Bulgaristan Türklerinin Lider Meselesi – 6
Rafet ULUTÜRK
Tarih: 19 Mayıs 2020
Liderlik yolunda şehit düşen büyüklerimizi rahmetle anıyoruz.
Bulgaristan Türklerinin lider meselesi birkaç defa tutuşmaya çalışan ama kendi bildiği gibi yanamayan, gönüllerde bir umut olarak kalan ve onu bekleyen halk da sürekli güneşte ısınmakla yetinen, bir durumdur 142 yıldan beri bu böyle….
Derin dönüşüm ve parçalanmalar, liderlerin halkın önünde parlaması gibi konularda siyasi felsefe külliyatını yeniden okuyan ve beynimizde kalan birikimi son damla hakikat için, bir daha sıksak, o son damla kuşkusuz şu olacaktır:
ÖZÜNDE SON HEDEF OLMAYAN HİÇ BİR ŞEY GERÇEK OLAMAZ!
1878’de Berlin’de, eski kıt’anın en deneyimli usta siyaset terzileri (diplomatlar) Bulgaristan Prensliği adında bir Balkan eyaletine yeni kılıf biçerler. “93 Harbi” olarak tarihe geçen o büyük savaştan sonra Tuna boylarında, Deliorman, Dobruca, Sofya vadisi ve Balkan ardında kalan Müslüman ahali için özel bir yeri, özel bir düğüme yoktur bu yeni kılıfta. Dolayısıyla “Eski Bulgaristan’da” kalan Müslümanlar için son bir hedef de yoktur yeni Prenslik sınırları içinde kalanlara anlaşılan işleri oluruna bırakılmıştır.
1878 Berlin Anlaşmasında ve kendilerinin kaleme aldıkları 1989 Tırnova Anayasası hedeflerinde uzak ve yüksek bir yerde ulaşılması zor bir ülkü (ideya) olduğunu sezinlemek kolaydı.
1885’te “Doğu Rumeli” ilhakı ufuktaki hedefe rota oldu.
Berlin Anlaşmasının ve Anayasasının, bir hamlede, 1908’de rafa kaldırıp bu günkü Bulgaristan’ı Krallığa taşıması, 142 yıllık yeni Bulgar tarihinde olağanüstü önemli bir olaydır. Var oluşumuzun içindeki son hedefi sezinleyen ve Bulgaristan’ı Krallık ve kendini de Bulgar Çarı (Kral) ilan eden Ferdinand – Sanks-Koburg-Gotski, Bulgar halkının toplumsal gereksinimini yakalamış, kişisel hırslarıyla bütünleştirerek yani beliren bir zorunluğa cevap olarak, “lider” kılığında sahneye çıkarılmıştı.
10 yılda 3 savaşta yenilen, halka felaket yaşatan, sonra da tacını indirip, bir daha geri dönmemek üzere Bulgaristan’ı terk etmeye zorlayan iradesinin önderi, Bulgar çiftçi devriminin mimarı, halk lideri, vahşice katledilen Aleksandır Stanboliyski vardı.
Kral Ferdinand, yaradılıştan bir biyolog’tu. Osmanlı devrinden kalma gül vadileriyle ünlü Bulgaristan’da, o ancak Kara Deniz şehri Balçık ’ta bir kaktüs bahçesi bırakabilmişti. Kaktüs dikenlerinin büyüdükçe sertleştiğini ve kalınlaştıkça zehirli uçlarının sivrildiğini iyi biliyordu.
Ardından halk liderliğine yükselen Stanboliyski, “ünü babamı gölgelerse ben ne yaparım” korkusuna kapılan, 24 yaşında taç giyen III. Boris emriyle, “devlet içinde devlet olan” haydutlar tarafından katledildi. III. Boris ancak bir faşist monarşi diktatörü olabildi.
1918 Asker Ayaklanmasından ve 1923 işçi isyanından, 1925 ve 1934 Asker kökenli tutucu darbeciler arasında sık sık el değiştiren Bulgar hükumetlerinden lider çıkmadı. 1934-1944 arası yaşanan silahlı iç savaş ise, hem 10-15 bin kurban aldı hem de Bulgarlar arasında yeni kanlı bir hesaplaşmaya ancak ortam hazırlamış oldu.
Böyle de olsa, Büyük devletlerin yardımlarıyla Bulgarların yazmaya koyuldukları Yeni Bulgar Devleti Tarihi sayfalarında Türklerin en özenli erdemlerle nakış edilmeleri gerekiyordu. Ne var ki unutulanlar hep Bulgaristan Türkleri oldu. Acılarına tutunan insanlarımız, ayak basacak, baş koyacak bir yerden başka bir şey istemezken ezildikçe uyanıyor, sürüldükleri savaşlarda verdikleri şehitlerin kanından vatan ilhamı doğuyor, karanlıkların aydınlanması uzun süren Hak-Adalet ve Allah yolunda, sivil toplum örgütlerinde tekrar dirilme yoluna yöneliyordu.
Bu süreç sanki daha 1906’da kurulan ilk Türk öğretmenler birliğinde güç toplamaya başlamıştı. Ardından gelen Çiftçi kooperatifçiliği, “Turan” gençlik örgütleri”, Bulgaristan Türklerinin ilk Milli Kongresine götüren diriliş aşamalar belirlemişti. Ekonomik yaptırım yükü ağır olsa da 1919 Neuily Anlaşması da Bulgaristan Türklerinin “hakları tanınsın” demişti sanki.
Son hedef özde gizlidir bilincinde olanlar, objektif olarak monarşiyi olumsuz lamaya yönelen toplumsal hareketlenmeyi okurken gülümsüyor, gözler çakmak çakmak çakıyordu. Zamanı dolmuş Çarlık rejiminden kurtulmak ve demokratik bir Cumhuriyette iktidar ortağı olmak isteyen Müslüman ahali de gelişmeleri yakından takip ediyordu. Cumhuriyet hilesiz bir parlamenter demokrasi biçimi olarak azınlıkların ezilmişliğini kendiliğinden buharlaştırıp yok oluveriyordu. Çok kültürlülük, birlik olma ve dayanışma bu topraklarda oluşan toplumların fıtratında mutlaka olmalıydı.
Bulgar tarihindeki en büyük kırılma noktası 1944
Monarşiyi zorlayan toplumsal dönüşüm kırıla kırıla, yıkıla yıkıla ilerlerken son hedef olan yeni Bulgar tarihindeki en büyük kırılma noktası olan 1944’e ilerliyordu. Bulgaristan Türkleri o ağır dönemde öz iradesinin içgüdüsüyle hareket ederek, sırtına namlu ağızı dayanmış olsa da, pes etmedi.
Bulgaristan’ın ikinci kez Rus esaretine düştü
9 Eylül 1944 sabahı, Bulgaristan’ın ikinci kez Rus esaretine düştüğü tarihtir. Monarşi faşist rejim içindeki komünist-Sovyet yuvalarında barınan güvenilir ajan, Çar ordusu Albayı Kimon Georgiev, 1944-1946’da başbakan oldu. Kafalarındaki faşist örümcek ağından kurtulamayanlardan Bulgarlar kendi aralarında 25 bin kişi öldürülürken, yüz binler de toplama kamplarında taş kırmaya zorlandılar.
Gücün ve maneviyatın Türklerde olduğu görüldü.
İktidar olan Komünist Partisi (BKP) “Kalaşnikov” sırtlamış kadrolarla nadas sökülemeyeceğini, fabrika çalıştırılamayacağını kısa sürede anladı ve halka inmeyi seçmek zorunda kaldı. Azınlıklar arasında milli iradeye sahip köyde şehirde tüm işlerde öteki azınlık topluluklarını da arkasından sürükleyecek gücün ve maneviyatın Türklerde olduğu hemen görüldü. Onların, 1906’dan beri yeşerdikçe çiğnenen, bilinçlendikçe ezilen, Çiftçi Partisi yılları örneğinde olduğu gibi bir hareketlenmeyi taşıyan orta direk gücü oluşturduğu göz önündeydi. Kalabalıktılar, dinçtirler, kadim geleneklerle yaşıyor, kendi kendileri yönetiyor ve yeniden üreyerek güç tazeliyorlardı. En büyük dertleri ise faşist monarşinin okullarını kapatmış olması, onları kör cahilliğin zindanına atmayı denemesi, zulüm yaşatmasıydı. Bulgaristan’da yaşayan bu insanların ilham kaynakları ise her zaman olduğu gibi yine Türkiye Cumhuriyeti Devleti idi.
Özünde devletsiz, sömürüsüz, beraberce ve kardeşçe yaşamakta olan komünist ülkü bayrağını Türklük semasında, köy ve kentlerinde dalgalandırmaları kararlaştırıldı. Diyalog yolunu açmak için Paşmaklı’da (Smolyan) usul usul isim değiştirip din yasaklamayı 1942’de Sofya Meclisinde bir yasa ile meşrulaştıran (Drujba “Rodina”) faşist örgütü yasaklandı.
15 Eylül 1946’da Bulgaristan Halk Cumhuriyeti ilan edildi
Bulgaristan’da çok derin köklü değişiklikler başlamıştı. Rejim değişiyordu. 15 Eylül 1946 tarihinde yapılan Halk Oylamasıyla Çarlık kaldırıldı ve Bulgaristan Halk Cumhuriyeti ilan edildi. Bir yıl sonra kabul edilen Anayasa, ekonomide kapitalist düzeni sosyalist düzenle değiştiriyor, insanın insan tarafından sömürülmesini kaldırıyor ve tarımda kooperatifçilik, sanayi sektöründe devletçilik, bankacılıkta ve madenlerde devletleştirme kapısı açıyordu.
Demokrasi havası, hele de düne kadar ikinci dereceli vatandaş muamelesi gören, en basit insan haklarından ve özgürlüklerinden yoksun bırakılan Türkleri çok sevindirdi. Küçük bir azınlık hariç, Türkler Vatan Cephesi hükümetini coşkuyla destekledi, Vatan Cephesi örgütlerine üye oldu. Türk Gençlik Birlikleri, Türk Öğretmenler Birliği ve Türk Kadın Dernekleri kurulmaya başlanmıştı. Türklerin bilinçli hareketlenmesinden ürken yeni iktidar Türk azınlığına sınır koyma yolunu seçmişti.
Yeni dönüşümde öncü güç işçi sınıfıydı
Bulgar Komünistlerin yeni atılımlar için Türkleri ve diğer azınlıkları kucaklayacak ve esinlendirecek gücü olmadığını bilmeyen yoktu. Sözü edilen anti-faşist proletarya devrimi nüfusun % 80’ni köylü olan bir ülkede gerçekleşmişti. 1920 Stanboliyski dönüşümlerinde motor güç çiftçilerdi. O zaman Bulgaristan Türkleri toplumsal dönüşümlerde öncülüğü paylaşmayı gönüllü kabul etmişlerdi. 1944’le başlayan yeni dönüşümde öncü güç işçi sınıfıydı. Çiftçiler ancak müttefik olabilirlerdi. Yani ancak yan güç rolü oynayabilirlerdi. 1919’da 1 milyondan fazla üyesi olan Çiftçi Hareketi monarşi devrinden 760 bin üye ile çıkabildi. Bu kitle kısmen komünist partisi saflarını geçerken, Türkler öteki azınlıkları ardından sürüklüyordu. Kooperatifleşme ilhamı zaten 1920’lerde ortak Bulgar-Türk kooperatiflerinde parlamıştı. Kooperatifçiliğin Sovyet deneyimden kopyalandığını iddia etmek yanlıştır.
Türkler, bazı bölgelerde 40 yıl önce Çiftçi partinin politik örgütlenmeyle tanışmışlardı. BKP, pişkin hareket ederken aslında Al. Stanboliyski’yi kopyalıyordu. 1946’da devlet Türk okullarını devletleştirdi ve “ben sizi okutacağım, masraf benden” dediğinde, bu aslında istenen ve beklenen çözümdü.
Değişiklikleri, 66 yıl süren mutlak monarşinin kesin sonu, terörü ise faşistlerle hesaplaşma olarak kabul edenler, sanki yeni düşman işgalini görmekte zorlanıyorlardı. Türkler için bu devrim tarihin en uğursuz olayı olacak, geçmişi anımsadıkça geleceğin karanlığı hemen kendini gösterecekti. 70 yıl önce zihinsel çerçevesi dini inançla çizilmiş olan Türker’de toplumsal çözülme ve yeniden örgütlenme bilgi aydınlığı taşıyan öncüler gereğini kendiliğinden doğurmuştu.
Kongreler devri
Monarşi devrinde Bulgaristan Türklerinin kendi partisi kurulamamıştı. İkinci Dünya Savaşı’nın en sert çarpışmalarının yürütüldüğü 1942 yılının 17 Temmuz günü, KOMİNTERN emirlerine uyularak, Bulgaristan’da anti-faşist silahlı mücadelenin öncüsü olarak “Vatan Cephesi” (VC) teşkilatı kuruldu. VC omurgasını Bulgaristan İşçi Partisi (Komünistler) oluştururken, öne çıkan parti 1934 darbecisi “Zveno” partisi başkanı Albay Kimon Georgiev oldu. Bu parti ve VC-si 1944’ten sonra, komünistlerin iktidar kurumlarına yerleşmesinde perde rolü oynadı.
1944’ten hemen sonra VC ‘nin Türk ve Pomak köylerinde örgütlenmesi emri çıktı ve hemen 4 ay sonra 27-28 Aralık 1944 tarihinde Sofya’da Türk Vatan Cephesi Birinci Kongresini topladı. Kongre’de konuşan, daha sonraki yıllarda BKP MK Politik Büro üyesi olan, Bayan Tsola Dragoyçeva: “Vatan Cephesi Türkleri faşizmden ve ırkçılıktan kurtarmıştır. Kendilerine tam hak ve özgürlükleri tanıyan da odur.” dedikten sonra, Bulgaristan “Türk topluluğunu bir Ulusal Azınlık” olarak tanımladı.
Kongreye 200 delege katıldı. Onları kutlayanların hepsi “ırkçılığa” karşı konuşmuştur. Gazeteler, “Türkler Vatan Cephesi hükümeti destekliyor” başlıklarıyla çıktı.
Georgi Dimitrov Türk azınlığı ile görüşü.
“Milli azınlıklar için tam eşitlik… Fakat mesele Türklere dayanınca çok dikkatli davranılsın. Onlar da tam eşit haklara sahip olmalıdırlar. Bulgarlara denk siyasi ve medeni hakları olmalıdır. İmkân dâhilinde kendi dillerinde eğitim yapmalıdırlar. Kendi ders kitapları ve camileri olmalıdır. Lakın herhangi bir milli hareket oluşturmalarına müsaade edilmemelidir. Bulgarca Türk okullarında zorunlu ders olmalıdır. “
Türk Komünistlerin Konferansı
1946’nın 9-10 Şubat günlerinde 93 Türk komünist Sofya’ya toplanarak bir milli konferans gerçekleştirdi. O zaman Komünist Partisi MK “Azınlıklar Şubesi” başkanlığına Radko Vidinskiyi atanmıştı. Konferansta yaptığı konuşmada o şöyle demişti: “Türk ahalisinin kendisini tamamıyla hür hissetmesi, ulusal bakımdan gelişmesi, milli mensubiyetini, kültürünü, dinini kaybetmeden ülkemizde rahat yaşaması için gerekli şartları yaratacağız.” Delegeler, Türkçe milli gazete çıkarılması, işçi kursları açılması, Türkçe kitap basılması vb önerilerde bulundu.
BİP (k) Türklerle ilgili kararları.
Değişikliklerin başında Bulgaristan İşçi Partisi (komünistler) Türk azınlıkla çalışmalara ilişkin şu kararları almıştır.
- BIP (k) Türk teşkilatları kurulmamalıdır.
- VC komitelerinde Türk şubeleri açılmalıdır.
- VC Ulusal Konseyi Türkçe gazete çıkarmalıdır. (“Işık” gazetesi çıktı.)
- Devlet Türk okullarının masraflarını üstüne almalı. Okullarda devlet ders programı uygulanmalıdır.
- Türk okullarına atanacak Bulgar öğretmen kadrosu hazırlanmalıdır.
- “Nüvvap” okulu düz liseye çevrilmelidir.
- “Faşist” müftüler azledilip tevkif edilmelidir.
- Türkler arasında devlet organlarının çalışmaları iyileştirilmelidir.
Aynı ruhta hazırlanan ve 4 Aralık 1947 tarihinde Büyük Halk Meclisi tarafından kabul edilen yeni Anayasa’dan Türk kimliğimizi ve Türk azınlığı olduğumuzu tanıyan birkaç alıntı vermek istiyorum:
“Bulgaristan parlamenter bir Halk Cumhuriyetidir. Ülkedeki azınlıklar halk cumhuriyetinde yaşamaktan mutluluk ve kıvanç duyduklarını dile getirmektedirler. BHC’nin bütün vatandaşları kanun önünde eşittir.
Milliyete, menşee, dine, maddi duruma dayanan hiçbir ayrıcalık tanınmaz.
Irkçılık, ulusal veya dini düşmanlık yaratma çabaları kanunlarca cezalandırılır. (Bu madde bizim için çok önemlidir. Hiçbir kimse Türk’e Türk’sün diye kötü bakamaz, medeni ve siyasi haklarını sınırlandıramaz, biz de bir Bulgar kadar hakka ve yetkiye sahip olabileceğiz.)
Azınlıklara özel haklar tanınmıştır. Madde 79:
“Vatandaşların anadillerinde eğitim hakları vardır. Eğitim dünyevidir, demokratik ve ilerici bir ruh taşır. Milli azınlıkların, anadilinde okuma, ulusal kültürlerini geliştirmeye hakları vardır. İlköğretim zorunlu ve parasızdır. Okullar devletindir. Sadece ayrı bir kanun ile özel okullar açılabilir. Bu okullar da devletin denetimi altında bulunurlar. Eğitim hakkı, okullar, öğretim-eğitim kurumları, üniversiteler vasıtasıyla, öğrencilere burs vermek, yurt sağlamak, yeteneklere yardım etmek ve özellikle de teşvik etmek suretiyle teminat altına alınır.”
1947 Anayasası Bulgaristan Türklerini “milli azınlık” olarak tanımıştı.
Bu gibi olumlu gelişmeleri kaydetsek de, Bulgar devlet makamlarının Bulgaristan Türkleriyle ilgili ikiyüzlü siyaset uyguladığını yakın ve uzak geçmişimiz hepimize defalarca kanıtlamıştır.
O yılların lideri ve Moskova’nın Bulgaristan’daki bir no’lu yetkilisi Georgi Demirtok’un BİP’nin 18 – 25 Aralık 1948’de yapılan tarihsel V. Kongresi’nin kapanış konuşmasından şu alıntı Türkler tarafından asla unutulmamıştır:
“Sizlere aramızda kalmak şartıyla bir şey söylemek isterim. Önümüzde büyük bir mesele var. Mesele Güney sınırımızda aslında Bulgar olmayan bir ahalinin bulunmasıdır. Bu memleketimiz için daima bir yaradır. Parti ve hükumet olarak bizim önümüzde bu halkı oradan atmak, başka yere değiştirmek, sınır boylarına ise bizim kendi halkımızı, Bulgarları yerleştirme vazifesi durmaktadır.”
Kuşkusuz bu zihniyetle 1946-1949 yılları arasında Bulgaristan’ı yöneten G. Dimitrov, 1950 yılında 156 bin 410 kardeşimizin Türkiye’ye kovulmasına neden olduğunu açıkça söyleyebiliriz.
Daha önce de defalarca taşa vuran Bulgar hükumetlerinin Türklerden kurtulma politikası, 1951’de de duvara toslayınca, Türk azınlığı siyaseti kökten değişerek, Türk azınlığının eğitim-öğretim, kültürel düzeyini yükseltme kapısı aralanıyor. Türkleri yönetme siyaseti ilk kez strateji oluyor ve BKP, gençlik örgütü DKGT, VC gibi üst düzey siyaset kurumlarında “Türkler Arasında Çalışma Şubeleri” açılıyor. Haskovo, Şumen, Rusçuk, Razgrad BKP İl komitelerinde de böyle şubeler açılıyor. Başkentte ve illerde Türkçe gazete ve kitaplar çıkarılıyor. 5-10 Türk genci askeri akademilere dahi alınıyor.
1951-1952 yılından başlayarak Türk gençler için üniversitelerde özel kontenjan ayrılıyor. Türk okullarının sayısı 987’ye yükseliyor, 2 437 öğretmen 88.600 Türk öğrenciye ders veriyor.
5 yıl sonra Türk okullarının sayısı 1 144’e ve öğrenci sayısı da 94.343’e çıkıyor. Aynı zamanda 6 bağımsız Türk Lisesi ve Bulgar liselerinin bünyesinde 9 Türk şubesi açılmıştı. Türk lise öğrencilerinin sayısı 2 690’dı. Yüzlerce Türk öğrenci 3 bağımsız Türk pedagoji okuluna ve üniversitelerde çeşitli fakültelere yazıldı. Her yıl 350 genç öğretmen diploması alırken, 400 genç de Sofya üniversitesinin Türk Şubelerinde okuyordu.
Sofya, Stara Zagora ve Varna radyoları Türkçe yayına başlamış, Şumen, Rusçuk ve Haskovo’da Türk tiyatroları sahne açmış, ekonomi, sağlık ve diğer alanlarda da köklü değişikliklerle Türkler Bulgar devletinde değişik görevlere katılıyordu.
İşte böyle bir ortamda Bulgaristan Türklerinin bu uyanış ve dirilişini yönetecek bir lider ihtiyacı belirdi. Azınlıklar Bakanlığı kurulsa da olurdu. BKP MK’sinde “Azınlıklar Şubesi” milli çapta yönetimi ele aldı.
AZINLIK ŞUBESİNİN İLKİ ALİ RAFİEV’Dİ
Bu şubede 1951’de göreve atanan ilk “önder” Ali Rafiev’tir. 1926 doğumlu Silistre’li olan A. Rafiev, Moskova’da SBKP MK Akademisinde okumuş, Marksist Leninci teoriyi ve Sovyet pratiğini iyi bilen saygın bir yöneticidir. Bulgaristan’da Türk kimlikli aydın yetiştirilmesine, Türk olarak uyanışımıza, kültürel dirilişimize ve geleneklerimize dönerek örgütlenmemize öncülük ederken halkımızın takdirini de kazanmıştır.
Türklere kimlik ve azınlık haklarını tanıyan önder Vılko Çervenkov’un 23 Nisan 1956’da görevlerinden uzaklaştırılması ve Todor Jivkov’un parti, hükümet ve devlet yönetimini elinde toplamasıyla Türk azınlık içinde büyük hayal kırıklığı yaşandı.
Ali Rafiev’ten Türk ahalisi arasında parti çalışmaları konulu tezler istendi, fakat hazırlanan tez kabul edilmedi. Öne konulan yeni savda, Bulgaristan Türklerinin Anadolu’da yaşayan Türklerin bir parçası değil, Bulgaristan halkının kopmaz bir parçası olduğu, Vatanının da Türkiye değil, Bulgaristan olduğu vurgulanıyordu. Partinin Türklerin fikrini almadan hazırladığı tezler uygulamaya konunca, Türk okulları süratle kapandı. Türk liseleri ve pedagoji okullarından sonra 1959/1960/1961 ders yıllarında Türk ilkokulları ve rüştiyeleri de Bulgar okullarıyla birleştirilmek suretiyle kapatılmış oldu.
Türk İlkokulları ve rüştiye ortadan kaldırıldı
Bir hamlede 1156 Türk İlkokulu ve rüştiyesi ortadan kaldırıldı. 105 000 Türk çocuğu, 6 337 pedagoji ve liseli genç tüm dersleri Bulgarca okumaya zorlandı. Sofya Üniversitesi Fakültelerindeki Türk Şubeleri kapandı. Birkaç yıl sonra Türk dili programdan atıldı.
Bu duruma isyan eden Ali Rafiyev “milliyetçi” ilan edildi, partiden atıldı, tarım kooperatiflerinde işe sürüldü. Mahkemeye verilmeden idam cezasına çarptırılan bir halk önderiydi. İyi ki 1969’da SSCB Yüksek Şura Başkanı (Cumhurbaşkanı) Nikolay Podgorni Bulgaristan’ı resmi ziyarete geldi de, Moskova SBKP Akademisinde birlikte okudukları dostu Ali Rafiyev’i sordu, görüşmek istedi ve gerçekleri öğrenince müdahale ederek Rafiev’i görevine iade ettirdi. Görevine iade ettirseler de ona artık güven kalmamıştı.
Fakat komünist partisinin Türk kimliğine, dil, din, kültür ve geleneklerine, yaşam tarzına saldırıları arasız devam ederken, A. Rafiev dayanamadı. Sofya’da vefat etti ve mezarı Sofya “Bakırena Fabrika” kabristanlığının 6. Paftasında bulunuyor. Fakat Ak Kadınlar (Dulovo) köylerinde yaşayan kız kardeşinin eşi ve oğlu zulümden Türkiye’ye kaçarken yakalandıktan sonra Sofya Merkez Hapishanesinde yargısız idam edildiler ve küllerinin nereye savrulduğu kimseler bilinmiyor.
Ali Rafiev, Bulgaristan Türkleri liderleri arasında ne ilk ne de son şehidimizdir. Totaliter zulüm koşullarında özündeki hedefte lider olmak olan büyüklerimize böyle kıyılmışlardır.
Mezar taşlarını okuyunuz. Hepsinde “El Fatiha” yazar. Yani, “Buradan geçerken Fatiha’yı ihmal etmeyiniz, bir Fatiha okumayı çok görmeyiniz”,derler..
Bundan 5 yıl önce, Ali Rafiev’in ölümünün 10. Yılında, “BULTÜRK” derneğinin Sofya temsilcimiz Hikmet Efendiev’in önderliğinde Sabri Alagöz ve Albay Şevket Feyzullov birkaç arkadaş kabrine ziyarete gitmişlerdi. Bundan sonra her sene de bunu yapmaktalar. Mezarı başında kuran okutmuşlardı ve ruhuna Fatiha okumuşlardı. Ayrıca da Bulgaristan Türk aydınları adına ebedi saygı çelengi de koymuşlardı. Ölüm elbet bir gün hepimizin kapısını çalacak. Allah’ın takdiri nasıl uygun görmüş ise öyle göçüp gideceğiz buralardan. Büyümüze dualarımızla her zaman onun yanında olacağız.Bizler de kendisine ve tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet dileriz. Rabbim tüm şehitlerimizin mekânını cennet eylesin.
Saygılarımla,
Bu gün 19 Mayıs ulusal egemenliğin başlangıç günüdür. “Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Millî Mücadele hareketini başlatmak üzere Samsun’a çıkışının 101. yılı. Nice yıllar olması dileğiyle Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun.”
Devam edecek. Ellerinizi yıkama ve mesafe koruma kurallarına lütfen uyalım. Hepinize sağlık dilerim. Teşekkürler.
Paylaşınız.