Hafızanın Canlandırılması: Özsoy Operası’nın Zamanlaması

Berna KAYA

İki gün önce Bir Cumhuriyet Şarkısı filmini izledim.
Bugün İsrail-İran gerilimi haberiyle karşılaştım.
Tesadüf mü? Belki.
Ama bu zamanlamaların kamuoyu duygusunu nasıl şekillendirdiğini düşünmeden edemedim.

İletişim tarihinde, kültürel hafızanın siyasi amaçlarla yeniden dolaşıma sokulması yeni bir yöntem değil. Ancak zamanlama, her şeydir.
Bugün Netflix’te yayınlanan Cumhuriyet Şarkısı filmiyle birlikte Özsoy Operası’nın yeniden gündeme gelmesi, yalnızca sanat tarihiyle ilgili bir rastlantı gibi görünmüyor. Bu, aynı zamanda Türkiye ile İran arasında bir zamanlar inşa edilmiş olan “modernleşme kardeşliği”nin halk nezdinde yeniden hatırlatılmasıdır.

1934 yılında, Atatürk’ün doğrudan isteğiyle bestelenen ve İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Türkiye ziyareti için hazırlanan bu opera, sadece bir sanat eseri değil; diplomatik bir jesttir.
Bir ulusun hem Batı’ya açılma hem de bölgesel liderlik kurma iradesinin estetikle ifade edilmiş hâlidir.

Peki bu tarihsel bağ şimdi neden tekrar dolaşıma giriyor?

Yanıt belki de şurada gizli: Türkiye’nin İran’a karşı kültürel hafızası tazelenirken, kamuoyunun duygusal kodları da yeniden şekillendiriliyor. Ve bu, yalnızca geçmişi onurlandırmak için değil; bugünü yönlendirmek için olabilir.

Jeopolitik gerilimlerin yoğunlaştığı her dönemde, kamuoyunun yönlendirilmesi salt haberlerle değil, duygularla yapılır. Bu bağlamda Özsoy Operası’nın yeniden dolaşıma sokulması yalnızca bir “kültürel hatırlatma” değil, aynı zamanda bir yakınlaştırma stratejisidir.

Önce yakınlaştırılır:
Birlikte geçmiş bir tarih, kardeşlik vurgusu, ortak bir modernleşme süreci…
Ve sonra kırılır:
Bugünkü İran artık aynı İran değildir. “Bir zamanlar böyleydik, şimdi ne hale geldiler?” söylemiyle halkın zihninde mesafeli ama empatik bir konum inşa edilir. Böylece Türkiye halkının İran’a dair değerlendirmesi, yalnızca siyasi değil, duygusal bir tabana da oturtulmuş olur.

Bu da tarafsızlık ilkesinin, kamuoyunda sorgusuz bir aidiyet duygusuna dönüştürülmesini kolaylaştırır.

Tıpkı Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi, bugün de kültür ürünleri sadece geçmişi anlatmak için değil; geleceğe dair bir yönlendirme yapmak için sahneye çıkar.

Kültürel yakınlık vurgusu, sadece birleştirici değil, yönlendirici de olabilir. Özsoy Operası gibi tarihsel hafızaya kazınmış bir eser, bugün yalnızca bir dostluk hatırlatması olarak değil; aynı zamanda bir kamuoyu mühendisliği aracı olarak yeniden sahneye sürülüyor olabilir.

Çünkü algılar, duygusal altyapıyla şekillenir.
İran-Türkiye ilişkilerinin geçmişteki “modernleşme dostluğu” üzerinden yeniden hatırlatılması, İran’a dönük Batı merkezli dışlayıcı tavra karşı halkın gönlünde bir yumuşama yaratma hedefi taşıyor olabilir. Bu da, İsrail’in bölgede yalnızlaştırmaya çalıştığı İran’ı, Türkiye kamuoyunun gözünde “yabancılaştırılamayan” bir aktör hâline getirir. Toplumun duygusal belleği üzerinden bir denge kırılması yaratılarak, tarafsızlık ilkesi içten içe aşındırılıyor olabilir

Bir yandan tarafsız görünmek, öte yandan İran’a yönelik olası askeri ya da diplomatik adımlarda “halkın gönlünün razı olmayacağı” bir pozisyon inşa etmek.

Peki, bu hafıza gerçekten barışa mı hizmet ediyor?
Yoksa bizi, farkına bile varmadan bir cepheleşmenin içine mi çekiyor?

Unutmak, bir tercihtir; hatırlatmak ise çoğu zaman bir stratejidir.