Gölgede Oturanların Rahatı
Tarih: 16 Haziran 2019
Yazan: Oya CANBAZOĞLU
Konu: Daha güzel Türkçe öğrenme yolları arıyoruz.
14 Haziran’da Bulgaristan’ın en büyük Üniversitesi olan “Sv.Sv. Kliment Ohridski” Dil Öğretim Kürsüsü’nde özel bir toplantı yapıldı.
Alınan yeni bir kararla, yurt dışında yaşayan ve anadilini öğrenmek için gerekli koşulları bulamayan ya da Bulgarüniversitelerinde okumayı arzulayan gençler için 2 veya 3 aylık Bulgar dilini geliştirerek mükemmelleştirme, öğrenme kursları açılıyor. Bu kurslar bedava olacak ve yurt dışında yaşayan Bulgaristan Vatandaşı gençlere yeni olanaklar sunuyor.
Bu gençlerin Bulgaristan vatandaşlığı alması sorununa da yeni çözüm sunuluyor. Bundan sonra Bulgar soy kökü aranmayacak, vatandaşlık almak isteyenlerden B-2 düzeyinde Bulgarca sertifikası istenecektir. (Bundan böyle Bulgaristan vatandaşlarının dış ülkede doğan ama Bulgarca bilmeyen çocuklarına vatandaşlıklarını ve Avrupa Birliği vatandaşlığı haklarını kısıtlamaya gitme düşünülmüş olabilir. AB ülkelerinde dünyaya gelen Romen çocuklar Bulgarca öğrenmezse Bulgar vatandaşlıklarını kaybedebilir. Bulgar dilini bilmek her konuda birinci plana çekiliyor notumuz dur)
“Bulgar bilim adamlarının aldığı kararda “ dil bilgisi milli şuurun korunmasında en önemli unsurlardan biridir,” deniyor. Bu konuda ciddi hazırlıklar yapılmış. Bilim adamları öğretmenlerle birlikte çalışarak 500 sayfalık bir Bulgarca alıştırma kitabı hazırlamışlar. Değişik konuşma, soru cevap, dinleme vb metinler yardımıyla Bulgar dilini iyi bilmeyenlere yardım ediliyor ve hazırlıkları tamamlanıyor. Yurt dışında Bulgarca lehçelerini öğrenenler bu kurslarla edebiyat diline taşınacak, üniversite eğitimlerine yabancı bir dilde devam etmelerinin yolu kesilmiş oluyor. Eğitimlerinde, dolayısıyla düşünme tarzlarının özüne ve tabanına Bulgar dili kazandırılıyor.
Bu sorun, biz Bulgaristan Türk gençleri için olağanüstü önemlidir. Biz çocuklarımızın Bulgarca öğrenmelerine karşı değiliz ama Türk dilinin genç kuşağın düşünme ve yükselme dili olması için mücadele etmeye devam ediyoruz. Dış ülkelerde yaşayan Türk çocukların hevesle, merakla, çekinmeden, korkmadan Türkçe öğrenme yolu henüz açılamamıştır, formül bulunamamıştır, özendirme yöntemlerinin kör olduğu kanısındayız.
Dış İşleri Bakanımızın Tekirdağ’da veya Büyük-elçimizin Kırca Ali’de Türkiye yatırımlı fabrika açılışında yaptığı konuşmalarından (kasıtlı olduğuna inansak da) “Türkçe sorunu” yaşanması, ortada kanadıkça kanayan bir yara olduğuna kesin kanıt oldu. Türkiye devleti diğer devletlerde Türkçe konusunu başatıyla aştı. Yunus Emre Dil Merkezleri, kültür kulüpleri açıldı Bulgaristan bunları resmi olarak kabul etmese de, sanat etkinlikleri, başarılı çalışmalar devam ediyor.
Bulgaristan Türklerinde Türkçeye büyük susamışlık var. Bu yaranın pansuman edilmesi için 3-5 kişinin iki dili de bilmesi yeterli değil, Bulgaristan’daki Türklerin hepsinin aynı düzeyde olmak şartıyla anadillerini ve resmi dili öğrenip bilmelerinden geçiyor, geçmelidir. Anadil sevdamız Türkçe sevdasıdır ve asla kurutulamaz…
Yakın ülkelerdeki örneklere bir daha dönmek istiyorum.
1990’a kadar Yugoslavya Sosyalist Cumhuriyetinde resmi dil Sırpçaydı. Günümüzde bu topraklarda yaşayanlar 7 resmi dil ve 8 lehçe konuşulmaya devam ediyor. Boşnaklar Boşnak diliyle devlet kurdu. Kosovalılar Arnavutçayı devlet dili yaptı, üniversiteler açtılar. Makedonlar, Osmanlıdan sonra 80 yıl boyunca anadilimiz Yunan kökenli mi, Bulgarcanın bir ağzı mı yoksa Sırpçanın bir kolu mu kavgası verdi. Ezilmedi. Dayandı. Makedonca uyanan halk sonunda Makedon devleti kurdu. İtirazlara boyun eğmedi. Defalarca devlet ismi değişti. Anıtlar dikti, heykeller yıktı, tarih kavgası veriyor, kültüre takıldı, dine takıldı ama Makedonca anadilimiz ve devlet dilimizdir diyenler devletleriyle artık dünya topluluğunda şerefli yer alıyor. Slovenya ve Hırvatistan, Bosna-Hersek, Karadağ öz dilleriyle NATO ve Avrupa Birliği üyeliğine ilerliyor. Kimse onlara, sizin resmi dilinizi konuşanlar 2 milyondan az, Arnavutçayı 2. Resmi dil etmişsiniz demedi. Bütün bu devletler anadili resmi dile büyütme kavgası verdi, galip oldular. Mücadele renklenmeye devam ediyor. Kanada’da 2 resmi dil var – Fransızca ve İngilizce.
Dil konusunda, tarihsel açıdan, biz Bulgaristanlı Türkleri çok şanslıyız. Çağdaş Türkçenin ana direkleri bizim suyumuzdan yükseldi. Namık Kemal, Yahya Kemal, Nazım Hikmet ve daha binlercemiz ve Osmanlı dil denizinde patlayan volkanı gemleyenleriz. Yeni Türkçeyi önce Tüm Türk Dünyasının resmi diline yükseltme davamız devam ederken, Biz Bulgaristan Türkleri bu davanın içinde yer almakla mutluyuz.
Ve bugün birbirinin üstüne çıkıp, boğa bildiğini boğmaya çalışanlara hem şaşıyor hem de gülüyorum.
Bir an, daha derin bir nefes alıp, 1453’e kenetlenip düşünseler. Türk ırkının tarihsel zaferlerinden en büyüklerini birlikte düşünsek! Osmanlı kahramanları 8 Haçlı seferini durdurup Bizans İmparatorluğunu tarihe gömmemiş olsaydı, inanınız bugün ne Bulgaristan, ne Makedonya, ne Karadağ, ne Sırbistan, ne Hırvatistan ve ne de Slovenya veya başka bir Balkan ülkesi ya da devleti olabilirdi. Hepsi özünü ve renklerini, özünü ve şeklini kaybedecek ve Bizanslaşacaktı.
Bugün üzerine basıp da “büyük olan benim” demek ve boyunu göstermek için basmaya sandalye arayan devletçiklerden her biri Osmanlı bahçesinde açmış bir çiçek olduğunun bilincine varabilse, yukarıda anlatmak istediğim sorunların hiç biri yaşanmaz. Çünkü hiçbir çiçek başka bir çiçeğin yerini alamaz, rengiyle açamaz ve kokusunu saçamaz… Biz bugün dil yumuşaması, tavır yumuşaması ve adaletin sağlandığı yerde çok kültürlülüğün açmasını bekleyenlerdeniz. Her dil bir çiçektir, açamazsa solar, kurur. Yapılan bir kötülüktür…
Ben bütün dillere hayran biriyim. Haber aldım, Fransızlar ve Almanların İngilizce hevesi sönmüş. İngilizce öğrenmekten vazgeçmişler. Yapılan anketlerde “ dilimizi yok ediyor.”, “özümüzü kemiriyor” cevabı vermişler.
Bu tepki bir bilinç düzeyidir. Kendilerine saygı duymalıyız. Biz, Bulgaristan Türkleri, “Türkçemiz İngilizceden” değerli bilincine vardığımızda, Türk dili sorunumuz kendiliğinden çözülmüş olacaktır. Aşağıdaki satırları dikkatle okuyunuz lütfen.
XXI yüzyılda okunan bir yazar var. Lübnan doğumlu Amin Maalouf. Fransızca yazıyor ve bütün Avrupa’nın yazarı olduğunu söylemekle gurur duyuyor. 20 eseri var. Hepsi Türkçemize kazandırılmıştır. “Arapların Gözünden” eserinde, Firavun II. Ramses Devrinde (1302 – 1213) İngilizcenin doğuşuna yer vermiş. Firaun, kariyerlerde taş çıkaran, inşaatlarda çalışan işçilerle temasta güçlük çekiyormuş. Bir gün saray gölgeliklerinde serinlerken çene çalan bilginlerin rahatını bozarak “beni şu kölelerle anlaşabileceğim çok basit ve üretken bir dil icat edin” buyurmuş.
Bilginler az çalışmış, çok çalışmış ve bugünkü İngilizceyi yaratmışlar. Grameri basit ve yeni kelimeleri kolay üreten bir dil. Birkaç bin yıl en alt sınıfın konuştuğu bir dil olan bu yeni dil zamanla dirilir ve Büyük Britanya’nın üzerinde güneş batmayan imparatorluk olmasıyla “dünya dillerinden” biri olmuş. Tarihte Amerika ile ilk resmi deniz anlaşmaları Osmanlıca kaleme alınmış ve imzalanmıştır. Osmanlıca, Doğu medeniyetlerini, İslam Dini’ni, Türk kültürünü Asya kıtasından Avrupa ve Afrika’ya taşımıştır. 19. Yüzyılda 17 ülkenin resmi dili İngilizce iken bugün ancak İngiltere, Birleşik Amerika, Avustralya ve Kanada’nın yarısında resmi dildir. Dünya sürekli değişiyor. Bütün Türk Dünyası Latin harflerine geçti, Türkçe dünyanın en büyük dillerinden biri olarak biçimleniyor. Avrupa kıtasında Türkiye’den başka 82 milyon nüfuslu ve tek dil konuşan başka bir devlet yok, ayrıca Avrupa’nın batısında 5 milyon kişi de Türkçe konuşuyor.
Dünyada en güçlü ve en büyük dillerinden birisi olmasına ve yeni ihtiyaçlara anında cevap verebilecek kelime üretme kabiliyetine sahip olmasına rağmen günümüzde bütün diller gibi Türkçe de İngilizceden olumsuz etkilenmekte ve zarar görmektedir. Bu İngilizcenin gücünden daha çok Türkçenin Türk aydınlarınca, öğretmen ve memurlarınca, bizdeki parti yönetici ve kadrolarınca yeterince tanınmamasından ve gücünün farkında olunmamasından kaynaklanmaktadır. Türkçe yapısı itibarıyla her ihtiyaca cevap verebilecek bir yapıdadır. Bu sayede bu güne kadar ihtiyaç duyulan bütün yeni kelimeler üretilebilmiştir. Bundan sonra da ihtiyaç belirdiğinde yeni Türkçe kelimeler üretilecektir. Yeter ki, biz Türk milleti olarak dilimize sahip çıkalım, öğrenelim ve öğretelim. Türkçeye zarar veren davranışlardan kaçınalım. Örneğin cümlede bir söz Türkçe kullanırken, ardından gelen ikisine Bulgarca eklemeyelim. Bizim en büyük zenginliğimiz anadilimizdir, onu başka dillere ezdirme ve kemirtme hakkımız yoktur.
Şu asla unutulmamalıdır ki, güçlü medeniyetler güçlü dillere sahip olmakla olur. Türk milleti, dolayısıyla Türk dili imparatorluklar, devletler, kültürler, din ve medeniyet dilidir, hoşgörü ve diyalog, anlaşma ve uzlaşma dilidir. Biz bundan sonra da güçlü bir medeniyete sahip olmak istiyorsak önce anadilimizi İstanbul dili seviyesine çekip zenginleştirip güçlendirmek mecburiyetindeyiz.
Biz çocuklarımıza yazı dilimizi öğretmeden bu sıçramayı yapamayız. Çocuklarımızı Bulgar okullarındaki Türkçe derslerine yazdırmak, onlara Türkçe oyun sahaları yaratmak, Bulgaristan’da bulunamayan Türkçe kitapları Türkiye Cumhuriyetindeki yakınlarınız aracılığıyla sağlamanız, aile ortamında Türkçe konuşmanız Türkçe TV izlemeniz, bilinen şarkı ve türkülerimizi birlikte söylemeniz, atasözleri ve değimlerimizi daha sık kullanmanız vs gerekiyor.
Son dönemde, Türklüğümüzü söndürmek için Bulgar devletinin özellikle Eğitim ve Öğretim Bakanlığı üzerinden Türk ailelere, okul öncesi çocuklarımıza yoğun bir saldırıda bulunduğunu izliyorsunuzdur. Bu saldırı Avrupa Birliği entegrasyon fonlarından gelen paralarla gerçekleştiriliyor. Bu saldırı çok şiddetlidir. Paralar ailelere, ana-babalara verileceğine ancak domuz etiyle yemek hazırlayan ve böylece bizim Müslümanlığımıza her gün yeni bir darbe indiriliyor. Ana-babaların, nenelerin çocuklarına domuz yedirmek istemedikleri ortadayken, çelişkiler daha da sertleşiyor.
Haklarımızın ve isteklerimizin yasallığını doğrular nitelikte şöyle bir örnek verebilirim. Yukarıda ismi geçen Amin Maalouf, kitaplarının birinde, Hollanda’li Muhammad adlı bir Müslüman NATO askerini anlatırken, ordu içinde ona hiç bir zaman domuz etli yemek verilmediğini, içki teklif edilmediğini, namaz zamanlarında serbest bırakıldığını, Ramazanda oruç tutmasına engel olunmadığı çok uzun ve ayrıntılı bir şekilde anlatıyor.
Bu hafta haber aldım. Razgrad kentinde 3 adet çocuk yemekhanesi açılacakmış. Bu ilde devlet tarafından atanan Valinin Türk asıllı Güney Hüsmen olduğu bilinir. Buna rağmen bu 3 yemekhaneden birinin Müslüman çocuklar için ayrılması ve domuzsuz yemek pişirilmesine emir verilmemiştir. Bu emri sayın Valimizden sabırsızlıkla bekliyoruz.
Bütün dünyada geçerli yasaların bizde işlemediği, ters işlediği, Türk kimliğimize açılan savaşın yıllardan beri arasız devam ettiği, hatta bu kıyımda aydın Türklerden faydalanılmaya devam edildiği, Türklerin oy verdiği siyasi partilerin bu konuda sustuğu, acı bir gerçektir. Bizim belkide şu dönemde içimize çekilmemiz. Durup düşünmemiz, etrafımıza bir daha bakınmamız gerekiyor.
Anadil konumuz devam edecek. Çocuklarını Türkçe derslerine yazdırmamış olan, geciken ana-babalar hemen bu işi bitirsinler. Çocuklarınızın geleceği para pul vs. değil DİLDİR, DİLDİR, TÜRK DİLİDİR. Bunu sakın unutmayınız.
Devam edecek.
Birlikte düşünmeye başlayalım. İnanın bu en büyük gücümüz olacak.
Ben de 2 çocuk annesiyim.
Yavrularımızı kurtarmak ve Türk olarak eğitmek en büyük ödevimizdir.
Dostlarınızla Paylaşınız.
Bizi arayınız.
Sorularınızı bekliyorum.
Teşekkür ederim.