Düşündüren Hikayeler
Tarih: 05.04.2020
Hazırlayan: Semra YUSUFLAROĞLU
Hayat Dediğin Akan Bir Nehir
Bırakın arkadaşlar hayatı aktığı gibi gitsin. Aman dur, dikkat et derken hayat akıp gidiyor farkında bile değiliz. Şimdiye kadar akan zamanı durdura bildiniz mi? Hayır, çünkü bunu başarabilen biri yok. Hayat tüm güzellikleri ve zorluklarıyla beraber devam ediyor. Kimseye de aldırış etmiyor. Siz isteseniz de istemeseniz de bir su gibi akıp yolunu buluyor.
Şimdi bana soracaksınız ben bu süreçte etkisiz eleman mıyım diye? Takibi hayır, siz hayatınıza yön veren kişisiniz öyle olmasaydınız yaprak gibi bir o yana bir buyana savrulur dunuz. Seçimlerinizi siz yapıyorsunuz. Sonrasını da hayat belirliyor.
Peki, bu akış nasıl ilerleyecek?
Tabi ki kontrollü bir şekilde ilerleyecek ama üstünde aşırı düşünmeden, zorlamadan sıkmadan bir kontrolden bahsediyorum. Yaşadığınız her tecrübe size bir şeyler kazandırır. Bir sonraki adımınız için basamak olur. Pencerenizi ne kadar açık bırakırsanız o kadar geniş bir alana hakim olabilir siniz. Kendinizi sıktıkça sadece bir işe odaklanırsınız ve diğer fırsatları kaçırırsınız. Oysaki gelecek diğer fırsatlar sizin için ileride daha iyi olabilir. Sadece açık fikirli olun. Neden olmasın diye düşünün. Kesin, net sınırlar insanları zorlar.
Konfüçyüs, sınıfa elinde dar uzun bir vazo ile geldi. Tüm öğrencilerin görebileceği şekilde elmayı vazonun içinde koyduktan sonra, vazoyu yere bıraktı ve şöyle dedi; Elmayı vazodan çıkarmayı başaran öğrenci, elmayı alabilir. Öğrencilerden biri atıldı ve elini vazonun dar ağzından içeri soktu. Fakat elmayı yerinden çıkaramıyordu sonunda mecburen bıraktı. Konfiçyus elmayı vazodan çıkarmanın bir yolu var mı? diye sordu. Cevap gelmeyince ben nasıl olacağını göstereyim dedi ve vazoyu ters çevirdi. Elma kendiliğinden vazonun içinden yuvarlanıp çıktı.
Öğrenciler çözümün bu kadar basit olması nedeniyle gülmeye başladı. Konfüçyüs,öğrencilerine elmayı göstererek dedi ki: Göründüğü gibi basit değil, bazen bırakabilmek daha zordur. Eğer bir şeyi zorla tuttuğunuzda, ulaşmak istediğiniz şeyi engellediğini görüyorsanız, o zaman onu özgür bırakmalısınız.
Hayata bu şekilde yaklaşmak size neler kazandırabilir bir düşünelim.
1. Hayata pozitif bir şekilde yaklaşırsınız.
2. En küçük şeyde isyan bayrağını kaldıramazsınız.
3. Gelecek fırsatları daha iyi görebilirsiniz.
4. Yaşadığınız hayatı seversiniz.
5. Etrafınızdakilerle çok daha iyi anlaşırsınız.
Bunlar benim aklıma gelenler daha birçok şey ekleyebilir siniz. Lütfen hayatınıza olumlu yaklaşın. Mutluluk ve başarı mutlaka size gelecektir. Adımlarımızı umutla atmaya çalışalım. Böylece hem biz hem de etrafımızdakiler mutlu olacaktır.
********************************************************************************
Çocuk Hikayesi
Sakarya Savaşları’nın ilk günleriydi. İstanbul büyük bir heyecan içinde savaşın sonunu bekliyordu. İstanbul Hilâl-i Ahmer Şubesi (Kızılayı), kendiliğinden İstanbul’da birkaç yerde Anadolu’ya bir yardım kampanyası başlattı.
Şubelerin önünde uzun kuyruklar oluşuyor, herkes gönlünden ne koparsa veriyordu. “Yaz Tüccar Mehmet Bey, on lira lira.!”, “Yaz, Tapu Katibi Süleyman Efendi, yirmi lira.!”, “Yaz Defterdar Hasan Paşa, elli lira.!” Diyerek herkes birbiriyle yarışıyordu.
Bu şubelerden birinde, sıraya on bir, on iki yaşlarında bir de simitçi çocuk girmişti. O gün bütün simitlerini satmış, koltuğunun altına tablasını koymuş, diğer elinde de tablayı koyduğu sehpayı tutuyordu. Sıra ona geldiğinde yardımları toplayıp kaydeden Hilâl-i Ahmer memuru; “Sen ne arıyorsun burada. Çık sıradan.!” Diye çocuğu kovaladı. Çocuk sıradan çıkıp, gene en arkaya geçti. Sıra gene ona geldi. Hilâl-i Ahmer memuru gene: “Oğlum ne işin var burada. Çık sıradan.!” diye bağırdı. Çocuk gene en arkaya geçti. Sıra gene ona geldiğinde; memur; “Gene mi sen ?” diyerek yüzüne sert sert bakınca; çocuk bu sefer gururla başını dikerek bağırdı;
“ Yaz Simitçi Ali, on kuruş..!”
Hilâl-i Ahmer memuru kalktı, göz yaşları içinde, o günkü bütün kazancını, bütün servetini ordusuna yollayan, o küçücük çocuğun ellerini öperek bağrına bastı…
Kimse endişelenmesin, Simitçi Ali’ler var oldukça bu millet yok olmaz…!!!!
“Affın Erdemi”
Bir gün trenle seyahat eden birisi tesadüfen son derece huzursuz olan genç bir adamın yanına oturmuş. Bir sure sonra, genç adam, uzak bir hapishaneden henüz çıkmış bir mahkûm olduğunu açıklamış. Mahkûmiyeti ailesine o kadar utanç vermiş ki, ne ziyaretine gelmişler, ne de bir mektup yollamışlar. Ama fakir oldukları için seyahat edemediklerini, cahil oldukları için mektup yazamadıklarını umuyor; her şeye rağmen kendisini affetmiş olmalarını hayal ediyormuş.
Ailesinin işini kolaylaştırmak için, kendilerine mektup yazıp tren kasabanın eteklerindeki çiftliklerinden geçerken bir işaret koymalarını söylemiş. Ailesi kendisini affetmişse, raylara yakın bir elma ağacına beyaz bir kurdele bağlayacaklarmış. Eğer kendisinin geri dönmesini istemiyorlarsa, hiç bir şey yapmayacaklar, o da trende kalıp Batıya gidecek, belki de bir serseri olacakmış.
Tren, kasabasına yaklaşırken heyecanı o kadar artmış ki, pencereden dışarı bakmaya cesaret edemiyormuş. Kompartıman arkadaşı kendisiyle yer değiştirip onun yerine elma ağacına bakacağını söylemiş. Bir dakika sonra elini genç mahkûmun koluna koymuş,
“Şuraya bak” demiş. Göz pınarlarında biriken yaşlarla gözleri parlıyormuş.
“Her şey yolunda, bütün ağaç bembeyaz kurdelelerle bezenmiş”.
“Şuraya bak “ demiş. Göz pınarlarında biriken yaşlarla gözleri parlıyormuş.
“Her şey yolunda, bütün ağaç bembeyaz kurdelelerle bezenmiş”.
O anda bir ömü zehirleyen tüm acılar, adeta, birden dağılmış, kaybolmuş.
“Afetmezseniz sevemezsiniz. Sevgisiz hayat da anlamsızdır”
***************************************************************************
“Hayatı Iskalamak”
Üniversiteden yeni mezun olmuş bir arkadaş grubu eski üniversitelerindeki profesörlerini ziyarete giderler. Sohbet ilerler. Bir ara konu hayatta karşılaşılan sıkıntılara ve bunların neden olduğu strese gelir. O esnada, misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör mutfağa gider ve büyük bir termos içinde kahve ile beraberinde porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz görünenden pahalı görünene kadar değişik kahve bardakları ile gelir. Elindekileri masaya koyar. Herkes bir bardak seçince, profesör şöyle söyler:
Eminim fark etmişsinizdir; pahalı görünen bardakların tümü alındı ve geriye ucuz görünümlü, sade bardaklar kaldı. Kendiniz için en iyi olanı istemeniz elbette normal bir durum. Ne var ki aslında sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı tam da bu durumdan kaynaklanıyor. Gerçekte bardağın kendisi kahvenin kalitesine hiç bir şey katmaz. Çoğu zaman, sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar. Hepiniz aslında kahve istiyordunuz, bardak değil. Oysa bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız.
Bir an için hayatınızın “kahve”; iş, para ve toplumdaki konumunuzun ise “bardaklar” olduğunu düşünün. Bardaklar nasıl kahveyi tutmak için varlarsa, onlar da hayatı tutmak için varlar. Seçtiğimiz bardak yaşadığımız hayatın kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de. Bazen sadece bardağa odaklanarak bize sunulan kahvenin tadını çıkarmayı unuturuz. Kahvenizin tadına varın! En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip değildirler. Sadece her şeyin en iyi şekilde tadını çıkartırlar. Basit yaşayın. Birbirinize derinden özen gösterin.
Saygılı ve nazik olun. Cömertçe sevin.