Dinî Birlik Söylemi: Stratejik Bir Enstrüman mı?
Berna KAYA
Türkiye’nin dış politikasında inanç referanslarının jeopolitik işlevi üzerine bir analiz
Son yıllarda Türkiye’nin dış politikasında öne çıkan kavramlardan biri “din kardeşliği” söylemidir.
Bu söylem, sadece bir inanç çağrısından ibaret değil; aynı zamanda dış politikada esnek ve duygusal temelli bir iletişim dili olarak işlev görmüştür. Özellikle Ortadoğu’da, tarihsel ve kültürel bağları hatırlatmak, diplomatik kapıları aralamak için stratejik biçimde kullanılmıştır.
Bu strateji, içeride nasıl algılandı? Dışarıda sağladığı etki, içerideki dengeyle örtüşüyor mu?
Kamu Diplomasisi ve İnanç: Stratejik Kullanım
Kamu diplomasisi, bir ülkenin dış kamuoyuyla doğrudan iletişim kurarak yumuşak gücünü artırma stratejisidir.
Bu çerçevede dinî semboller, yalnızca içerik değil; aynı zamanda diplomatik bir araç işlevi görebilir.
Nitekim Melissen’e göre kamu diplomasisi, yalnızca bilgilendirme değil; duygusal bağ kurma ve ortak değerler üzerinden etki yaratma çabasıdır.
Türkiye de bu bağlamda, sahip olduğu tarihsel ve inanç temelli mirası, kültürel bağlar kurmak için yeri geldiğinde devreye sokmuştur.
Bu strateji, Türkiye’nin laik yapısını zorlayan bir dönüşüm değil; dış politikada kültürel ortaklıkların görünür kılınmasıdır.
Yani din, burada bir yönlendirme değil; bir köprü görevi görmüştür.
Ortadoğu’da Yumuşak Güç: Bir Dil Olarak “Ümmet”
Son 20 yılda, özellikle Ortadoğu merkezli adımlarda “ümmet” ve “din kardeşliği” gibi kavramlar daha görünür hâle geldi.
Bu kavramlar, iç politikada farklı şekillerde yorumlansa da, dış politikada özellikle Arap coğrafyasıyla duygusal yakınlık kurmak ve Türkiye’nin tarihsel pozisyonunu hatırlatmak için kullanıldı.
Bu strateji, Joseph Nye’ın yumuşak güç tanımına da uygundur:
Zorlayıcı değil, bağ kurucu; dayatıcı değil, davetkâr.
Körfez ülkeleriyle yürütülen ilişkilerde bu dilin etkisi en çok Katar örneğinde görünür hâle geldi.
Aynı zamanda İslam İşbirliği Teşkilatı gibi platformlarda Türkiye’nin liderlik rolünü pekiştirme zemini oluşturdu.
Strateji mi, Samimiyet mi?
Bu yaklaşım, Türkiye’nin dış politikada ortak değerler üzerinden kurduğu iletişim stratejisinin bir parçasıdır.
Elbette bazı çevreler bu dili, çıkar odaklı ya da inanç istismarı olarak yorumlayabilir.
Ancak dış politika, idealizmden çok realizmle yönetilir. Kültürel ve inanç temelli ögelerin stratejik kullanımı, modern diplomasinin enstrümanları arasındadır.
Burada dikkat çekilmesi gereken şey, bu tercihin bir baskı ya da dayatma değil, bir iletişim yöntemi olduğudur.
İçeride Farklı Algılar, Dışarıda Stratejik Etki
Ramazan aylarında yapılan ortak iftar programları, Kudüs mesajları ya da tarihsel vurgular eşliğinde yürütülen diplomatik ilişkiler,
bazı kesimlerce dinin dış politika aracı hâline geldiği şeklinde yorumlansa da; bu yaklaşım aslında Türkiye’nin yumuşak güç stratejisine dayanmaktadır.
Türkiye, dış ilişkilerde inanç ve kültürel bağları diplomatik söylemde değerlendirme esnekliğine sahiptir. Bu da hem kültürel mirasın hem de stratejik zekânın bir göstergesidir.
Esneklik: Diplomatik Refleksin Parçası
Bu söylem, klasik ideolojik pozisyonlardan çok; duruma göre kullanılan stratejik bir refleks niteliğindedir.
Gerektiğinde öne çıkarılmış, gerektiğinde geri çekilmiştir.
Bu esneklik, Türkiye’nin dış politikada hem tarihî bağlara hem de güncel dinamiklere göre pozisyon almasını mümkün kılmıştır.
Sembolün Gücü, Stratejinin Gerçekliği
Türkiye’nin laik yapısı, dinin kamu politikasındaki yerini yasalarla belirlemiştir. Ancak toplumsal algı düzeyinde zaman zaman oluşan bulanıklıklar, inancı bireysel alandan çıkarıp siyasal konumların parçası hâline getirebilir.
Oysa inanç, bir ideoloji değil; bir vicdan meselesidir.
Topluma güven verecek olan şey, inançla siyasetin karıştırılmadığı ve değerlerin tarafsız biçimde korunabildiği bir iletişim dilidir.
Değerlerin siyasetin diliyle değil; hayatın içinde, doğal ve samimi bir bağlamla aktarılması, gelecek nesillerin bu mirası sahiplenebilmesi için kritik önemdedir.
Bugün Türkiye’nin Ortadoğu’daki nüfuzu yalnızca askerî ya da ekonomik güce değil; aynı zamanda
dini ve kültürel kodların stratejik kullanımına da dayanmaktadır.
Ama bu kullanım, bir inanç istismarı değil; bir diplomasi vizyonudur.
Türkiye’nin iç yapısındaki laik denge ile dış politikadaki kültürel referans dili birbiriyle çelişmek zorunda değildir.
Tam aksine; bu denge, Türkiye’nin diplomatik gücüne özgün bir boyut katmaktadır.
Çünkü inanç, doğru yerde durduğunda yalnızca bir sembol değil; güçlü bir iletişim aracıdır.
Yazar notu: Bu metin, inancı değil; onun dış politikadaki temsil biçimini stratejik bir bakışla ele almaktadır.
İnanç siyasete değil, hayata ışık tutsun.