Bulgarlar Ve Bulgar Olmayanlar – 2
Tarih: 20 Eylül 2019
Yazan: Rafet ULUTÜRK
Konu: Bulgar toplumunu sarsan yalın gerçek: Birinci sınıfa yazılan 20 000 çocuk Bulgarca tek söz bilmiyor.
Bulgaristan’da 2019-20 ders yılı başladı. 60 000 afacandan 28 000’i evde Bulgarca konuşan ailelerin evladı. 32 000’i evde Bulgar dili kullanmayan ailelerden geliyor.
Bulgaristan Eğitim ve Bilim Bakanı Vılçev ders yılını açarken yaptığı konuşmalarında “Anadili Bulgarca olan” ve “Anadili Bulgarca olmayan” çocuklar derken toplumu ikiye bölündü. Türk çocuklara, Türk, Romen çocuklara Çingene-Roman-Millet, Makedonlara Makedon diyemeyen bakanın, bu konuşmayı çok zor hazırladığına inanıyorum. Çünkü 1944 yılından Bulgar toplumuna böyle bir niteleme getirilmemişti. Türkler “fes”, “ibrikçi” veya “Gacallar”, Romanlar “mangal” dı onların dilinde. Diğerlerinin de lakapları vardı. Ne var ki ortada bir vesile olmayınca, dilleri dönmüyordu. Aileden gelen, dil-altında yaşayan bu sivri taşlar, çocukların sokak kavgalarında bakla gibi dökülüyordu ortalığa. Benzer durumlarda Bulgar toplumu yağmurdan sonra zehirli mantarlık gibi açıyordu.
Bakan Vılçev’ın duyurduğu ve 16 Eylül 2019’dan beri Bulgaristan’da Bulgar medyasında en çok (her haberden önce) yinelenen “Yirmi bin birinci sınıf öğrenci Bulgarca tek söz bilmiyor – GELE GELE BURAYA GELDİK!?
Sözleri uyuyanları uyandırdı mı? Toplumu nodulladı mı?
Azınlıkları Bulgarlaştırma işlerini “saraydan” yöneten hain Ahmet Doğan göbeğini kaşıdı mı? Bulgar toplumu kör cahil kaldığından sonra Avrupa Birliği’nden çıkarılır mı? Bu sorular sormakla bitmez!
Bulgaristan’da çok yakında WhatsApp, bilgisayar, çamaşır ve bulaşık makinesi vs kullanamayan, Bankomattan para çekemeyen, elektrik, su faturasında, trafik ceza fişinde yazanları sökemeyen, vergi ödemeyi beceremeyen bir genç kitle oluşacak. Bu gençlere sokak süpürme işi ancak yaprak dökümünde verilecek, çünkü şehirlerde oluşan ırkçı orta tabaka onları evlerinin etrafında ve yaşadığı sokakta, köpeğini gezdirdiği bahçede görmek istemeyecektir.
Bildiğiniz gibi 1934 yılından başlayarak Almanya’da Yahudileri toplumdan ırkçı silkme böyle başlamıştır. Yahudi çocuklar Alman okullarına alınmamıştı, fakat Yahudi öğrencilerin Alman çocuklarla aynı sıraya oturması yasaklanmıştır.
Biz Bulgaristan’da bugün “ırk üstünlüğü” gibi bir ruh hastalığına yakalanmış olanlar şehirlerinde, değil Çingene-Millet okulu, Çingene-Millet çocukları için top sahası olmasına, Çingene-Millet mahallesinde kütüphane ve benzerlerinin açılmasına tahammül gösteremedikleri gibi, “çalga müziği”ne karşı yasa çıkarmaya çalışıyorlar.
Azınlık geleneklerine göre düğün yapılması ırkçıları rahatsız ediyor. Millet-Romanlarla aynı düğün salonunda evlenmek istemeyenler çoğalıyor. Gettoların yıkılması, Azınlıkların Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ırkçılık devrinde olduğu gibi “(bandüstanlarda)-siyah derili mahalleleri Geto” – dikenli telle çevrili, teneke kulübelerde yaşanan kapalı alan – toplanması Bulgar eğitim sistemi için bir mezar olarak belirleniyor.
Tek dilli, tek kültürlü Bulgar devletinin çok yakında çözüleceği merkezler işte bu getto mahalleler olacaktır.
Son 140 yılda ilk defa olmak üzere 1990’dan sonra Bulgar Müslüman azınlıkları Avrupa ve dünya görme imkânı buldu. En kötü işlerde çalışmaya hazır genç bir etnik kitle Batı Avrupa Ülkelerinden Birleşik Amerika ve Kanada’ya kadar yayıldı ve bambaşka insanlar olarak Bulgaristan’a geri döndüler. Bulgaristan’da ikinci sınıf bir insan olarak ezildiklerinin bilincine yeni yeni vardılar. En kutsal hakları olan anadil, öz kültür, müzik ve sanat, edebiyat haklarının ellerinden alındığını gördüler. İşte bu sene Bulgar Eğitim bakanlığı köy kütüphaneleri için bir milyon leva ayırmış, ama hiçbir Türk, Çingene-Roman-Millet veya Pomak mahallesinde kütüphane açılmasına, bu kütüphanelerin raflarında azınlık dillerinde 10 kitap, bir gazete, bir dergi olmasına bir leva ayrılmamıştır. Büyük ayrımın, ötekileştirmenin, azınlıkların kültürel kimliğinin her gün, her ay, her yıl yok edilmesinin küçük adımları bunlardır. Gırnatacının elinden zurnanın, davulcunun elinden tokmağın alınmasının başka bir anlamı olamaz. Bulgaristan’da yaşayan 8 Roman-Millet azınlık lehçelerinden hiç birinin alfabesinin 140 yılda hazırlanmaması anlamını siz yorumlayınız. Romanlaran-Millet’in Bulgarca sayması sorunları çözmüyor.
Bulgar zenginleri ayrı okullara gidiyor.
2019-20 ders yılında büyük şehirlerdeki 51 okula Bulgar sanayicileri damga vurmak, okullarda sanayi tesislerinde ihtiyaç olan dillerin, teknik derslerin, bazı derslere ağırlık verilmesini istiyor. Bu iş adamları ve sanayi tesisleri listesinde Türk şirketi olmaması dikkat çekiyor. Şumen, Tırgövişte, Plovdiv ve Kırca Ali okullarında haftada 3 defa Türk dili öğretimine geçilmesi zamanı gelmiştir. Türk diplomasisinden de daha kararlı adamlar bekliyoruz.
Şu tespitler çok önemlidir.
Yedi yıl önce Bulgaristan’da ilk kez doğum oranı “Bulgar olmayanlar” lehinde değişmiştir. Bu tespit anadil olarak belirlenmiştir. Bakan, “Anadili Bulgar olmayan” gruptan söz ediyor. Demek oluyor ki, Bulgar dili Bulgar kimliği için belirleyici olduğu gibi, Türk dili de Türk kimliği, Bulgaristanlı Müslüman Türk kimliği için de belirleyicidir. Roman-Millet grubundan 12 000 (on iki bin) 7 yaşında çocuk kendi aralarında Türkçe konuşuyorsa ve ailesi ona evde başka bir dil öğretmemişse, Türk’tür. Bunlardan 20 000’i 7 yaşında çocuk (Bakanın belirttiğine göre) Türkçeden başka dil bilmiyorsa, öğrenmemiş ise (konuşmuyorsa) Türk Kimlikli milletin ailelerinden gelmiştir.
1879’da Tırnova Kaymakam Konağında Bulgar Prensliği’nin Birinci Büyük Millet Meclisi’ne delege olarak gelen, seçilmiş 9 Türk milletvekili Bulgarca bilmediğinden dolayı, tercüman çağrılmış ve meclis tercümeli çalışmıştır. Anayasa’yı imzalamaya çağrılan 6 il Müftüsü ise, Bulgarca yazıp okumaları olmadığından, Bulgar Meclisinin de sağdan sola ve Arap harfleriyle atılan imzayı kabul etmediğinden dolayı, imza yerine parmak basmışlardır.
Nereden çekildik nereye geldik?
2019’da Bulgar Meclis kürsüsünden yapılan konuşmalar, Bulgaristan’da okul bitirenlerin % 42’sinin Bulgarca okuduğunu anlayamadığını, nüfusun % 80’nin “debil” olduğunu belirtiyorlar. 1879’dan bu yana, ortalama 25 yılda kuşak değiştiğini kabul ettiğimizde, şimdi biz Bulgar devletinde ve toplumunda yaşayan altıncı nesiliz ve bizim çocuklarımızın 7 yaşına kadar tek Bulgarca kelime öğrenmeden tamamen kapalı sosyal ortamda yaşadığına tanık oluyoruz. Toplumun bu göz çıkaran gerçeği normal karşılaması beni kahrediyor. Bulgarlar gerçekten de olmayanı karanlıkta arıyor ve azınlıkları da zifiri karanlığa itiyorlar. Aydınlığı şişede bulsalar önce kendileri içecekler ve arttığında azınlıklara “alın azdan az siz de tattın” diyecekler.
Yakın geçmişte Türkçenin Bulgaristan’daki rolü büyüktü.
Bulgar ekonomisinde en büyük döviz kaynağı olan tütüncülükte üretim dili Türkçeydi. Tütüncülerin tamamı Türklerdendi. Çocuklar evde ve işte üretim dili ve ustalığı öğreniyorlardı. Bakan Mehmet Dikme, ardından Rus oligaşi balonu D. Peevski, hainler başı aç kurt Ahmet Doğan ekmek teknemizi kırdılar. Yerine ise hiçbir şey koyamadılar ve gençler kurtuluşu AB’ye gitmekte gördüler. Tütünle beraber hayvancılığa indirilen öldürücü darbe de Türkçemiz üzerinde çok olumsuz etki yaptı. Türkçe 300-500 sözle kapsülleşmiş bir “ölü dil” haline getirilmeye çalışıldı. Kör cahillerle birlikte Bulgarca konuşan, fakat konuşulanı anlamayanların sayısı arttı. DSP’nin mecliste 38 milletvekili bulundurduğu günlerde yapılan bir anketten öğrendik. Yalnız yedisinin cebinde tükenmez varmış. Bulgarca konuşmayan ve Bulgar dilinde eğitim ve öğretim almak istemeyen yeni bir kuşak meclise dolacak kadar kalabalaştı, gene de tedbir alınmadı. Hep dinlediler, ama ne diyecekleri akıllarına gelmedi.
Daha da ilginç olan ise şudur:
Bize “ekmekle” yaşasınlar, diyorlar. Toplum sağ kayarken faşistleşirken manevi olan “onlara ait olmayabilir” diye düşünenler çoğalıyor. “Geri zekâlılık” toplumun bir niteliği ya da vasfı ise, biz örgütlü ve toplumu bütünüyle saran bir “geri zekâlılığın” kök salıp yayıldığına tanık oluyoruz. Kör cahillikte, fakirlikte, yoksullukta, çaresizlikte, gurbetçilikte ilk sıralarda olmamız bunu her gün kanıtlıyor. Belirtiyorum “karanlık” bizim için çıkış noktası olamaz…
Toplumda bu konunun yıllarca konuşulması yüzde yüz yasaktı.
1980’li yıllarda Türk Okulu isteyen, çocuklarımıza anadillerinde ders vermek isteyen, anadilimizde şiir, öykü yazan aydınlarımızın hepsi toplandı ve zindanların en karanlığına atıldılar. Değişen hiç bir şey olmadı. Ama ne yazık ki, ders çıkaran da olmadı. Köklü değişim yapılmadı ve daha da kötüsü planlanmıyor da…
Türkiye’deki yakınları ile Türkçe yazışan kardeşlerimizin tümünün yargılanmadan sürüldüğü ya da toplama kamplarına atıldığı dikkate alındığında, Bulgaristan’da rejim değişikliğinden “demokrasiden” söz edenlerin ne demek istediklerini gerçekten öğrenmek istiyorum. Çünkü birbirimizi anlayamaz olduk. Anlamak istemiyoruz. İçinde bulunduğumuz Eylül ayında Haskovo şehri merkezindeki Tarih Müzesinde sergilenen ve ayın sonuna kadar açık olacak “Belene Anıları” sergisini hiçbir Müslüman mahkûm veya yakını ziyaret etmemiştir. “Belene” kampında 517 Türk hak ve özgürlük mücahidi kahramanımız kapandı, işkence gördü, isimleri orada zorla değiştirildi. Yasalar yol vermediği için haklarını arayamadılar. Bu gün “Belene” Anıt Levhasına Bulgar isimleri yazıldı, isimlerinin değiştirilmesini, Türk adlarının yazılmasında direnen karşı gelen bile olmadı. Bu gidiş pek iyi yere gittiğimizi söylemek mümkün değil. Denizleri-Okyanusları geçtik derken şimdi Arda’nın-Meriç’in sularında boğulacağız mı? Bu sergiye gidip, isteklerini hatıra defterine düşüncelerini yazmayı bile tenezzül etmiyorlar. Biz Türk öğrencilerin bu sergiye götürülmesini tavsiye ediyoruz. Okullar bunu yapmasa bile anne-babalarını bunu yapmaları gerektiğini düşünüyorum. Ruhsuz insan insan değil, RUHLAR DA BURALARDAN BESLENİRLER.
Afacanlarımız tarihe girdi.
Yanağına makas atmak istediklerim, 2012’de “azınlık” olanlar, 2019’da “çoğunluk” oldular. Bulgaristan okullarında Bulgarca konuşmayanlar (anadilleri Bulgar dili olmayanlar) ezici çoğunluk (egemen durum) oluşturdu.
1910’daki rüzgâr döndü ve 130 yıl azalan nüfusumuz geri döndü. Bu büyük bir zaferdir. Kırılmayı kapattık. Bu nazik egemenlik henüz okumaya yazması olmayan cahiller çoğunluğudur. Bunu asla unutmayalım. Kollarımızı sıvayalım.
Toplum kuraklıktan yarılan toprak gibi parçalanmıştır.
Toplunun yalnız okulda değil, her alanda, her mahallede yüzde yüz parçalandığını görenler, 140 yıl derinleşen sonra bu bölünmenin kapanma sürecinin başlamadığını belirtiyorlar ve haklıdırlar. Bu yönde bizim için olumlu adımlar ancak Türkler ve Türkiye tarafından atılıyor. Türkiye okullarında Bulgaristanlı soydaş öğrencilere vatan dilimiz olan Bulgarca öğretilmesi ne güzel…
Bulgaristan’da yatırımı olan Türk iş adamlarının Türk fabrikalarında çalışmak isteyenlere Türk dili öğretilmesini istemelerini alkışlıyoruz. Bulgaristan Türkleri Öğretmenler Birliği’nin, Kültürel Etkileşim Derneği ve Hoşgörü Kulüplerinin, ebe beyin çalışmalarını vb destekliyor ve kutluyoruz. “Balon” “Filiz” gibi bir öğrenci gazetesi çıkarılması yine aktüel oldu. Bulgar Eğitim ve Bilim Bakanı’nın gerçek durum karşısında dilini yuttuğunu, çaresizliğini görüyoruz.
Ne ki o, hala “biz ülkemizdeki azınlıklarla okul çalışmalarında 1879’dan daha durgun ve geriyiz, o zaman hiç olmazsa meclise tercüman çağırmışlar, biz 2019’da sınıf odalarına toplanan ve tek Bulgarca kelime bilmeyen çocuklarımızın kendilerine Bulgarca konuşulanları anlayabilmeleri için tercüman mı tutalım?
Çok acı bir gerçek…
Unutmayalım, Türkçe öğrenmek yalnız TV seyretmekle olamaz.
Çocuklar Türklüğün hayat sıcaklığını bekliyor. El uzatmışlar tarihimizi, töre ve geleneklerimizi, Peygamberimizin hayatını öğrenmek, şiir ve masal kitaplarımızı ve tablet istiyorlar…
Çıkış yolu Türk çocukları için özel kreşler, Türkçe anaokulları, okula hazırlık dersleri, Türk okulları açılmasıdır. Okullarda Türkçe zorunlu dil olmalıdır. Türkün dili Türkçedir.
Eğitim sorunları en önemli konularımızdan biridir.
Devam edecek.
Sadece kendimiz değil çevremizi de bilinçlendirelim, Paylaşınız lütfen.
Teşekkür ederim