Yürüyüşlerin Ayak Sesleri
Raziye ÇAKIR
Tarih: 23 Temmuz 2020
Bulgaristan’da Borisov hükümeti 4 bakanı ve 3 bakan yardımcısını değiştirdi. Bakanlar Kurulu önünde “toplu istifa” için protesto gösterileri devam ediyor. Binlerce kişi istifa derken Bakanlar Kurulu kapısına tuvalet kâğıdı atıyor. 16. gününü dolduran gösterilerde genç ve orta yaş vatandaşlar kalabalık. Yükseltilen yeni büyük pankartta “HADİ GİDİN ARTIK!” yazıyor.
4 gün Brüksel’de kalan ve AB Bakanlar Kurulu toplantısından 29 milyar Avro ile dönene B. Borisov uçak alanında karşılanmadı. 7.7 milyar Avrosu heybe olan bu paraya sevinen de olmadı. 22 milyar Avrosu da 30-40 yıla yayılmış borç olsa bile, bu paraların Bulgaristan’ı tüketici ülkeden üretici ülkeye dönüştürebileceğine inanan yok gibi. Çünkü daha önce de bu gibi paralar memleketimizden geçti ama arkada kalan iz yok, kâsesi boş tüketici Avrupa kuyruklarının sonunda bulunuyor. Halkın gücü sıfırlanmış, elinde sermaye ve üretim güçleri yok. Bütün memleket baştanbaşa AVM olsa ne olacak, göz kızartıyoruz.
Osmanlı devrinde esnaf birliklerinde, tarımcılık ve ticarette sermaye döndüren Bulgar halkı 100 yılda sıfırladı. Bu işler neden böyle oldu diye düşünürken, insanın bazen Karl Marks’ın 3 cildini (3 bin sayfa) birden satın alıp, gece gündüz okuyarak, akıllanmak istemesi alevleniyor içten içe, ama sonra “okuyup da ne olacak, ellerimizin nasırından başka sermayemiz mi kaldı?” diyerek umut ateşi söndürüyoruz.
1930-lardan 1975’lere kadar Bulgar ekonomisinde üretim dönemi vardı. Ve o dönem biter bitmez, şimdi ne yapacağız telaşına kapılan ve Rusya’ya 16. Cumhuriyet olma isteğini dile getiren Bulgaristan diktatörü Todor Jivkov iç saldırılara başladı. Kuduza dönmüştü. Pomakların isimlerini değiştirdi, camilerini kapattı, kültürlerini yasakladı. Sert tepki gördü. Şehitler verildi. Hapishaneler doldu. Pomaklar memleketin dört bir yanına sürgün edildiler. Toprak ellerinden alınmış kooperatifleştirilmişti. Üretim araçları yoktu. Bir iş başlatacak sermayeleri de yoktu. Her hanenin son sermayesi “göçe zorlandıklarında” yol parası kadardı. Zaten özel teşebbüs tamamen yasaklanmış olduğundan, parası olana da böyle bir olanak tanınmıyordu. En özgür olanlarda bile köle olmaktan başka bir seçenek kalmamıştı. Ürettikleri malı, tütünleri devletten başka satabilecekleri bir yer de yoktu. Devlete teslim ettikleri ürünün parasını 6 ay sonra alıyorlardı. Bu olağanüstü zor koşullarda çalışırken devlet patron onlar tamamen köleleşti.
Sofya’nın tam göbeğinde, bakanlar kurulu binası önünde her akşam gösteri yapanlar 40 yaş altında olduklarından bu çekileri, çözümü olmayan bu çelişkileri, Bulgaristan tarihinde zulüm ve kölelik devrini bilmiyorlardı.
Bulgaristan’ın TÜKETİM ÇAĞINA GİRİŞ SÜRECİ 1985 yılına doğru daha da şiddetlendi. Ülke borçlandı. Belki bir şeyler koparabiliriz hesaplarıyla Batıdan 360 şirket ve bazı fabrikalar alındı. Döviz Batı Avrupa’ya aktı. Fakat modern dönemin sonunu yaşayan ve Birinci Dünya Savaşından sonra başlayan ÜRETİM ÇAĞI limitlerini de aşan Batı Avrupa dikişlerinden patlayacak durumda ve genişlemek istiyordu. Bunlar hep böyle olsa bile, alt yapı alanına ilişkindi, o dönem bizim maneviyatımız belleğimizden kazınıyor, her gün bir sürpriz yaşıyor, sanki kırık cam üzerinde yürüyor ve ne kendimizi ne de geleceğimizi görebiliyorduk. Bu bunalımları, Bulgar halkına yaşatmayı, kendi insanlarının bir daha kırılmasını istemeyen ve ekonomik ve mali bunalım sorunlarını Müslüman azınlık sırtına yüklemeyi planlayan Sofya’daki totaliter dikta rejimi, yalana-dolana dayanan bir sahte stratejik politika ile sözüm ona “isim değiştirerek soya dönüş” saçmalığına başladı. Amacında Bulgarların başını ve gözlerini farklı bir yöne çevirmek ve halkı uyutmak vardı. Kötülüklerin tüm yükü Müslümanların sırtına yüklendi, saldırılar şiddetlendi.
Daha önce Bulgar devleti ile Müslüman azınlık birbirine bu denli sert girmemişti.
Siyasetten anlayan, Bulgarları ve Türkleri tanıyanlar ve Bulgar devletinin zavallılığına değer verenler, “bu gidiş gidiş değil, bu işin sonu hayır değil”, demişlerdi. Türk İsyanı ve Büyük Göçten sonra Bulgaristan’ın çöktüğünü ve eşek olsa sırtındaki semeri taşıyamaz olduğunu ve yere çömeldiğini herkes gördü.
16 günden beri Sofya meydanında her akşam toplanan göstericilerin protesto yürüyüşlerini, istifa ve seçim isteklerini, memleketimizin bir savcılık diktatörlüğüne dönüşmesine tepkilerini izleyenler şu sonuca varıyorlar.
Boyko Borisov ve ekibinin zamanı doldu.
Bu, polis kökenli grubun ödevi, Türklere karşı soy kırım denemesi zulmü bütün şiddetiyle sürerken, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin (BKP MK) aldığı bir kararı yerine getirmekten başka bir şey değildir. Bu kararda, Bulgaristan yönetiminde politik hırslı uygulamalardan vazgeçip ekonomik uygulamaya geçilmesi, ülkenin BKP tarafından değil, yaratılacak 200-300 kişilik bir zenginler yönetimi sağlanması istenmişti. Bu zümre BSP çevresinde kaldı. DPS yuvasına yerleşenler de oldu. GERB partisi zenginlik çıtasını bir iki basamak indirdi ve orta katmana dayandı. 300 kişiye değil, 400 bin kişiye yayıldı. 70 bin polis ve aileleri de bu kata yerleştiler. Bu orta zümre, parti ve devlet paraları bavul içinde dağıtılarak yaratılan zenginler zümresi değildi. Yeni talancı şirketler kuruldu. 15 bin irili ufaklı sanayi işletmesinden oluşan Bulgar endüstrisi “aç kurtlar sofrasına” servis edildi. 1920 ile 1972 yılları arasında inşa edilen ve çalışır durumda olan ne varsa hepsi tüketildi. Bu öyle 3-4 yılda olacak iş değildi. 50 yıl üretilen ve bina edilenin 50 yıl tüketilmesi gerekiyordu. Ama tüketildi. Bundan 5 yıl önce, Almanya başbakanı Angele Markel Bulgaristan Başbakanı B. Borısov’u çağırıp, “şu sığınmacılardan 100 kişi alsan” dediğinde, “aman bırak, olmaz, bizde artık kırıntı kalmadı!” cevabını aldı. Hatta birkaç yüz sığınmacı kamplara toplandığında ve her ay ceplerine 1 200 Avro sıkıştırıldığı haberini alan yerliler, “biz 200 levaya (100 Avro) ay çıkarıyoruz, onlara 1 200 Avroyu nasıl verirsiniz” tepkisiyle isyan etti…
Evet, o zaman her şeyi tamamen tüketmiştik. Bunalımların dibine iyice yapışmıştık. Dipten kopma zamanı geldiğine inanıyorduk. Artık üzerinde kırıktan başka bir şey kalmayan sofrada yer almayan da kalmamıştı. Sosyalistler, demokratik birlikçiler, daha güçlü Bulgaristan isteyenler, Çar’ın sülalesi, aşırılar, milliyetçiler, ırkçılar, yavaş yavaş yemek isteyenler ve Borisov’un yönettiği ve doymak bilmeyen oburlar sürüsü aynı sofraya oturdu, kalktı. Şimdi kalkma zamanı Borisov takımında, ama onlar iyice ağırlaştığından olacak, bir defa kalkarsak bir daha oturamayız korkusu içinde, masaya ve sandalyelere sımsıkı yapışmışlar ve topluca kalkmak istemiyorlar.
Sokak gösterilerinden yükselen çığlıkta bu gerçek var.
Hükümetin 4 bakanı değiştirme kararından sonra olayı izleyenler “Talan henüz bitmemiş, sofra boş olsa bunların hepsi kalkar ve savulurdu. Yerlerinde kaldıklarına göre, bu işlerde daha umut var!” dediler.
Olay sanki üretimden fazla adaletli dağıtımda. Bulgarlarda “komşum aş yatarken, benim gözüme uyku girmez” mantığı yok. Üretim ve adaletsiz dağıtım artıkça para aynı kişilerin elinde toplanıyor ve adaletli dağıtımın yeni formülü bir türlü bulunamıyor. Bu, Adam Smith’ten beri böyle. Zaten “adalet” diyenler arasında öldürülmeyen kalmamış bugüne kadar.
Bakanlar Kurulu bileşiminde aklı başında konuşan 2 kişiden biri olan Başbakan Yardımcısı, Savunma Bakanı ve VMRO – iç Makedon Devrim Hareketi Partisi Başkanı – Krasimir Karakaçanov şöyle dedi. “Akşam gösterilerinin patlaması iyi oldu. Avrupa’dan çok geri kaldık ve yabancılaştık. Gençler bizim olayları yeniden değerlendirmemize vesile oldular. Halkın eline para değil, vesile vermemiz gerek. Örneğin Yunanistan’a tatile gitmek isteyenin eline döviz değil, yol, konaklama ve yemek voucheri vermeyi ve tatillerini Bulgaristan’da geçirmelerini düşünüyoruz.”
Bulgaristan’da 1925 yılından beri iç savaşın devam ettiğine işaret eden Karakaçanov, meydanlara toplanıp protesto edenlerin ülkenin geleceğini karanlık gördüklerini ve bu belirsiz gelecekte kendileri ve aileleri için yer göremediklerine vurgu yaparken, sokaktakileri “diyaloga” devam etti.
Akademik çevreler şimdiki bunalımın Borisov hükümeti ile aşılamayacağına, tüketim döneminden üretim dönemine geçmenin bu hükümetle geçilemeyeceğine vurgu yaparken, istifanın kaçınılmaz olduğunu belirtiyorlar. Gösteriler devam ederken, sıradan vatandaşlar yeni istifalar olacağına inanıyorlar.
Bulgaristan’da Sokak gösterileri belirdiğinde hemen “devrim”, “evrim” gibi kavramlar taşınan pankartlarda belirirken, 15 günde büyük bir değişiklik yaşandı. Binlerce disiplinli ve emirlere uyan polis tarafından korunan Bakanlar Kurulu ve Halk Meclisi binalarına girmek adeta olanaksız, Bakanlar Kurulunu ateşe verme denemesi de boşa çıktı ve sonunda “Cumhurbaşkanlığı Cumhuriyeti” sloganı belirdi.
Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in görev süresi 2021 yılının Kasım ayında sona erecek. Radev 2. Tura aday olabilir. Gösterilerin ilk gününde o hükümeti ve Baş Savcı İvan Geşev’i istifaya davet etti. Davetinde “mafyayı hükümetten ve devletten sökelim ve yok edelim” çağrısının sertliği dikkat çekti. Halk bu sloganlara tepkili değil. Ne ki, herkesin yürek kıpırdanışlarında, ama “işler bozulmasın” endişesi var. Kimse endişe yaşamak istenmiyor.
Hükümet ve GERB partisinin meclis grubu, Cumhurbaşkanını protesto gösterileri kışkırtmakla ve devlet kurumları ile göstericiler arasında diyalog kurulmasına engel olmakla suçlarken, Cumhurbaşkanı’nın parlamentonun kendini feshi ve hemen dağılma isteği tepki bulurken, Cumhurbaşkanlığı yönetiminin Anayasa dışı bir yönetim biçimi olduğu belirtiliyor. Meclis muhalefeti – BSP ve HÖH-DPS – partileri başarısız gensoru oylamasından sonra da istifa ısrarında direniyorlar. BSP, Sofya örgütü aracılıyla göstericilerin oluştura bildiği direniş ruhunu kucaklama gayreti gösteriyor.
Bu gelişmeler içinde parlamenter muhalefet ve meclis dışı partiler göstericiler arasına inmediler. Dikkati çeken bir olay da şu oldu. Baş savcılık, “Vızrajdane” (Diriliş) adlı, büyük şehirlerdeki orta katmanı temsil eden ve gece gösterilerinde aktif olan siyasi partiyi, tescil evraklarında sahtekârlık olduğu gerekçesiyle kapatmak istedi ve yeni olaylar yarattı. Bugün Borisov hükümetinin (mafyalaştığından dolayı istifasını isteyenler) aslında 2014’te aynı güçleri hükümete taşıyan ve “İkinci Borisov hükümetini destekleyen” aktif kesimden oldukları belirtiliyor. Bunlar arasında “Evet, Bulgaristan!”, “ABV” partileri Hristo İvanov, Petır Moskov ve İvaylo Kalfon gibi siyasi şahısların isimleri sıralanıyor.
Başkent ve il merkezlerindeki gösterilerdeki “mafya istifa!” sloganının Karadeniz’in “Rosenets” sayfiye merkezindeki Ahmet Doğan yazlığına devletin el koyması istekleriyle bir yumakta toplanması çabaları ise henüz destek görmüyor.
Bulgaristan’daki yeni tarihsel durum gençlerin siyasete katılmalarını zorunlu kılıyor.
Her akşam gösteri yapan gençlerden daha fazlası dış ülkelerde, özellikle de Batı Avrupa Üniversitelerinde öğrenim görmüş gençler olmasından ve bu entelektüel katman oluşturmalarından çıkarak şöyle bir öneride bulunmak istiyorum. Kötü anlamda adı çıkmış ve haklarında kimsenin iyi bir söz söylemediği şimdiki siyasi partilerin dışında, herhangi bir stk’nın mahkeme kaydını bile yaptırmadan, anayasa ve yürürlükteki yasaların müsaade ettiği üzere, ULUSAL MAFYAYA KARŞI GENÇLİK HALK HAREKETİ şeklinde genel seçim hazırlıklarına başlamaları olanaklıdır. Böylece bu hareket kendi iskelesini ve çatısını kendi kurabilir. Gençlerin orta direk kurmasına ihtiyaç var.
Gösterici gençler Bulgaristan siyasetinde köklü değişiklik istiyor.
Bulgar siyasetindeki siyasi partilerden hiç biri köklü değişiklikler istemiyor. Ne ki partilerden her biri aç kene gibi sokak hareketinin kanını emmeye hazırlanıyor ve buna yol vermemek gerekir. Bulgaristan’da komünist totaliter ceset hala ortadayken, sistem değişikliği istemek biraz abartılmış, olması zor gibi olduğundan dolayı, köklü politik değişiklik anlamında bazı anayasal ve yasal değişiklikler, öncelikle seçim sistemi değişikliği ve azınlıkların kültürel haklarının tanınması ve mafyanın ekonomi ve mali sistemden sökülmesi olanaklı olabilir. Bu bakımdan yürüyen genç kitle şu an Bulgaristan umududur. Onların azınlıklarla bağlanmaları, kimliklerin tanınması davasını da kucaklaması ve yaklaşan seçimlerde desteklenmesi ise, kaçınılmaz zorunluk olmuştur. İnternet ve posta ile oy verme ve seçime zorunlu katılma gibi istekler büyük destek buluyor.
Bu davada cumhurbaşkanı Rumen Radev’in tutumu kesindir. Başbakan B. Borisov ve Başsavcı İv. Geşev şahsında “yasa dışı yollardan zenginleşmiş olanların –mutraların – iktidardan sökülüp atılması isteği destek buluyor. Cumhurbaşkanı yol göstericidir. Bulgaristan tarihinde “genç aydınlar hareketi” adlı bir olay yaşanmamıştır. Bu olayın şansı var ve Cumhurbaşkanı tarafından desteklenmeleri gerekir. Göstericiler de Cumhurbaşkanı ile kaynaşma yolu bulmalıdır.
Bulgaristan’da halen Cumhurbaşkanlığı yönetiminden söz edilemez. Bir defa meclis de buna onay vermez. Bulgarlar daha 1879’dan beri partilere bir görev alma imkânı, ayakta kalma kapısı ve aile menfaatleri bakımından daha iyi yaşama olanağı olarak bakmıştır. Parti sözünün Bulgar seçmen için farklı bir anlamı yoktur. Bulgarlar partilere “halkın yaşam kalitesini yükseltme aracı” olarak bakmıyor. Bugünkü muhalefet iktidar isterken, GERB tarafından atanmış olan memurları işten çıkarmak ve yerlerine kendi adamlarını yerleştirmekten farklı bakmıyor. Bu bakıma Cumhurbaşkanı Radev’in iktidarı ele almasına GERB olduğu gibi BSP de karşı çıkıyor, çünkü Radev ülkedeki tüm makamlarda kendi ağını oluşturma peşindedir.
Bulgaristan zor günler yaşıyor.
2.5-3 milyon kişi ülke dışında bulunuyor. Bu çok büyük bir kan kaybıdır. Son 30 yılda Bulgar halkının başına gelen tarihinde yaşanmamış bir olaydır. Kendi topraklarında azınlık olma tehlikesi belirdi. Dışa ülkeye çıkan, giden gelmek istemiyor. Bulgaristan’da geleceğini tehlikede görüyor. Kan dökülmedi değil. Geçiş Döneminde çok insan öldürüldü. Fakat yönetim sisteminin değişmesinin kan dökülmeden gerçekleşebileceğine inanmak istemeyenler var. Toplum kendini yeniden üretemiyor.
Bulgaristan Türklerinin durumu.
Birçok yerde gösterilere katılan ya da kenardan izleyenler var. Kırca Ali’deki, Razgrat, Şumen ve Varna’daki nümayişler etkileyici oldu. “Covim-19” sangını şu günlerde yeni “PİK” kaydederken, gösterilere katılmak isteyenler de ürkek ve temkinli. Genç ve orta yaşlılar bu sene Yunanistan’da sezon işine de çıkamadı. Almanya’da inşaat işine gidenler hep aracıların elinde kaldı. Pomak kadınlar uçakla İsyanya’ya çilek ve kiraz toplamaya gitmişlerdi, döndüler. Biz Bulgaristan Türkleri ülkemizdeki azınlıklar arasında başı çeken durumda olsalar da, gençlerimizin seyrelmesiyle, bazı pozisyonlarda gerilemiş bulunuyoruz. Pomaklar birbirine daha kenetlenmiş. 5. Kuşak Kimlik mücadelesi veren bir olgunlukla topluca ve bağımsız ederken kararlı ve disiplinli disiplin ve geleneksel edamızla hareket ediyorlar. Şimdi program hazırlama zamanı. Avrupa paralarından payımızı almak zorundayız…
Ülke egemenliğini kaybetmiş durumdadır.
Bugün artık herkes biliyor ki, Bulgaristan egemenliğini kaybetmiş durumda bulunuyor. Bu cümleden olmak üzere, 1878’de Bulgar komitacılarının başı olarak tam bağımsız ve egemen bir Bulgaristan isteyen Vasil Levski sağ olsaydı daha ilk gün kurşuna dizilirdi. Ya da Rus esaretine karşı başkaldırdığında ilk anda diri gömülürdü.
1885’te Başbakan Stefan Stanbolov’un Bulgaristan egemenlerini Alman Sakskoburrgotski Sülalesine ciro ettiğini ders kitapları yazmasa da herkes biliyor ve ardından milli felaket yaşadığımız ortadadır. Ardından aynı egemenliğimizi Sovyetler Birliği ve Varşova Antlaşmasına ve ardından Avrupa Birliği ve NATO’ya ve son olarak da Birleşik Amerika’ya ciro ettiğimizi bilmeyen yok. Üretimi olmayan ve ne zaman geleceklerinden söz bile edilmeyen “F-16” uçakları için Washington’a 3 milyar leva gönderdik, neden, ne olacak? Bilen yok. Bu paralar, zamanı dolan, bugünkü Başbakan Borisov’un ayakta kalması ve yönetimi sürdürmesi için ödenmiştir. Sorun devletin ve toplumun kendini yenilemesi sürecine devam edebilmektir. Gösterilerin ayak seslerinden bu izler kalıcı.
Gösteriler ve istifa haykırışları devam ediyor.
Okuyanlara teşekkürler.
Korona istemlerine uyalım.
Paylaşınız.