Biz Özgürlüğü Kendimiz Seçtik

Yazan: Renginar GÜLER
Tarih: 14 04 2020

Şu korona virüsü İngiliz Başbakanı Boris Conson’u bile yoğun bakıma yatırırken, sokağa çıkma yasağı uygulanan Londra’da şöyle bir olay yaşanmış. Sıradanların kaldığı semtlerin küçük bir bölümüne yerleşen Bulgaristanlı aileler hükumet ve belediye emirlerine uymayıp maskesiz serbest dolaşmaya devam ederken polis baskınına uğramış. Polis sezon işçisi olan bu Bulgaristan vatandaşlarının İngilizce bilmediğini öğrenince, Bulgar konsolosluğuna gitmiş ve yasak emirlerini Bulgarcaya tercüme edip semtte dağıtmış, fakat okuyup istenenleri anlayan ve ötekilere anlatan biri olmayınca, durumda değişlik olmamış. İkinci baskın yapan polis Bulgarca konuşan bu ailelerin Romen olduğunu, Bulgarca okuma yazmaları olmadığını tespit etmiş. Avrupa uygarlığı içinde “korona virüsü” gibiyiz.

Sofya’dan her gün uçak kalkıyor. Çilek, börtülen ve ahı dudu bahçelerine mevsim işçisi taşıyorlar. 30 yıldan beri bu böyle devam ediyor. Hiç biri, ne orada ne de bizde zengin oldu. Hayat işte sürünüp gidiyorlar.

Bu arada Türkiye’mizin bulaşıcıyla mücadelede örnek olmaya devam ettiği ve PİK denilen doruğu çok yakında aşıp salgını gemleyebileceği örneği de hepimizi sevindirdi.

Hıdırellez’de Bulgaristan’da korona virüsü çıkacağı en yüksek noktaya tırmanmış olacak ve kendini tepeden yuvarlanmaya bırakacakmış. “Belene” kahramanı Ardinolu Mümün Çolak eşiyle birlikte korona virüsten yattığı Eğiridere – Ardino’da hastanesinden taburca oldu ve köyüne sağ salım döndü. Hastanelerdeki kardeşlerimizin hepsine geçmiş olsun diyoruz.

***

“Bghaber” yayınlarının Türkiye Cumhuriyetin’de izlenmesine ilişkin İl bazında son durum şöyledir.

İlk sırada İstanbul 9.958; Ardından Bursa 3. 861; İzmir 2. 101; Tekirdağ 1. 220; Ankara 912; Kocaeli 610; Kırklareli 420; Edirne 403; Antalya 268; Balıkesir 186 ve TOPLAM 21 bin 391 okuyucumuzu kutluyor, kendilerine sağlık ve Corona-19 ile başarılar diliyoruz.
Her okuyucumuz 5 kişi kazansa ya da 5 yeni kardeşimizle paylaşsa devamlı okurlarımızın sayısı 150 bin olacaktır. Toplumun aydınlanması kıvılcımla başlar, ateş ise toplumsal bilincin simgesidir.

Biz Bulgaristan Türkleri olarak 70 yıldan beri okulsuz olduğumuzdan dolayı, haberi kulaktan almaya, fısıltıda gerçeği görmeye alışmışız. Bu işlerde alınacak geçilecek daha çok yol var.

Tabii inanç saygı duyulacak, hoş görülecek bir şeydir. Ortak irade oluşumuna katkıda bulunuyoruz. Çünkü ortak irade olmayan yerde, olay çoktan bitmiştir. Demokrasi insanların eşit olmasına dayanır. Biz bir Cumhuriyet düzeninde yaşıyoruz ve Cumhuriyet ancak bir yönetim biçimidir.

İşler görünümde böyle olsa da, hatta daha 1879’da onaylanan Birinci Bulgar Anayasasında “bütüne uymakta özgürlük” ruhu yer almış olsa da, son 142 yılın gelişmeleri hep ters gitmiştir ki, 1990’dan önce soykırımı denemesi zulmünün içinde kurduğumuz direniş örgüt ve hareketlerinin, partilerin isimlerinde hep “özgürlük” sözüne yer verilmiştir. 1990’da sonra kurulan partimizin adında da “özgürlük” kavramı yer almış, daha da sonra Güney Tahir, Kasim Dal ve Lütfi Mestan’ın kurduğu partilerin isminde de temel kavram olarak “özgürlük” öne çıkmıştır.

Bu açıdan analiz ettiğimizde,  Bulgaristan’da yaşayan biz Türklerin anayasaya ve yasalara uzanan bir ortak değer olan özgürlük ve bir genel iradeye gerek duyduğumuz devamlı bir eksiğimiz ve gündem oluşturan bir ihtiyacımız olmuştur.

Bu konuda bizim tavrımız, atalarımızın topraklarına sahip çıkarak var olma kararlılığımız, daha iyi günlere doğru atılım yapılacaksa burada yapmak, bizim irademizle oluştukça her zaman genel irade olmuştur. 1989 Mayıs ayaklanmamızın diktatör Todor Jivkov’u ve komünist partisinin totaliter rejimini reddedince, altı ay sonra yani aynı yılın 10 Kasımında bu irade artık genel irade olmuştu.  Bu Türkler tarafından başlatılan bir özgürlük patlamasıydı ve Bulgarlara ve öteki azınlıklara bulaştı ve milli mücadele ve değişim ruhunu oluşturdu.

Biz bu davada, yasaların yeniden yazılmasında, Türk kimliğimizin anayasada tanınmasında direnirken, yasalara boyu eğeceğimizi, yasalara boyun eğmenin insan özgürlüğüne boyun eğmek olduğunu, bunun geleneklerimizde ve dirilen mücadele ruhumuzda yeri olduğuna inanarak hareket etmiştik.

Biz kendi topraklarımızda yaşadığımızdan Bulgar devletinden yeni toprak talebinde bulunmadık.

Biz bu mücadelemizde hiçbir kimsenin mülküne göz dikmedik.

Zaten, Bulgar Adalet Bakanlığı ve Yüksek ve yerel mahkemelerinin kapısına ve her duruşma salonunda yargıcın arkasındaki duvarda “ADALET, MÜLKÜN TEMELİDİR!”  yazsa ve uygulansa adaletsizlik sorunu kendiliğinde çözüm yolunu seçmiş olur. 1934 yılına kadar Bulgaristan Müslümanları adalet, özgürlük ve mülkiyet konularında Koran esaslarını esas almış ve uygulamıştır. 1882 * 1934 yılları arasında Bulgaristan’da uygulanan Osmansızlaştırma Programı devrinde, Sofya’da 29 Müslüman mahallesi malı mülkü, 72 camii, hamamlar, çeşmeler ve pınarlar, vakıf malları yok elmiş ya da gasp edilmiştir. 2020 yılı itibarıyla Kuzey Bulgaristan Türksüzleştirilmiş, Koca Balkan Güneyindeki köy ve kasabalarda Müslümansızlaştırma süreci bugün de devam etmektedir. Maddi varlığımıza indirilen darbeler aynı zamanda maneviyatımıza indirilen balyozlardır. Şöyle de diyebilirim, 100 yıl şalvar ve feracelerimizle, aba ve poturumuzla, aptesimiz ve tarat usulümüzle, kısacası temizliğimiz ve hijyienimizle alay edenlerin, günümüzde el-yüzü sabun gördü, maskeleri taktılar da “oh be, hayat varmış” dediler.

Bizim Bulgaristan’daki temel problemimiz kimlik problemimizdir.

Türk kimliğimizin eş dost, dost düşman önünde resmen tanınarak meşrulaşmasını yani yasallaşmasını ve bundan doğan haklarımızın kayıtsız koşulsuz tanınmasını istedik. Öz kimliğimizin başka birisinin kimliğiyle karıştırılmasını kabul etmiyoruz. Tarihte Türkleştirilmiş Bulgar olduğumuz tezini kabul etmiyoruz. Genel irademizde eksim bulduğumuz ve uğrunda bugün de mücadele ettiğimiz anadilimiz, kendi kültürümüz, dinimiz, geleneklerimiz, sanat ve yaratıcılığımızla var olma hakkımıza yaşam hakkı tanınmasında ısrarlıyız. Milli ahlak içinde Müslüman Türk ahlakının özelliklerine saygı duyulması da kesin taleplerimiz arasında ön sırada yer alır.

Bulgaristan Türklerinin öz saygınlığı vardır.

 Biz sıradan birileri olmak istemiyoruz. Kendi farklılıklarıyla yaşamak isteyen biziz. İyi bir eş, iyi bir baba, ailede, soyda, toplum içinde iyi bir vatandaş olmak, saygıya layık olmak içimizdeki özelliklerden yalnızca biridir. İnsan yalnızken başkalarını, toplumda ise kendini düşünen biridir. Bu özelliğimiz ezilmiştir. Toplum içinde saygınlığımızın sıfırlanıp silinmesi devlet politikası olarak uygulanmış ve Türk azınlığı ulusal toplumdan uzaklaştırıp koparmıştır. Değişik hesaplara ve dış ve ıç baskılara dayanan göçe zorlama ve yabancılaştırarak soysuzlaştırma da aramızdaki hendeği açtıkça açmıştır. Bizim öz saygınlığımızın içinde kişisel, aile ve toplum temizliği çok önemli bir geleneksel değerimizdir.

Şu iyi bilinmelidir, 1878’den sonra geçen yıllarda, biz artık beşinci kuşak Bulgaristan Türkleri kendi topraklarında var olsak da kendilerini Bulgar toplumuna adapte edemediler. Maddi ve manevi değerlerini kaybettikçe uyum sağlayamama derinleşiyor. Dayatılmaya çalışılan bağımlılığı kabul etmediğimiz ortadadır. Bulgar ahlakını kabul etmemiz içilen yapılan zülüm, daha üstün, hayırlı ve iyi olana doğru olanın bizim yolumuz olduğunu kanıtladı ve kötülükler reddedildi. Bu zafer bizimdir.

Olaya öz saygınlığımız açısından baktığımızda biz ancak kendi evimizde kendimiz gibiyizdir. Evimizde anadilimizde konuşur, geleneklerimize göre yaşar, giyim kuşamımız, adetlerimiz kendimizindir, Türk televizyonu seyretmek, Türkçe radyo dinlemek, Türkçe haberleşmek, yazışmak, eylenmek, geçmişimiz ve bugünümüzü öykülemek evdeki öz saygınlığımızı oluşturan unsurlardır.

Ne var ki, yakın ve uzak ortamda, işyerinde, çarşı pazarda, toplumda öz kimliğimizle egemen olmak bizim hakkımızdır. Yasal hakkımızdır. 1878 Berlin Anlaşmasında ve 1879 Anayasasında lehimizde işlenmiş ilkedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde bizim özgürlükçülüğümüz devlet karşıtıdır, tepkisel birikimimiz yasal olanı savunarak gelişmiş ve keskinleşmiştir.

1989 değişiminde Türkler olarak ön ayak olduğumuz ve şehitler verdiğimiz Bulgar devleti bizim Türk kimliğimiz tanımamıştır. Bugün de tanımamıştır. Seçme ve seçilme hakkımız, Türkiye devlet sınırının açık olması, AB ülkeleriyle serbest dolaşım hakkı vb istemlerimizin yerine getirilmiş olması için yeterli sayılamaz. 2007’den beri AB’den gelen karşılıksız paralarla bir TÜRK OKULU yapılmış olsaydı bu cümleleri yazmazdım. Şimdi korona virüsü ile mücadele için kullanılmak üzere olmakla birlikte yeni 11 milyar Avro gelecekmiş, şimdiye kadar bu paralar adaletsiz dağıtıldığına göre, bundan böyle adaletli dağıtıma özgür ve adil kontrol uygulanmasına izin verilecek mi?  Ayrıca biz Türkler denetimsiz bir devlet veya toplum da istemiyoruz. Denetim işlerini devletin yetiştirdiği dalkavukların elinden alınmasında da ısrarlıyız. Kişisel haklarımızı, mülk sahibi olma hakkımızı güvence altına aldığı, gaspedilen taşınmazlarımızı iade ettiği, kültürel haklarımızı ve Türk kimliğimizi tanıdığı ve yasallaştırdığı ölçüde Bulgar devletinin yasallığını tanırız, fakat bu yapının – toplum ve devletin ve kurumlarının içinde Türk kimliğimizle var olmak istiyoruz.

Azınlık hakları konusunda devletin görevinin kamu düzenini korumaktan ileri gitmemesi görüşündeyiz. Kişisel ve kolektif haklarımız yasallaşmalıdır. Demokratik düzenin temeli sivil toplum örgütleri olmalıdır. Bunun en kesin örneği korona virüsüne karşı uygulanan olağanüstü duruma uymada, maskeli, mesafeli ve sağlık kurallarına uyarak, çocuklarımızı ve yaşlıları sokağa çıkarmama istemlerine bilinçli uyarak kanıtladık. Ne var ki kabul etmediğimiz hususlar da yok değil.  60 yaş üstü yaşlılarımızın daha çok uzun süre evde kapalı kalmalarına, yaşam ortamından, geleneklerimizden, kültürümüzden ve normal yaşam koşullarından uzak tutulmalarını kabul edemeyiz. Aile bütünsel ise ailedir. Zaten paramparçayız. Toplum bir bütünse toplumdur. Bundan öte parçalanamayız. Yaşlıları toplumsal hayattan koparamayız.

Bu arada, oligarşiye, büyük sermayeye sürekli para dağıtmayı, banka soyguncularından hesap sormamayı, rüşvetçilerle el ele vermeyi devlet görevlerinden saymıyoruz.  Avrupa Birliğinden gelen yardım fonlarının ve devletin sosyal fonlarının dağıtımında, halk menfaatlerine uygun faydalı kullanılmasından adaletin garantörü olacak bir yeni komisyonlar kurulmasında ısrarlıyız. Yeni kurulacak komite ve komisyonda tüm azınlıklardan, sivil toplum örgütlerinden, aydın tabakadan yetkili temsilci olmasında, politik partilerin avanta kazanı başından çekilmesinde ve azınlıkların yoksul kesimi lehinde adalet sağlanmasında ısrarlıyız ve ısrarlı olmaya devam edeceğiz. Mart ayında kurulan ve oldukça başarılı çalışan Korona Virüsle Mücadele Sağlık Komisyonu örnek alınabilir.

Teşekkür ederim.

Devamı yarın. Bu ayın 17 -19 günleri arasında Türkiye’de sokağa çıkma yasağı var, Bulgaristan’da çarşı Pazar kapalı olacak, hazırlıklı davranalım.

Paylaşınız.