirdi. Toplumsal güvende bir gevşeme ve dökülme var. Ülkeyi bugün yöneten Cumhurbaşkanı, Başbakan, kabine, parlamento sanki git gide kendiliğinden bir yana çekildi. Sustular. Toplanmaz oldular. Toplansalar da “kavgalarında” ateş yok. Sanki “biz buraya kadardık” diyorlar.
Virüs haberleri hava durumu yetine oturdu.
Yağmurlu veya güneşli havaya ilgi yok. Herkes evinde kapalı. Ön plana asker üniformalı, başlarında Rus ya da Sovyet tipi siperli şapka, omuzlarında yüksek rütbeli subay apoletli kişiler TV ekranlarında… Yeni simalara alışıyoruz. Korona Virüs haberlerini sunan Tuğgeneral, Profesör, Doktor Venzislav Mutavçiyski hava durumu sözcüsü gibi. Ekranda rüzgarın nereden estiği anlaşılmadığı gibi, millet savdı mı, savacak mı belli değil! “Aşı”, “ölü sayısı”, “yeni salgın ocakları” her cümlede özne. Bu gece de Köstendil şehrinde yeni bir virüslü ocak bulunmuş. Sanki doktorlar define arıyor…, 12 kişi hastaneye kaldırılmış. General Mutafçiyski halkı “korkutmamak” için virüslü bilgi vermiyor, çünkü Tıp Komisyonu üyesi profesörlerden biri “45 – 50 bin kişi ölebilir” deyince görevinden alındı. Öyle ama gerçekler er geç duyuluyor. Örneğin 35 sene önce patlayan Ukrayna/Çernobil Atom Elektrik Santrali radyasyonundan Avrupa kıtasından toplam 1.6 milyon (bir milyon altı yüz bin kişi) hayatını kaybetti.
Neyse, zaten şu anlattığım başlıkların hepsi kötü haberdi. Altın apoletliler derken, Avrupa ülkeleri totaliter diktatörlüğe dönüyor demek istemiştim. Avrupa Birliği’nin içi pörsük çıktı. Nüfusu yaşlanmış, teknolojisi eskimiş, bürokrasisi hantal bu birlik esneklik gösteremedi. Çin’den maske taşırken yoruldular, gözden kaçmadı. İtalya, İspanya ve Fransa verdikleri şu ölüm kalım savaşımından sonra Brüksel’de masaya vurup hesap soracaktır kanısındayım. Kıtasal bürokrasi değişir ve yerine generaller oturursa ekonomik bunalımlar derinleşir. Avrupa Müttefik Kuvvetleri kurulamadığından başa geçmeye hevesli ADAM da yok.
Bulgaristan’da da ne ekonomiyi ne de manevi yaşamı yönetme kabiliyeti olmayan şimdiki yönetimden “toplumun” yani geniş halk kitlesinin hesap soracağına, yorgun düşen topluluğumuzu diriltecek, ruhen yüreklendirecek yeni kuşağın en yetenekli kadrolarını öne çekeceğine inanıyorum. Burada sorun şimdiye kadar iktidarlara kol kanat olamayan, danışmanlık bile yapamayan yerli Türklerin, Pomakların ve Romenlerin kapı çalan yeni günlerde toplum, devlet ve hükümet, kamu yönetiminde hak ettikleri yeri alıp alamayacaklarıdır. Sorun budur. Çünkü tek dilli, tek milletli devlet formülü tamamen eskidi, zamanını doldurdu ve çöktü. Bulgaristan’da çok kültürlü, tüm azınlıkları birleştirecek yeni bir yapılanmaya ihtiyacı var. Bu arada kimliklerin tanınması yani Türkün Türk oluşu, Romen’in de Romen olduğu tanınmalı! Anayasa ve yasallar ilgili bireysel ve kolektif hakları tüm azınlıklara tanımalıdır.
Beni şöyle anlayabilirsiniz. Avrupa kıtasında şu an yaşayan 170 dil var. Avrupa Birliği bunların ancak 27’sini tanıdı. AB’nin, konsey, birlik ve meclis, yargı organları nezdinde resmen kullanılan dillerdir bunlar. Birliğin tek geçerli ortak bir resmi dili yok. İngilizce sivrilmişti. “Brekzit” olayından sonra üye olmayan bir ülkenin dili AB resmi dilidir demek olmaz… Forum ve panellerde çevirili konuşuyorlar. Ama o kadar. Kararlar azınlıklara kendi dillerinde indirilmiyor. İnsanlar ne olduğunun farkında değil. Bunalımlardan süzülen bulanık su aktıkça akıyor.
Bu arada etnik azınlıklar kendi dillerini (147 anadil) konuşarak kıt kanat yaşamaya çalışıyorlar. Örneğin Bulgaristan’da devletin tanımadığı ve konuşulmasına yasak koyduğu, alfabesi olmayan, okulsuz, kitapsız 7-8 anadil var. Bu topluluklar yakında ülke nüfusunun % 50’den fazla olacak. Ve Bulgaristan’da zalim T. Jivkov döneminde olduğu gibi, olağanüstü durum ve sokağa çıkma yasaklarıyla başlayan çember sıkma ve giderek sertleşen diktatörlükte yerli anadiller konuşturulmayınca çözülüp sönecekler ve bütün Avrupa baştanbaşa yeni bir manevi bataklık haline gelecek. Bildiğim “devlet çökmeden din çökmez” diyenler var, ama kültür çökerse devlet çöker. Fakat bu gerçeğin kitabı henüz yazılmamış… Sofya Üniversitesinde Bulgar Kültürü Fakültesi yok. Sözde, Avrupa’ya kültür dağıtan hep Bulgarlar olduğundan ama kime ne kadar verdiklerini hesaplayamadıklarından dolayı Kültür Fakültesini açamamışlar. Günlük planlarla “günübirlik” yaşamaya başladığımızda, toplumlar körelecektir. Uygulanan yasaklarda ufuk ve ışık yoktur. Şimdiki umudumuz, şeytanın kesesindeki altınlar gibi, kese açılsa içinde kuru yapraklardan başka bir şey olmadığını göreceğiz. Sorun budur!
İş bununla da bitmiyor:
Korona virüs krizinin ardından ekonomik ve mali bunalım, ardından politik bunalım ve daha da sonra ama çok yakında psikolojik bunalım baş gösterecek. Şimdiki kırılma çok derin. Yalnız bir örnek vermek istiyorum: Evimize kapanıp biz bu işleri elektronik temas ve karar oylamakla da hallederiz havasına girenler, Mart sonunda Avrupa Parlamentosunda TİR taşımacılığıyla ilgili bir yasayı uzaktan onaylayıp kabul ettiler. Bu yasaya göre, ekonomik bunalıma girilmesi beklenen Eylül 2020’den sonra, 200 000 (iki yüz bin) Bulgar TİR sahibi, şoför ve aileleri ülkeyi terk etmek ve Batı Avrupa ülkelerine taşınmak zorunda kalacaklar. Eğer bunu yapmazlarsa gelirleri 2-3 defa azalacak ve iflas edecekler. Bulgaristan GSMH-nın % 15’ni bu tek darbeyle kaybedecek. 1989’dan sonra tarım ve sanayi çöktü ama insanlar da dış ülkelere çıktığından ve ailelerine geri para göndermeye başladıklarından nasılsa dayana dayana şu günlere geldik. Fakat AB’den gelen bu ilk darbe hepimizi yere serebilir… Ardından kendini hiç bekletmeden politik bunalım gelecek ve “onlein neslin” temsilcilerinden en seçkinlerini yavaş yavaş lider olarak alkışlamaya başlayacağız. Psikolojik bunalım kapı çaldığında ise hastanelerimizin yarısını ruh hastalıkları tedavi merkezi olacak. Bunu yapmak zorunda kalacağız, fakat bu iş için kadromuz yok…
Bulgaristan’daki politik çözülmeyi ise şöyle değerlendirebilirim.
Halkı, devletten ve kurumlanırken uzaklaşırken kendi tarihini yadsıyor (reddediyor, olumsuzluyor). Tarihinden git gide kopuyor. Bunu önce 19 Şubat’ta milli kahraman, komitacıların başı Vasil Levski anma törenlerinde gördük. Sofya’daki Vasil Levki anıtı önünde hükümet ve parlamento yetkililerinin konuşmaları alkışlanmadı. Sadece Cumhurbaşkanı alkışlandı.
Bundan 6 yıl önce Vejdi Raşidov Kültür Bakanı sıfatıyla aynı anıtın önünde bir anma konuşması yapmış ve Levski’nin bir imzalı kâğıt ve bir de yaka arkasına rozet takarak 4.5 kg. Osmanlı altını toplamış, derken alkışlanmıştı. Raşidov dinleyenlere Levski’nin para istediği kişilere “vermezsen ve devrimden sonra şu rozeti gösteremezsen” öldürüleceksin dediğini söylememişti. Oysa halk can korkusundan altınlarını “devrime” veriyordu. Bu deva hepimizi evimize hapis eden şu virüsün arkasındaki aklın bizden ne isteyeceğini merak ediyorum doğrusu…
3 Mart 2020’de Osmanlı ve Rusya İmparatorlukları arasında yürütülen 1877-78 Plevne Savaşından sonra “Özgürlük Anıtı” (1934’te) tam 50 yıl sonra Koca Balkan’ın “Şipka Tepesi” nde kuruldu. Bu sene mitingine toplanan olmadı. Demek oluyor ki, Bulgarlar artık 1878’de “özgür” olduklarına inanmıyorlar. “Tuna Boyu Eyaleti” kurmak isteyen Rusya İmparatoru II. Aleksandır’ın planları ve hayalleri artık açıklandı ve herkesçe biliniyor. Bu savaştan sonra Bulgaristan halkının daha önce tarihinde hiçbir zaman görülmemiş şekilde soyulduğu ve kölelik prangalarına takıldığı da ortadadır. Bu yazdıklarımın gerçek olmadığını anlatan yeni kitaplar yazılmıyor.
9 Eylül 1944’te Bulgaristan ikinci kez Rus (Sovyet) esaretine düştü. Modern köleliğin tekrarlandığına halen yaşayan kuşak tanıktır. İşte bu ortamda Bulgaristan halkı Rus ve Sovyet esareti dönemlerinden ülkede kalan tüm anıtların yıkılmasını ve 3 Mart gibi uydurma bir anma günün Milli Bayram olmasını istemiyor. Yıkılacak olan anıtlar listesinde komünist diktatör Todor Jivkov’un “Pravets” kentindeki 4 metre yüksek anıtı ve büstleri de bulunuyor. Komünist dönem anıtlarından Bulgaristan’da artık yıkılanlar var.
1990 yılının Ağustos ayında, Komünist Partisi ve III. Komintern lideri, 1946-1949 yılları arasında Bulgaristan Başbakanı olan Georgi Dimitrov Sofya’daki mozolesinden çıkarılıp yakıldı ve külleri Sofya Merkez Mezarlığına gömüldü. 1999 yılı ağustosunda Mozolesi yıkıldı.
26 Nisan 2020 tarihinde Bulgaristan Komünist Partisi tarafından 1989 öncesi Sofya’da kurulan 10 katlı komünist basım yayım ve propaganda merkezi de temellerine konan bombalarla havaya uçuruldu. Fakat komünist totalitarizmin ana kaleleri olan BKP MK’si, il ve ilçe merkezlerindeki parti komiteleri binaları şimdi belediye merkezleri ve parti ofisi olarak kullanılmaya devam ediyor.
Kırcali’de BKP İl Komitesi ofisinden Belediye Başkanlığı yapan HÖH Başkan Yardımcısı Hasan Aziz 3 Mart kutlamalarında en fazla heyecanlanan yeni Bulgarlardan birisi. Belediyenin Saat kulesi her saat Türklere sövmesine devam ediyor, bunu gören duyan hala yok…
Mevlâ görelim n’
Bununla birlikte BKP MK’nin kadro eğitim merkezi olan Toplumsal Bilimler ve Sosyal Yönetim Akademisi de halen Sofya’da multi milyoner Georg Soros’un finanse ettiği Yeni Bulgar Üniversitesi olarak kullanılıyor.
Yaklaşan yeni kutlama tarihi ise 6 Mayıs “Ordu Günü” – milli bayramıdır. Bu yıl korona virüs nedeniyle askeri gövde gösterisi yapılmayacağı açıklandı.
Böylece birer birer olmakla “şanlı” Bulgar tarihini havalarda uçurup göklere çıkarma olanakları sönüyor, halk normal hayatında normal bir gün yaşama fırsatını değerlendiriyor. 6 Mayıs aslında Türklerin ve Bulgarların at koşusu günüdür. Köylerde at yarışları düzenlenir, ödül törenleri yapılır ve sonra katılımcılar çevirmeye toplanırdı. Bu halk geleneğini yaşatmak topluma birleşme ve dostlaşma yolu açma bakımından çok daha umut vericidir…
Öte yandan, korona virüsü ile ilgili Bulgaristan’daki kısıtlayıcı önlemler 27 Nisan (Pazartesi) günden itibaren kısmen kaldırılıyor. Parklar sabah saat 7’e kadar köpek gezdirmek, 7-18 arasında da çocuk ve yaşlılar için sosyal mesafeyi korumak, oyun alanlarını kullanmadan ve peykelere oturmadan istifade etmek için açılıyor. Parklarda polis gözetimi devam edecektir.
Okuyanlara teşekkürler.
Paylaşmayı unutmayınız.
Korona belasına bire bir gelen en etkili ilaç, hala evde kalmaktır.
İstemlere uyalım ve sağlığımızı koruyalım.
Kendinize iyi bakınız.