Devlet Modelini Değiştirmek Gerek

Ahmet TÜFEKÇİ
04 10 2020

Bulgarlar devletin gökten paraşütle inmediğine inanmaya başladılar. Devlet kurulacak veya değişecekse önce politik elitin önce bir şeyler “hayal etmesi” gerekir. Atatürk ve arkadaşlarının Türkiye Cumhuriyetini devletini hayal ettiği gibi. Ne bileyim, belki de, Napolyon’un İmparatorluğu düşleyip kendi kendini imparator ilan ettiği gibi. İkinci Dünya Savaşında harap olduktan sonra Charles De Goulle’in yeni bir Fransız Cumhuriyeti, Konrad Adenauer’in de yeni bir Almanya kurguladığı gibi…

Kurgulama iyi de, devletleşmenin bir de kuralları ve yasaları var. Daha iyi ve daha adil bir devlet kurmayı hayal eden klasiklerin hepsinin kelleleri kaydırılmış, hapiste çürümeyi tahammül edilmez bulanlara, giyotin gösterilmiş… Paris’te sokakların her gece sabunlu su ile yıkanmasının nedeni kaldırımdan gitmeyen kan kokusudur…

Biz 21. Yüzyıldayız. İmparatorluklar ve milli devletler kurma çağını tarihte bıraktık. Yeni yüzyıl dağılanların toplanması çağıdır. Osmanlı imparatorluğunda 40 devlet ve 56 millet çıktı. Artık onların geri gelmesi kapı çalıyor. Okuma hevesiyle dış ülkelere çıkan ve para pula kapılarak oralarda kalanların da Vatana toplanmaları zamanı gelmiştir. Başkasının bahçesine diktiğimiz meyve ağaçlarından bize yedirmezler bilincinin oluşması da yaklaşık 150-200 yıl aldı. Artık geri dönüş zamanıdır…

Bu arada bu işler kolay işler değil. Hele dünyaya örnek olmak çok zor. Türkiye Cumhuriyetinde Başkanlık sistemine demedik söz kalmamıştı. Şimdi T.C. Büyük Başkan Recep Tayip Erdoğan liderliğinde derlenip toparlanınca “vay be” deyip parmak ısırıyorlar. Kocaman Avrupa sığınmacılardan korktu. Bulgaristan 4 mazluma 2 tas yemek veremedi. Tükenmişliğin nedeni gelecek korkusudur.

Avrupa hiçbir zaman birlik olamamış, birlik kuramamıştır. Yeni ve eski tarihin en uzun, en kıyıcı ve kanlı savaşları hep Avrupa’da olmuştur. Kıtasal birlik kurmak kıtasal medeniyet ister. Dünya geçmişin geleceğe taşınamadığı bir duraklama dönemindedir. Bu işin Avrupa Birliği ile olmayacağını anlayan İngiltere “brekzit” dedi ve ayrıldı. Litvanya, Letonya ve Estonya insansız kalmış, insansız devlet olmaz ve bu gidişle haritadan ve AB üyelinden silinecekler. AB aday üyesi Makedonya ile Bulgaristan kimlik kavgasında. Sofya Makedonya’daki Bulgarların Bulgar kimliğinin, Makedonya da Bulgaristan’daki Makedonların Makedon kimliğinin tanınmasını istiyor. Brüksel’in baskısıyla bu fili durum resmileşirse, Bulgaristan içinde Makedon Otonomisi kurulacak ki, bu da Bulgar devlet biçiminin kökten değişmesini beraberinde getirecektir.

Bugünkü şartlarda Bulgar devlet biçiminin Anayasa’da belirlendiğini savunan Hukuk Fakültesi Profesörleri, bizden başka bu işi yapacak yok, kalıp bizde yeni bir anayasa döküp ömrümüzü uzatırız hesapları yapıyorlardı. Olaylar düşündükleri gibi gelişmedi. GERB’in Adalet Bakanı 1991 Anayasasını kopya çekmiş, biraz ön kısmından biraz da sonundan kırpıp atmış ve % 95 aynı, % 5 eksik “işte size yeni anayasa”deyince koltuğundan oldu. Eski Adalet bakanının metne ilave ettiği bir tek cümle var: “Değişiklik ve ilave yapılamaz!”

Sokaklardaki göstericilerin hükümetin, cumhurbaşkanının, başbakan ve bakanların, başsavcı ve Yüksek Mahkeme üyelerinin istifa etmesinin istendiği şu günlerde yeni bir olay oldu. Polis güçleri göstericilerle kardeşleşmeye davet edildi. Birlikte mücadele ederek anayasayı değiştirelim ve yeni bir devlet kuralım çağrısı yükseltildi. Bu ortamda GERB Anayasa önerisine giren ve halk meclisinde 2 Eylül günü kabul edilen yukardaki ilave, beni bu yazımı yazmaya teşvik etti.

Anayasa önerisi milletvekillerine rüşvet dağıtılarak şimdiki şekliyle kabul edilirse, Başbakan Boyko Borisovun ulusal lider, otoriter başkan, tek kalem önder ve daha kim isterseniz olmasına yasal kapı açılmış olacaktır… İç Savaşa yol açmadan bu gidişi durdurabilecek tek kişi Başsavcı İvan Geşev olduğundan ve onun Başbakan Borisov ve oligarşi (mafya) adamı olması nedeniyle, önce avukatlar, ardından yargıçlar, ardından da aydınlar ve diğer sosyal güçler göstericilere katılarak hemen istifasını istediler. Bu kitlenin daha da büyümesi için üniversite öğrencilerinin Sofya, Plovdiv ve Varna’ya toplanması bekleniyor.

Devlet kurma ve devlet biçimini değiştirme işlerinin Bulgaristan’da çok acı bir geçmişi var.

Eski ve tutmamış devlet biçimleriyle, yüzeysel değişikliklerle yeni devlet kurulamadığı, bir şeyler olsa bile işlerin yürümediği Bulgaristan örneğinde görülebiliyor. Berlin Konferansından (1878) sonra devlet başkanı olarak Bulgaristan’a gönderilen Prens Aleksandır Batenberg’in 1996’da ve Çar Ferdinand Saks Koburg Gota’nın 1918’de “devlet kurup yönetmenin dedikleri kadar kolay olmadığına inandıktan sonra” Bulgaristan’ı terk edip gitmesinden sonra şu gerçek kaldı.  Birincisi, 1895’te Doğu Rumeli’yi ilhak etti. İkincisi 1912’de İstanbul’a yöneldi ve 1918’de iflas bayrağı kaldırıp Bulgar halkına sebep olduğu felaketin tepkisini göze alamayıp çekip gitti.

Fakat işler bununla bitmedi. Ferdinand’ın oğlu III. Boris, Hitlerin dediğine gelip yarısı Türkler, Çingeneler-Millet, Pomak, Tatar ve Gagauzlar‘dan oluşan 1 000 000 (bir milyonluk) orduyu Stalingrad Cephesine çıkaramayınca 1943’te zehirlenerek öldürüldü.

Makedonları devlet edip, Belgrad başkentli Sırplarla bir Balkan Federasyonunda birleşmeyi sonuçlandırmaya çalışırken Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Başbakan’ı Georgi Dimitrov’un tabutu da 1949’dа Moskova’dan matem treniyle getirildi.

Toplam 142 yılda 7 başbakanın da canına kıyılmış olması düşündürücü bir gerçektir. Onlardan birisi olan Aleksandır Stanboliyski’nin katledilmesinin sebebinin 1922 yılında milli felaket suçlularının cezalandırılması için referandum yapmış olmasıdır ki, bu gerçek memleketimizin yön değiştirmeye yönelmesinin her defasında kurban alması ilginçtir.  Bulgaristan’la ilgili gizli hesapları olan “kara bir gücün” bir yerlerde gizlendiğine ya da Bulgar toplumunun gizli eli olduğuna, insan kendiliğinden inanmaya başlıyor. Geçen yüzyılın askeri darbeleri de ülkemizde sakin isabetli bir devlet yapılanmasına olanak vermedi.

İmparatorluklar devrinden sonra – 20. Yüzyılın başlarında – Balkanlar’da durum değişti. Birinci Dünya Savaşından sonra Bulgaristan’da da monarşilerin yerine Cumhuriyet idaresine geçilmesi beklenirken, Bulgaristan’da Çarlık ayakta kaldı, hatta Birinci Dünya Savaşında yenilenler listesinde olsa da, Batı mason örgütlerinin baskısıyla topraklarını genişletti ve Güney Doğu Rodoplarda 9 Müslüman belediyesi Bulgar Çarlığına bağlandı.  İkinci Dünya Savaşında (1940) Güney Dobruca da Hitlerin Bulgaristan’a hediyesidir. Fakat bu gelişmeler gerçekten bir Bulgar devleti kurulduğu anlamına gelmez. Bu gelişmeler ancak Monarşi rejimini desteklemiştir.

Monarşi geleneğini 1944’te komünistler kesti.

Bulgaristan’da monarşinin yolu 1946’da referandumla (halk oylamasıyla) kesildi ve Bulgaristan Halk Cumhuriyeti ilan edildi.

Milliyetçi komünistler, o günden başlayarak ülkemizi Moskova’nın sömürge komiserleri gibi idare ettiler. Kısacası, Bulgar komünist yönetimi devlet kuramadı. Komünist Partisi BKP yönetimi ile Savcılık kaynaştı. Bu sürecin “yasallaşmasında” 1971’de 3. Anayasa’nın halk oylamasıyla kabul edilmesi çök önemli bir işarettir. Bilinçli olarak yapılmıştır. Türklere kendi kimliklerinin yok edilmesine “kendilerinden ve dünyadan gizli” oy verdirilmiştir. Bundan dolayı halkımız artık Bulgar makamlarından ne gelirse gelsin hiçbir şeye inanmaz olmuştur. Son örnek 2017 Martından yapılan meclis seçimlerinde Başbakan Borisov Türkler GERB partisine 100 bin oy verirse “bakan yardımcılarından hepsi Türk olacak” demişti. 150 bin oy verdik. Bir Bakan yardımcımız atanmadı. İsim değiştirme ve devlet şiddetiyle uygulanan sözde “soya dönüş” adlı soykırım denemeyle Bulgarlaştırma süreci daha 1964’te başlamıştı.

1971’den başlayarak Anayasa ve yasalar hasıraltı edildi. Totalitarizm zulmü aldı yürüdü.  1990 anayasası sözde demokrasi getirdi. Anayasa biraz değiştirildi ve sonunda, 3 aydan beri sokaklarda gösteri yapanlar, komünist partinin yerine GERP partisinin geçtiğini ve Başsavcılıkla kaynaştığını ve yargının tıkandığını görünce direnişe kalktılar.

BKP devlet kuramadı.

Bir defa komünist yönetimin devlet kurma kapasitesi yoktu. Parti yönetiminde Bulgaristan’da yükseköğrenim görmüş kimse yoktu. 1944’de Bulgaristan 760 bin Çiftçi Partili ve 28 bin komünist partiliyle girdi. Partinin “elit tabakası” düşünen özü yoktu. Sofya’daki “Rila” otelinde Todor Jivkov hesabına bedava yiyip içenlerden ve eve giderken de yine bedavadan memur çantasını sucuk, pastırma, domates, biber, beyaz peynir ve kaşar doldurup arka kapıdan çıkan seçkin (nomeklatür) kadrolar parti ve devlet yöneticileriydi.

Kadro yetiştirmek için kurulan PARTI OKULLARI parti kuruculuğu ve parti tarihi eğitimi veriyordu. Daha sonra öğrenildiği üzere, Vladimir İliç Lenin’in eserlerinde işlediği toplumsal yasallıklar, siyasi felsefe ve diyalektik kuraların olgunlaşmamış toplumsal koşullarda işlemediği ortaya çıktı. Bu okullarda Rusya’da Çar taraftarları, köy burjuvazisi, büyük toprak sahipleri ve Kolçak ve Denikin gibi emperyalizm ajanlarıyla silahlı mücadelenin ağır geçtiği ve Lenin’in bile ESER güçlerinin kurşunlarına hedef olduğu, dilini ve şuurunu kaybederek hayata gözlerini yumduğu anlatılmıyordu.

Stalin kuramlarına gelince. Stalin, Bolşevik partisinde “azınlıklar konusundan” sorumlu sekreterdi. Yazdığı tek eser Azınlıklarla ilgilidir. Ne var ki, Stalin’in “dili, dini, kültürü olan, yaşadığı topraklar kendisinin olan topluluklara azınlık değişi” Bulgar milliyetçi komünist görüşe ters düşüyordu. 1945’te Stalin “azınlık” anlayışı esas alınarak BKP Güney Batı Bulgaristan’da Makedon azınlığı yaşadığını kabul etmiş ve tanımıştı. Bulgaristan Türklerinin kimliklerinde de milleti Türk, dini İslam yazıyordu. 1971 Anayasasıyla Bulgaristan komünistleri sosyalist gerçekçilik yolundan çıktılar. Bulgaristan sanki Moskova’ya bağlı hukuksal yetkileri sınırlı, egemenliği olmayan bir serbest bölgeydi. Bu “serbest bölgeyi” 35 yıl diktatör Todor Jivkov yönetti. Sözde hep Bulgaristan’ı SSCB’ne 16. Cumhuriyet olarak katmaya çalıştı. Milli azınlıkları olmayan devletten uzak tuttu ve ezerek şuursuz aştırmaya, kimliksizleştirmeye ve yok olmayı kabul etmeye zorladı. Ve 2020 devlet kurma veya herzeyi reform etme çabalarında önce ulusal hamur karılmalı ve Bulgar toplumunu oluşturan azınlıkların varlığı yasallaştırılmalıdır yani anayasaya ve kanunlara işlenmelidir. Bu gibi atılımlara günümüzde engel olanların başında Bulgar oligarşisi geliyor.

Oligarşi nasıl oluştu.

Bugün Bulgaristan’daki kavga oligarşiyi yönetimden söküp atma kavgasıdır. Oligarşiyi, ellerine çuvalla para veren, 1990 yılının başbakanı BKP’li Andey Lukanov’tur. Oligarşi, 1990’a kadar yönetim biçimi olan komünist totalitarizmin ayakta, yönetimde, iktidarda kalma seçeneğidir. Bulgar komünist propagandası T. Jivkov’u “halktan biri” olarak tanıtıyordu, memur maaşlarına 5 leva “Jivkov primi” eklenmişti. Şimdi de Borisov “halktan biri” olarak tanıtılmaya başlandı. “Covid -19” belasını fırsat edip emekli maaşlarına yaklaşan mart ayı meclis seçimlerine kadar “50 leva” (25 Avro) zam geldi. Romanya’da 2021’de emekli maaşlarının % 40 zamlanacağı haberinden sonra, Bulgaristan’da da 2021’den başlayarak en düşük emekli maaşlarına % 20, diğerlerine de % 5 oranında henüz kesin olmayan rakamlarla zam yapılacağı haberleri yayıldı.

Demek istediğim Jivkov’la Borisov arasında fark yok. Aynı göz boyama taktiklerini uyguluyorlar. Avrupa’nın en fakir ülkesiyiz. Soruyoruz. Böyle imkanlar vardı da, paralarımızın üstüne oturuyordunuz da, neden susuyordunuz!? Sokaklar dolup taşınca mı aklınız başınıza geldi?

Bir defa hem sosyalist hem kapitalist rejimde aynı kurallar uygulanmaz. Sahte adaletli yerde demokrasiden söz edilemez. Soyulan halkın dayanamadığı ortadadır. Demokrasi kurallarında, halkı soymak ve ezmek ve çalınan paralarla oligarşi babaları yetiştirmek değil, halk lehinde çalışacak bir devlet kurmaktır.

Türkü Bulgar’dan, Bulgar’ı Makedon’dan, Ulah’tan, Çingene’den ayıran, ayırım güden bir rejim ne demokratik ne de adıldır. Defalarca belirttiğimize göre, sokak süpürgecilerini, hademeleri, bekçileri, kapıcıları ve alt katta daha ne kadar maaşlı memur varsa (toplam sayıları 420 bin kişidir) özellikle belirtiyorum, bunların arasında GERB partisine üye olmayan bir tek vatandaş yoktur. Borisov hükümeti değil devlet yönetmeyi, bir mahalle yönetemez. Ayrımcılık sosyal yaşamın en büyük düşmanıdır.

Bunları neden mi hatırlatıyorum?

Oluşmamış ve olgunlaşmamış bir milletin devlet kuramayacağını, kursa da ancak uşaklık yapan bir devlet oluşturabileceğini defalarca belirttik. Fakat bu işin de kuralı, kitabı var. Aynı zamanda hem Rusya’ya, hem Almanya ve Avrupa Birliğine ve hem de Birleşik Amerika’ya uşaklık etmek ve Türkiye Cumhuriyetinin de gölgesinde yaşamak sanki oluru olmayan bir iş.

Halk hareketlenmesinin temelinde dolandırıcılığa son verme isteği var. Bulgarlar sahtekârlığı Osmanlıdan değil,  Stalin’den almıştır.

Şöyle örnekleyebilirim. İkinci Dünya Savaşında Stalin kahramanlara her madalya için para veriyor ve kendilerini ödül parasına bağlıyordu. En büyük ödüller Sovyetler Birliği Kahramanından başlayarak en küçük ödülün de arkasında para vardı. Todor Jivkov da ödüllülerin hepsine “Faşizme ve Kapitalizme karşı Savaşçı”unvanı verdi ve hepsini maaşla ve imtiyazlara başlamıştı. Ahmet Doğan’ın dedesi ve Önal Lütfü’nün babası da onlardandı. Şimdi de Bulgaristan’da fiyatları bedavadan ucuz olan parti, dernek, komite ve kulp yemekhaneleri, kahveler var.

Fakat en büyük dolandırıcılık AB’den gelen paralarla oluyor. Bu da yoksul azınlık nüfus üzerinden oluyor. 1990’da 9 milyon nüfustuk, 7 olduk, sonra 5 kaldık ve şu an kaç kişi olduğumuz belli değil. Rakamları hep büyük gösteriyor ve yaşamayan, ülkede olmayan insanlar için yardımlar alıyoruz. Türkiye’de yaşayan ve az gelirli olan kaç soydaşımız AB yardımlarından para alabildi?

Hiçbir kişi. Almanya Dortmun’da yerleşen Romenler çocuk paralarını Almanya’da alalım dediklerinde, Sofya patlamıştı. AB’ye gönderilen nüfusun üçte ikisi yoksul gösterilen cetvellerdeki vatandaşa para geliyor ama vatandaşı bulmuyor. Bu paraları dağıtmaktan sorumlu Başbakan Yardımcısı Tomislav Donçev’in eşinin banka hesabında 10 milyon Avro var. Bu Bayan ömür boyu çalışmamış, nereden bu paralar. Ve onların sayısı büyük.

Önümüzdeki Pazartesi devam edeceğim.
Konumuz yine “nasıl bir devlet kurmalıyız?” olacak.
“Covid-19” belasından korunalım.
Okuyanlara teşekkür eder
Paylaşmanızı istirham ederiz