Bulgaristan’ın En Büyük Sorunu
Şakir Aslantaş
Tarih: 09 Mart 2021
Seçim arifesindeyiz. Korona virüs kol geziyor. Hastaneler doldu. Toplum yeni karantina eşiğinde. Sağlık Bakanı Prof. D-r. Kostadin Angelov GERB partisinin milletvekili listesinde adaydı, listeden çıktı. “Çatır çatır yanıyoruz!” dedi ve hemen Milli Sağlık Kurmayı ile Bölgesel Sağlık Denetleyicileriyle danıştı ve brifing çağırdı.
Şöyle konuştu: “Burgaz, Varna, Veliko Tırgovo, Gabrovo, Dobriç, Küstendil, Montana, Pazarcık, Plovdiv, Sliven, Smolyan, Sofya, Haskovo ve Yambol illerinde 100 000 kişiden 300’den fazlasında pozitif vaka tespit edildi. Oran çok yüksek. Maskeli ve sosyal mesafeli olmak artık yetmiyor. Seçime rağmen yeni sert önlemler alınacağız.”
Virüs vakası artışının önü alınamazsa, seçimler ertelenebilir.
Meclis seçimi,“Covid-19”, genel durgunluk, ekonomik ve mali çöküş gündemde olsa da, Bulgaristan Cumhuriyetinin asıl meselesi “terörizm” dir. 32 seneden beri memleketimizde kimin terörist olduğu hala tespit edilemedi. Hiçbir şeyin asıl adı konmadı. Terörizm dendiğinde, bugün de iki çeşit terörizm anlaşılıyor.
Birisi: Devlet Terörizmidir. 20. Yüzyılın sonunda boran gibi gerçekleştirilmiştir. Bulgar totaliter komünist devleti tarafından, özellikle BKP lideri ve Devlet Konseyi Başkanı diktatör Todor Jivkov emsiyle, yönetiminde ve kontrolünde Bulgar ordusu, sivil ve üniformalı polis, jandarma, sınır askerileri ve gönüllü yardımcıları eliyle silah gücüyle kanlı uygulanmıştır. Son iki aşaması, 1972-1975 yıllarında Pomak Müslümanlara karşı ve 1984-1989 yılları arasında Bulgaristan Türklerine karşı bir arasız şiddetlenen baskı ve zulüm ve bir “iş savaş” şeklinde gerçekleştirilmiştir.
“İsim değiştirme” bahane edilerek, güya “soya dönüş” ve sözüm ona “Osmanlı döneminde İslamlaştırılan Bulgarların soyuna geri dönüşü” gibi uydurmalarla stratejik yalanla sahneye çıkarılmıştır. Bu bir efsanedir. Devlet siyaseti olarak uygulanmış, ders kitaplarına işlenmiş ve bir ideolojik program olarak baskıyla beyinlere aşılanmaya çalışılmıştır. Yazar Anton Donçev’e para karşılığı yazdırılan uydurma “Ayrık Zamanı” eserindeki yalanlar, filmleştirilmiş ve Müslümanlara zorla dayatılmıştır. Bugün Donçev hala bir akademisyen olarak aynı görüşleri yaymaya devam ederken, kitabı toplatılıp yakılmamıştır.
1964 yılında Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin bir ödevi olarak Bulgar Bilimler Akademisi (BAN) ekibinden birçok bilim adamına verilmiştir bu ödev. Yalanı düzen Prof. İlço Dimitrov’tur. Bu uydurma, zorla isim, dil, din, kültür, yaşam biçimi ve kimlik değiştirme ve bunu kabul etmeyenlerin vatanlarından sökülüp zorla evinden toprağından, köyünden ve ata-yurdundan sökülüp sınır dışı edilmesi şeklinde gerçekleştirilmiştir. Olay iğrenç bir zorbalıktır. Kısa sürede, daha ilk günden başlayarak, yüzlerce Türk ve Pomak öldürülmüş, toplu mezarlar açılmış, tankların altında kalanlar olmuş, ateşte yakılanlar olmuş, binlercesi hapis yatmış, benliklerindeki Türklüğün akıtılması için kafaları mengenede sıkılmış, toplama kamplarında işkence görmüş, kötürüm kalmış, sürgün edilmiş, hayatları köreltilmiştir. Bu zorbalığın adı devlet terörizmidir. Bulgaristan’da ve Bulgar devletinin bir stratejik planı olarak gerçekleştirilmiştir. Aklanmayan bir yüzkarasıdır.
Bu devlet terörünün kurbanı Bulgaristan Türkleri ve Pomaklardır.
Bulgar toplumunda 20. Yüzyılda devlet tarafından işlenen işkenceler, katliamlar, soy kırım denemesi hakkında fikir birliğine, aydınlığa ve dengeli bir yargı değerine bugün de varılamamıştır.
Bir defa Hak ve Özgürlükler partisi politik yönetimi bir ekip olarak bütünüyle devlet zulmünü uygulayanların yanına geçmiş, Türk halkını satmış, Bulgar doktrini ve menfaatlerini savunurken rezil olmuştur. Bu bir ihanettir. İrinli yarayı pansuman etmektir. Devleti kangrenden can vermeye mahkûm etmektir. Vatan hainliğidir.
Durum, 21. Yüzyıla sarkmış, Bulgaristan çelişkisi oluşmuştur.
Bu durumun 2 tarafı vardır. Büyük gerçek Bulgar devletinin terörist olduğu gerçeğidir. Öteki taraf ise, Bulgaristan Müslümanlarının, Türk ve Pomakların zulme karşı başkaldırısına, doğal, etnik, insan hakları ve adalet ve demokrasi davasına “terörizm” diyenlerin küstahlığıdır.
Devlet terörizmi yargılanmamıştır. Yüce divan kurulmamıştır. Türklerin ve Pomaklarının verdikleri mücadelede haklı olduğuna dair bir mahkeme kararı çıkmamıştır. Demek oluyor ki, katillerin ve devletin eline geçecek ilk fırsatta tekrar edebilir tehlikesi kül altında köz gibi kızarmaya devam ediyor. Bulgar devlet ve toplumunun büyük sorunu budur. Bulgar toplumsal ocağındaki kül altında o kor kızarmaya devam ettikçe toplumsal sürekli barış, huzur, adalet ve ortak gelecek olamaz. Geleceğimiz tehlike altındadır ve temel sorun budur.
Bu problem, Bulgar ulusunun oluşum ve Bulgar devletinin yapılanma sürecini kilitlemiştir. Devletin eliyle suç işleyen Bulgar vatandaşları kendilerini katil hissettiklerinden dolayı vatanlarını terk edip bir daha geri dönemem üzere kaçmışlar. Savcılık hiç birini durdurmamış. Ne yazık ki, “Türk’e ve Müslümana karşı işlediği suç için Bulgarlar yargılanmaz ve ceza almaz” anlayışı üstün gelmiştir. Katiller, ufuk ötesi topraklarda hayat törpülemeyi seçmişler ve bunu kendilerine alın yazısı seçmişlerdir. Ama olay bitmemiş, yara kapanmamıştır.
Şehitlerimizin mezar taşlarının hepsinde ay yıldız vardır.
1989 büyük çatışmasından ve halk ayaklanmamızdan sonra Bulgar milliyetçisi süpürge artıkları kabristanlıklarımızın yakınından geçmeye korkuyorlar.
Ve küflü Bulgar ırkçılığının 32 yıldan beri çözemediği bir bilmece var.
Evlerinde ve ellerinde çapa kürek, tütün iğnesi ve tütün kazığı, tırpan ve yabadan başka silah olmayan Bulgaristan Türkleri. Nasıl oldu da bu zavallılar, nereden cesaret ve güç buldular da, 3 500 tankı, 150 bin askeri, 100 bin polisi, milisi, jandarması ve it sürüsü olan Bulgar devlet gücünü geriletebildi. Mağlup etti. Yendi ve diktatör T. Jivkov’u alaşağı edebildi? Bir etnik azınlığın benzer zaferi Avrupa tarihinde görülmemiştir. Ne ki, azınlığın çoğunluğu ve güçlü olanı yenebildiği bir ayaklanma ve savaş kuralıdır ve zekâ ve irade işidir…
Düşmanlarımızın 32 yıldan beri çözemediği bilmece işte budur.
Emsali olmayan vahşi devlet teröründen sonra eşyaları toplayıp alıp başlarını savrulacakları sanılanlar yerlerinde kaldılar. Köklerini sıklaştırdılar ve güneş içerek güç topladılar. Güneşi yenecek bir güç olmadığına göre, bu dünyada onları da yenecek hiçbir güç olmadığı kanı ve inancı 32 yıldan beri, her gün ve gece yerleşti ve patlamamış ama her an patlayabilecek bir volkan gibi burnu sivrilmiş ve gururla olayları izliyor.
Kim ne derse desin! 1989 Ayaklanmamız, 360 bin kardeşimiz bir hamlede sınırı geçip anavatana yerleşse de, mücadeleye bir an bir saat ve tek bir saniye ara vermeden devam ederken, artık bir milyonluk bir güç oluşturdu. Yepyeni bir denge yarattı. Bulgar ve Türkler, Müslümanlar ve Hıristiyanların birleşik kabında denge sağlandı. Bir terörist devlet ile bir onurlu azınlığın denge içinde olması hem ilginç, hem de düşündürücüdür.
Ne yazık ki, son 32 yılda Bulgaristan’da bu dengenin, güçler dengesinin hukuksal tanımı yapılmadı. Varılan gerçek barışın gerçek ismi konamadı. Huzur sağlanamadı. Her şeye rağmen “Bulgar devleti bir terör örgütüdür” kanısı beyinlere işlemiş, dimağları sarmış ve bir boğa yılanı gibi gerçekleri idrak etmek istemeyenlerin karşısına dikilerek, “bu gerçek tanınmalı ve katiller cezalandırılmalıdır” diyor ısrarla… Adalet yanıt bekliyor. Müthiş bir yüzleşme kâbusu. Çaldıracaklarına inanıyorum. Çıldırmak üzereler…
Ve tam 36 yıl önce bugün, 9 Mart 1985 gecesi yeniden aydınlanmıştı karanlık. Teröre karşı açık mücadelemizin başladığı gündür 9 Mayıs 1985. “Bunovo” garında tren patlamasıyla başlamıştı Bulgaristan Türk volkanı lam saçtı. “Kamçiya” boyunda 750 dönüm orman birden bire tutuştu. Totaliter düzen karanlığı çatır çatır yanmaya başladı. Plovdiv garı patladı. Varna uçak alanı alarmla uyandı. “Altın kumlar” da İneternasional” oteli bahçesinde telaş, “Ah kaçıncı darbe bu? Diye feryat koptu.
Ve BKP Merkez Komitesi, tüm generaller Sofya, Petriç ve Şumen’de bakımcıların başına çullandı. “Ne olacak söyleyin!”, “Teröristler nerede?” Söyleyin diye baskılara aldıkları cevaplar: Türk halkı yediden yetmişe ayaklanmış, köylerde ay yıldızlı bayraklar. Okullar, sağlık ocakları kapanıyor, buğdaylar, tütünler, mısır ve ayçiçeği tarlalarda yanıyor, insan sürüleri, insan sürüleri, alay alay bir yerlere gidiyor…. Bu tahminleri işitenlerin çıldırdığı, kudurduğu ve kahrolduğu, dizini dövenlerin pişmanlığı ve büyük çöküş…
Türk halkının manevi bombasının patlayışı, Müslüman ruhun kenetlenişi, evrimden devrime büyüyen ateşin kocaman alevleri, ve Türklüğümüzün dev gücünden söz edilmesi yasaklanmıştı. Bu kaçıncı yasaktı!
Korkusuzca patlayan büyük Ayaklanma ateşini 100 yıl çeken bir halkın çekisi yakmıştı. Özgürlüğe sevdalanan bir halkın gücünü durduracak güç yoktur. Hürriyet savaşçılarına, devlet terörüne karşı başkaldıranlara “terörist” denen bir ülke Bulgaristan oldu. Bulgar devleti karanlığı seçmişti…
Bugün Emin Mehmedali, Abdula Çakır ve Caafer Recep ve daha nice Sofya Merkez Hapishanesinde yargısız kurşuna dizilerek idam edilen kahraman kardeşimizin BÜYÜK ANIDININ dikileceği gün çok yakın. Çünkü Türk kahramanların anıtları dikilmeden Bulgar halkı da özgürlüğüne kavuşamıyor! Bulgaristan ufku hürriyet sabahına asla ağaramaz! Onlar totalitarizme karşı uyanış sabahımızın unutulmaz kahramanlarıdır ve tüm çiçek ve çelenleri hak edenlerimizdir.
Ve politika sürtükleri hala dil uzatıyor şerefimize.
Bulgaristan Müslümanlarına karşı uygulanan kanlı soykırım denemesi ile totaliter komünist diktatörlüğe karşı mücadelemizin ilk zirvesi olan “Bunovo” tren patlaması arasında “bağlantı yapılamaz” diyenler var.
T. Jivkov döneminin devlet terörünü öven Bulgaristan’ın eski Edirne Konsolosu Dimitır Dimov korumalı kapalı TV stüdyolarından mert Türklere dil uzatmaya devam ediyor. “Onlar teröristti” diyor. Hak ve özgürlük savaşçıları ne zaman “terörist” oldular?
Unutmayın sabık Konsolos Dimov, 600 yıldan beri bu topraklarda dökülen her damla kandan Bulgarlar ne kadar sorumluysa, Müslüman Türkler bin defa daha sorumludur. Bu topraklara barış ve huzur getiren yalnız ve bir tek Türkler olmuştur. 20. Yüzyılda Bulgaristan’ı siz yönettiniz Tüm ayaklanmaları ve savaşları kaybettiniz, kırıldınız, yıkıldınız ve yere serildiniz. Türkün ruhunda “karıncaya yol ver” yazar. Eğer ayaklanmışsak haklı sebeplerimiz vardır. Yenilmezlik kaderimize yazılmıştır. Galip gelmişsek Tanrı lütfudur. Adalet tesis etmek yazgımızdır.
Evet, Cumhurbaşkanı Petır Stoyanov Ankara ziyareti esnasında resmen, Başbakan İvan Kostov Bursa “Alsancak” stadyumunda soydaşlarımız önünde Bulgar devlet ve halkının Bulgaristan Müslümanlarına zulmünden ötürü özür dilemişlerdir.
Güzel, ama Bulgar devleti katilleri, soy kırıcıları, işkencecilerin hiç birini tutuklamamış, 1972-1975 ve 1984-1989 zulmünden ötürü dava açılmasına izin vermemiş, açılan davaları sonuçlandırmamış, şahitlerimiz için kurduğumuz şad et çeşmelerinin akmasına bile tahammül edilmemiştir. Adalet yerini bulmamış, ailelerimiz parçalanmış, mağdurlarımıza toplumun çöpleri gözüyle bakılmış, vergisini ödediğimiz sağlık ve eğitim hizmetlerinden mahrum bırakıldığımız yetmezmiş gibi ana dilimiz yasaklanmış ve karanlık koyulaşmaya devam ediyor. İnsan haklarının tümünü, azınlık haklarının tümünü ve kültürel özerklik istemek en doğal ve kutsal hakkımızdır. Yüzleşme devam ediyor ve devam edecektir.
Siz TV ekranından sorunlar çok katlı ve çözümsüz olduğunu iddia ediyorsunuz. Bu konuda da yardım edelim. Önce Bulgaristan tarihinde Todor Jivkov’un totaliter komünist diktatörlük döneminde Bulgaristan Türklerine ve Pomaklara karşı devlet terörü işlendiğini, kendi ifadenizle “iç savaş yürütüldüğünü”, Türkleri vatanlarından kovmanın bir devlet stratejisi olarak, soy kırım şeklinde uygulandığını resmen tanıyacaksınız ve her konuda Türklere biat edeceksiniz. Başka çözüm yoktur ve olamaz. Baskın güç Türklerdir. Asimilasyonu bir terör biçimi olarak resmen tanıyacaksınız. İsim deriştirmenin bir planlı devlet terörü, soy kırım denemesi olduğunu resmen tanıyacaksınız. Başka çıkış yolunuz yoktur…. Bu gün Bulgaristan’ın en büyük sorunu budur. Bu sorun çözülmeden geceler aydınlanmaz!
Okuyanlara teşekkürler.