Temmuz Editörün Köşesi

Temmuz BULTÜRK Gazetesi
Tarih: 31 Temmuz 2020

Tencere Neden Taştı
Temmuz sıcağında olağanüstü dinamik olaylar yaşadık.

1878’den beri Bulgaristan hükumet binası pencerelerinin altında, kapılarının önünde, Sofya’nın göbek taşı üzerinde çadır kent kurulmamıştı.
Bayraklı çadır karargâh. Halk genç direnişçilere yemek taşıyor. Kavşaklar bloke edilince, kent felç oldu ve hayat durdu.
Şehirde nefes alan iki dev pankart var:
“HÜKUMET İSTİFA!” ve “BAŞSAVCI İSTİFA!”
Bir de herkesçe kabul edilebilir bir milli doktrin bulunamaz mı? Bu soru da hayat hakkı istiyor.
Gecenin çatlayışını ve tutuşan şafağı haber vermek için ayakta bekleyenler, göz kırpmıyorlar.
Bu meydanlar daha önce de bu boyutlarda direnişler görmüştü. 1989’un Mayısında ve son günlerinde, 1990 Mayıs’ında ve 2013’ün yazında! Defalarca yenilen komünist totalitarizm kılıf değiştirip hep karşımıza çıktı. Bu defaki şekli oligarşi-mafya diktatörlüğü. Bulgaristan’da zulmün yenilgisi aslında 1989 Türk isyanıyla başladı. Türkler yaşadıkları karma bölgelerin köy ve kentlerinde, il merkezlerinde ayaklanmışlardı. O kadar etkili oldular ki, sofya’daki iktidar devrildi.
Onların direnişleri daha 1964’te tutuştu. Müslüman Türk kimliği uğruna son çatışmasının başkente taşınması 1989’un son günlerinde zafer bayrağını meclis önünde dikti. Olay, şaşmaz süreklilik gösteren, ateşini azınlık hakları davasından alan, milli lideri olmayan, kesin kararlı bir halk hareketiydi. Politik ülküsü ve programı Müslüman topluluğunun iradesine örülmüş, disiplini İslam-Türk edep ve ahlakından alan sert bir eylem olmuştu. Nedir ki, demokratik karakterli, özgürlükçü, düşmanlıkları yadsıyan ve dostluk günlerini arayan, adalet ruhlu ayaklanmamızın zaferi hemen tepki gördü.
Düşman değişti. Totaliter komünist devletin yerini soy kırım denemesi ve kültürel soykırımda eli kana bulanmış katiller korkudan ayaklandılar. Devletiyle Müslümanlar arasındaki derin hendeğe, bir de Bulgar ırkçı milliyetçiler ve Türk kimlikliler uzlaşmazlığı uçurumu eklendi. Bulgar devletinin ırkçılık ağacından topluma da dikildi.
1990’ın ilk günlerinde parlayan o ırkçı kükreme olmasaydı, Bulgaristan Müslümanları toplumsal arınma ve dönüşümün bugün de güçlü motoru olma önceliğini koruyacaktı. Ne yazık ki geri çekildikleri için koruyamadılar. Büyük Göçle 500 bin bilenmiş mücadele ruhlu kardeşimiz ruhlu kardeşimiz ana-vatana göç etti. Değişen durumda, başkaldırımızın politik yönetimini ele geçirmeye çalışan Bulgar ve Rusya gizli merkezleri (DS ve KGB), kendilerinin kurduğu bir siyasi partinin sahte evraklarını, gizlice yetiştirdikleri yeminli hain Ahmet Doğan’ın eline sıkıştırarak, Türklerin hak arama davasının 100 yıllık enerji birikimini yemlediler. Türkler adına söz sahibi tek politik yetkili olarak Ahmet Doğan politik sahneye çıkartıldı. Bu, o zaman hemen çözülebilmesi zor bir tuzaktı. Kılıf ustaca hazırlanmıştı. Ayaklanmamız ve illegal mücadele yıllarında kurulan ve etkin olan 55 örgütümüz de tescilli tüzel kişi değildi. A. Doğan’ın sahneye sürülmesi bir devlet işiydi ve o bizim adımıza parti başkanlarıyla parti başkanı, politikacılarla politikacı sıfatıyla bir şeytan olarak görüşmeye başladı. Milletvekili adaylarımızı gösterecek lider sıfatını da kapmıştı.
2020 Temmuzunun yaz sıcağında Sofya’da ve ülke çapında yeniden taşan gösterilerde, ne yazık ki yine 30 yıl öncesini görüyoruz. 10 binler politik isteklerle sokaklarda. Direnişler lidersiz, partisiz, programsız, kendiliğinden kükreyen bir hareket. Politik erkle diyalog kuracak temsilci yok. Üstelik kıkırdayan tencerenin birdenbire taşmasına şaşan da yok. Sanki her şey doğal ve direniş ateşinin yanması da yasal…
Yaşanan aşamalar ve değişmeyen ana tablo.
Ne yazık ki, 1990’dan sonra Bulgaristan’da komünist totaliter rejimin sadece görüntüsü değişti. Türklere “hediye edilen” parti hak ve özgürlük davasını sürdürmedi. Zaten engellemek için kurulmuştu. Seçimden seçime Bulgaristan Türklerinin oylarını tezgâha koyup pazarcılık yapmaya başladı. Bu gidiş hepimizi şu günlere getirdi. Avrupa’nın sömürülen, ezilen, cahil ve biçare yoksullar topluluğu haline getirildik. Bulgar devletinden ve toplumundan bilinçli olarak koparıldık. Bulgar demokratlar, Demokratik Güçler Birliği’ni (CDC) kurdular. Mayası tutmadı, dağıldılar. Haksız yaşamanın 21. Yüzyılın yaşam biçimi olacağı yalanı daha 1990’da tatlı şerbet gibi damara akıtılmaya başlandı. Toplama kamplarında çile çekmenin iyi olduğunu anlatan romanlar çıktı. Güneş görmemiş gözlerde umut pırıltılarına şiirler döşendi. İdama götürülenlerin ayak seslerinin ebediyen yaşayacağı anlatıldı. 1989 ve 1990 patlamalarında binlerce kardeşimizin çektiği zülümün değeri, “titrek bir mum alevinin havaya bıraktığı bir iz gibi” kayıplara karıştırılmak istendi. Bu tencereyi kıkırdatan Hak ve Özgürlük Hareketi sahte lideri A.Doğan, kulisteki akıl hocaları (DC-KGB)ve ezik sosyalistlerdi.
2013 mayalanması.
Komünist rejimin yaramaz ve soysuz çocuğu olan Sosyalist Parti (BSP) ile gizli istihbarat ajanlığına kuyruk kıvıran HÖH-DPS lideri ve tayfasının ortak kurduğu Plamen Oreşarski hükumetinin kömunist çöküntüyü bir daha iktidara taşıma denemesi kabul edilemez bir küstahlıktı. O zaman da gösteriler kendiliğinden ve gece başlamıştı. Başkaldırı alevlendiren olay, Rus ve Bulgar istihbaratının mafya ocağı MULTİGRUP’ta yetişen HÖH-Milletvekili Delyan Peevski’nin sosyalistlerin önerisiyle Milli Devlet Güvenlik Ajansı (DANS) /eski “DS”/ Başkanı atanması oldu.
Totaliter zulmü Rus ve Sovyet esaret rejimi olarak gören Bulgarlar, devletin simgesi olan milli istihbaratın başına bir de, hem Moskova çömezi, hem de Türklerin oylarıyla seçilmiş birinin gelmesine tahammül gösteremedi. Tencerenin kapağı kalktı. Gösteriler aylarca sürdü. Bu defa görüntülü telefonlarla örgütlendi. Simgesi olmayan, lidersiz bir hareket olsa da, hükumet istifa etti, Peevski görevinden alındı.
7 yıl önce yaz sıcağı çilesi yaşatan bu hareketlenme Sofya’da kilitli kalmıştı. Özelliklerinden biri, ilk kez “mafya” sloganı yükselterek, direk olarak BSP-DPS politik ortaklığı, iktidarı ve Peevski-Doğan ikilisi aleyhinde güç toplamasıydı. Kitle olarak Türkler kenarda tutulmuştu. Peevskiyi şahsen tanımayan Türklerde hakim olan görüş “bizden silah askeri almayan Bulgar, Türklerin oyuyla seçilen birinden istihbarat şefi yapmaz!” çizgisinde birleşmişti. Zaten Peevski, 20 asır boyunca halk önderi yükseltme olanağı bulamayan Pomak bölgelerinde para saçıp “babalık” yapıyordu. Bu ay Sofya’da Bakanlar Kurulu ve meclis meydanında, büyük şehirlerin ana caddelerinde, “Bankiya” kasabasında Başbakan Borisov’un baba evi önünde ve daha birşok yerde her akşam devam eden protesto eylemi de lidersiz ve programsız oluşu bakımından 2013 eylemlerine benzese de, o zaman yüksek azimle hareketlenen orta kesimdi. Şimdi aynı kararlılıkla genç kuşak direniyor.
Yakın ve uzak hedefler.
Şimdiki motif yolsuzluk ve rüşvetle mücadele, kristalleşen slogan “mafyayı” hükumetten ve başsavcılıktan sökmek. Yakın hedef Başbakan Borisov hükumeti ile Başsavcı İvan Geşev’in hemen istifası ve bir seçim hükumeti durularak erken seçime gidilmesi. Uzak hedefte anayasal değişiklikleri yapılarak adil demokratik düzen kurmak, mafya tümörlerini ekonomik ve politik hayattan söküp yargılamak, totalitarizme tırmanış yolunu keserek parlamenter demokrasiye geri dönmek.
Bu analiz, 1989’dan beri birkaç aşamadan geçen Bulgaristan demokratikleşme hareketinin milli doktrin, koordinasyon yapısı, ulusal lider ve örgüt ağı oluşturamadığını, Türklerin ise bu hareketlerin hep dışında tutulduğunu ortaya koyuyor.
Ötekileşmiş olmaya alışan ve “onlar bizsiz bir şey yapamaz” sentezine inanan Müslümanlar bu defa da sanki toplumsal olayların dışında kalmayı tercih ediyor. Bulgar’da demokrasi ve adalet anlayışının tek yanlı ve çarpık yani Bulgarlar için demokrasi ve yalnız Bulgarlar için adalet şeklinde bir istek olduğuna inandığından dolayı, onların her işi “yarım ve sakattır” görüşüne kilitlenmiş bulunuyor. HÖH ve DOST partilerinin “mafya” konusunda suskun kalması ve Türklerin olaylara katılmasını önlemek için, örneğin Kırca Ali ilinde Belediye başkanları ve muhtarların maaşlarına toplu zamlar yapılması da, buna işaret ediyor. Öte yandan direnen genç Bulgar kitle de, Müslümanların ayaklanırsa devleti ele geçirebilirler korkusu yaşadığından dolayı, Müslümanları müttefik görmüyor, destek aramıyor. Rüşvet ve yolsuzluklarla mücadele dönüşüm doktrini olabilir mi?
Yoldaki vatandaşla yapılan anket sonuçlarında, “kapitalist toplumda rüşvet ve yolsuzluk damarda dolaşan kandır, hapislerde dolandırıcı yok” cevabını verenler endişeli görünmüyor.
Çocukluğumda Tahsin adında bir sınıf arkadaşım vardı. Ötesinde berisinde çıbanbaşı belirdiği için, “kanı bozuk” lakabını takmışlardı.
Ne var ki, bir de Başbakanı Borisov’un “karanlık işleri” demet demet açıyor ve sıradan vatandaşın suyuna aşına dokunuyor. İspanyol “La Stampa” gazetesi, “Bulgaristan en derin köklerinin ucuna kadar rüşvetçilere esir düşmüş, Başbakan Borisov da beyaz donları ile fotoğraflanmıştır” yazdı. Demek olayı dünya da görebilmiş. Aslında kimse rezil olmak istemez de, bizde artık “ne kadar daha fazla rezil olursak, o kadar daha iyi..” görüşü iyice yerleşmiş ve tencerenin taştığını görenler dibinin yanmasını bekliyorlar.
Bulgar siyasetinde söz sahibi olan “21. Yy Partisi” başkanı Tatyana Donçeva konuya şöyle dedi: “Başbakan Borisov, Ahmet Doğan ve Delyan Peevski’den kopamaz. Onlara kaçık kaçık mama veren ve yıllardan beri devleri talan etmelerine göz yuman başbakandır. Olay kolektif bir soygundur. Paylardan biri GERB partisine öteki de HÖH-DPS oligarşisine verilmiştir. Doğan ile Peevski mafya talanında denge unsurudur.”
Yılbaşına kadar GERB Başkan Yardımcısı ve meclis grubu başkanı olan Tsetanov da “devlet olarak çöküş eşiğindeyiz, sorumlu olan başbakan Borisov’tur” dedi. Borisov hükumeti 10 yıldan beri Bulgaristan’ı oligarşi biçiminde tümörleşen mafyanın isteklerine göre yönetti. İktidarın totaliter ve otoriter yapılanmayı seçtiği görülüyor. Bulgar oligarşisinin üst katında 8-10 yapılanma var. Bulgar’dan üçü olan (Boyko Borisov, Ahmet Doğan ve Delyan Peevski) dışında hepsi ya dış ülkelerde, ya sorguda, ya da 1 milyon leva karşılığı ev hapsinde veya serbest dolaşabilmektedir. Oligarşi tümörlerinden ikisi–A. Doğan ve D. Peevski-7 Mart 2003 tarihinde MULTIGRUP Holding Başkanı İliya Pavlov’un tek kurşunla cehenneme gönderilmesinden sonra sivrilip palazlandılar. Kullandıkları maya Komünist Partisinin Batı Avrupa ülkelerindeki Moskova hesaplarındaki MULTİGRUP HOLDİNG paralarıdır. Bu ikili yalnız Bulgaristan Müslümanlarını soyup soğana çevirmekle kalmadı, Başsavcılığı ardına alarak, seçimden seçime sattığı Müslüman ve soydaş oylarıyla elde ettiği imtiyazlarla, totaliter yapının ülkedeki taşınmaz mirasına da kondu. Bulgaristan’ın tek devlet bankası olan “Kalkınma ve Gelişim Bankası” anahtarlarını elinde tutuyor ve har vurup harman savuruyor. Başbakan Borisov ise, Brüksel’den gelen paraları pazarlayan BABA durumundadır. Aslında “dörtlü mafya” grubunun bir üyesi de soygunculara şemsiye açan Baş Savcı İvan Geşev’tir. 25. gününü dolduran direnişler, Bulgaristan’ın tüm iç ve dış kaynaklarını alabildiğine soyma işine devam doktrininde birleşenlere karşı yoğunlaşıyor.
DİKKAT!
Belirtmeden geçemem. Bulgarlar 1878’den beri özünde ve sivri ucunda anti-Türk, Müslüman ve İslam düşmanlığı olmayan hiçbir olay başlatamamıştır. 1885’te Prens Al. Batengerg’in, 1918’de Çar Ferdinan’ın ve 1989’da diktatör T. Jivkov’un çöküşünü hep izledik bunlar Türk ve Türkiye düşmanı politikalar sonucudur. 2020 Temmuzunda patlayan protesto olaylarının derin temelinde sahte “Türk dostu” Boyko Borisov’ın hilekârlığını ve ikiyüzlülüğünü de gördük. Şu ilginçtir. Yeni hareketin içinde, HÖH simgesi “DPS”, milli istihbarat “DS” tarafından aşılanan lider bozması, hain Ahmet Doğan; Moskova’nın Bulgaristan’daki baş hortumcusu, DPS milletvekili Delyan Peevski’nin isimleri baş yerde geçiyor, “mafya” dendiğinde onlar anlaşılıyor. Bu kişilerin Bulgaristan’da başka birimin yapabilmeleri artık olanaksızdır. Şimdiki hareket 7 Temmuz’da Ahmet Doğan’ın “Rosenets” körfezindeki yazlık köşkünün kumsalına Bulgar bayrağı dikmekle başladı ve aşama aşama tırmanıyor. 2009 genel seçimlerinde, yönetiminin Moskov uzaklığının bilinmesine rağmen, 620 bin oy alan HÖH-DPS partisini budayıp çökertme amaçlı planla yerine GERB partisi ve lideri Borisov’un politik sahneye çıkarılmasından sonra, ilk kez kişisel hedefli bir karar aldı:
“HÖH partisi ”fahri” başkanı Ahmet Doğan ile HÖH milletvekili ve iş adamı Delyan Peevski’nin korumaları hemen kaldırılsın.” Bu öneriyi yapan Başbakan Borisov aslında çok zor sağladığı iç ve dış dengeyi tamamen bozarak, kaynayan tencerenin kapağını kaldırdı. 21 Temmuz’da meclis gen soru görüştü. İlk kez HÖH-DPS milletvekilleri, kürsüye çıkıp dört söz söyleme zahmetine katlanmadan, “istifa” oyu kullandılar. Meclis dışı, HÖH milletvekillerinin GERB kör sofrasından kalktığına inanmadı. Bulgaristan Türk kitlesi değişiklik isteyenleri destekleseler de, parti yönetimi siyasi hendeğin “mafya” tarafında kaldı. Eski GERB milletvekili ve “Ajan Dosyaları” komisyonu Başkanı Metody Andreev gelişmeleri 1997’de BSP hükumetinin devrilmesine ve genel seçimden sonra İvan Kostov hükumeti kurulmasına benzetti.
Bu hükumetlerin ikisinde de HÖH-DPS yoktu. O zaman da ülkede tutuklamalar olacağı ve dolandırıcıların Bulgaristan tarihinde ilk kez yargılanarak içeri atılması ve yargı yoluyla mülklerine de el konması konuşuluyordu.
1 Ağustos tarihinden başlayarak meclis, bakanlar kurucusu, başsavcılık ve yargı yıllık izne çıktı.
Karadeniz sayfiyelerine açılan “Trakya” ve “Hemus” ana yollarında tüm kavşaklar özel araç sahipleri tarafından bloke edildi. Bakanların ve milletvekillerinin Sofya’ya dönerek istifa etmeleri isteniyor. Sofya’da ise Bakanlar Kurucu kapılarına çürük domatesten sonra domuz kulağı atan göstericiler nereden buldularsa bozuk tavuk ve bıldırcın yumurtaları da fırlatıyor.
Hava 36-38 derece sıcak. Direniş sürüyor.
***
1990 Mayıs’ında ÖZGÜRLÜK şiar ve simge olmuştu. Halk totalitarizmin geri dönmesinden korkuyordu. 30 yıldan beri direniş simgesi olarak yaşayan bir tek HÖH’ün
ZEYTİN DALLARI yanlız kaldı.
1997’de BSP-lı J. Videnov hükumetinin devrilirken simge, marş, slogan doğmadı. Halk komünistlerin güçlenmesinden korkmuştu. 1989’da sınır kapılarını açan “Büyük Göçten” Kültürel Soykırımdan sonra 1997’de, Batıya çıkanların sayısı 1.5 milyonu aşmış ve ülke cidden boşalınca yarın ne olacak korkusu çok yükselmişti. Gece karanlığa sis de çökünce Bulgarlar bekağısız kalmıştı.
İşte bu anlamda 2009’da “kurtarıcı” gibi ortaya çıkan Borisov’un yolu 2013’te BSP-DPS ortak Pl. Oreşarski hükumetince kesildiğinde, Bulgaristan’ın NATO ve AB üzerinden batılaşma, Batı uygarlığına katılarak modernleşme umudu kararmış ve herkes korkmuştu. O ortamda Peevski’nin birden bire ortaya çıkması bu korkuyu kat kat arttırırken, onun bir Moskof çömezi olduğunu görenler protestoya kalkmıştı. Bu olayı batılılaşma yolunun Türkler tarafından kesilebileceği şeklinde yorumlayanlar da olmuştu. “Mafya” etiketi bu korkuda birleştiren olmuştu. İlginçtir o zaman Borisov anti mafya konumundaydı. İkinci defa başbakan koltuğuna otururken ona “Moskova çömezine dokunma” telefonu gelmiş olabilir.
Bu krizin ekonomik-askeri yönü belirleyici midir?
Son 10 yılda Başbakan Borisov’u 1 gececik rahat uyutmayan milli doktrine ilişkin 2 olay var. Birisi, “Güney Akım” ve “Türk Akım” dan sonra, son adı “Balkan Gaz Boru Hattı” olan, Rus doğal gazını Sırbistan’a taşıyacak tesis ki, yine bu ay ABD “olmaz, yaptırım uygulayacağız” dedi. İkincisi de, başbakan kendisinin “göl” olarak tarif ettiği ve yatırımcısı olmayan “Belene” Nükleer Elektik Tesisidir. Bir de yine Borisov’un “milliği bağımsızlığımızı elde edebilmemiz için olağanüstü önemlidir” diye tanıttığı Azerbaycan doğal gazının Türkiye, Yunanistan ve Bulgaristan üzerinden Batı Balkanlara ve Avrupa’ya akıtacak gaz boru hattıdır. Kuşkusuz bir ülkenin bağımsızlığı açısından ekonomik doktrinlerin önemi büyüdükçe askeri doktrinlerin önemi de artıyor. Bulgaristan tarihi boyunca askeri bloklar arası bir sınır ülkesi olmuştur. 30 yıl öncesine kadar “Varşova Paktı” adına Rusya çıkarlarını savunurken, şimdi de NATO adına Birleşik Amerika menfaatlerini savunuyor. Bu menfaatlerin Bulgaristan milli doktriniyle çakışıp çakışmadığı bir tartışma konusudur ve şimdi de kıkırdayan tencerenin kapağını kaldıran en önemli etkenlerden biridir. 2004’te Türkiye garantörlüğünde NATO’ya alınan Bulgaristan’da kuşku ve korku savmadı.
Ardından ABD ile direk irtibata geçen Bulgaristan, meclis kararı olmadan Pentagon’a ülkede askeri üsleri kurma serbestliği tanıdı. Hava alanı, depolama tesisleri, talim alanları ve füze rampaları şeklindeki ilk adımlardan sonra sıra Burgaz ve Varna limanlarında savaş gemisi ve denizaltı üsleri kurma heveslerine geldi.
Varna Termik Santrali ve “Rosenets” körfezi gündemde.
Yabancı üslerle örülmüş bir ülkede herkesin kabul edebileceği bir milli doktrin geliştirmek zor iş olsa gerek! Olay, kıyı derinliği askeri denizaltılara uygun olan “Rosenes” körfezi ve Varna Batı limanı ya da “Devnya” limanı açısından ele alındığında, B. Borisov hükumetinin Doğu Batı denge sınırındaki işlerinin zor ve ağır olduğu hemen belli oluyor. A.Doğan’a “nazlı böceğim dile benden ne dilersen” muamelesi yapmasının nedenleri de birer birer anlaşıveriyor. Doğan’ın Rus istihbaratının Bulgaristan istasyon şefliği kurmay başkanlığını, Sofya “sarayından” deniz köşküne neden taşıdığı, deniz kumsallarımızda “Dale İskele” komşusu kayalıklardan çok daha cazibeli yerler varken, neden “Rosenets“ petrol tahliye körfezinin seçildiği de artık bir sır olmaktan çıktı.
Borisov hükumeti, tarih boyu hiçbir Bulgar’ın, Bulgar Başbakan’ın ve devletinin bir “şopara” vermediği, akıl ucundan geçirmediği seri kıyakları Doğan’a yaptı. Bunun ve daha birçok sorunun sebebi şöyle anlaşılmalıdır: Doğan’a “Rosenets” dalga kıran köşkü, “Varna” Termik Elektrik Santrali, ardından 60 milyon leva, ardından 360 milyon leva ve daha neler neler onun kara gözleri için verilmedi…
Varna Batı limanının hem daha büyük doğal gaz tankerleri hem de ABD askeri deniz altıları girebilmesine elverişli açılması bu stratejik olanın hale getirilecekti. Parayı alan Doğan, bu iki deniz üssünün kurulmasından sonra Karadeniz’deki askeri denge doktrinin bozulacağını fark ederek, ikinci maddesidir. Borisov hükumeti, limanı ve Rus doğal gazıyla çalışacak kenarındaki termik santrali Doğan’a devredip, limanı derinleştirme parasını da peşin vererek aslında dertlerin birinden kurtulmak istemiştir. (Aslında burası resmi olarak Doğanın amma asıl sahibi kim?) Limanı derinleştirme parasını alan Doğan da işi bir Rus şirketine havale etti yani işi çıkmaza sürdü. “Rosenets” körfezindeki dalga kıran da US deniz altı kurulmasına engel. Sofya’da gösterilerin başlamasıyla dalgakıran üzerinde fotoğrafı olan Maliye, Ekonomi ve İç İşleri Bakanları’nı 24 Temmuz tarihinde Borisov gösterişli bir şekilde çöpe attı. Olay bununla bitmedi tabii.
ABD eğitimli kadrolardan oluşan “Evet, Bulgaristan!” yöneticileri ABD Sofya Büyükelçiliğine davet edilerek yönlendiler. Burgaz’a, “Rosenets” körfezine ve Varna Batı Limanına çıkarma yaptılar. Bulgar bayrağı dikildi, polis yığıldı, jandarma geldi, arbede oldu. A.Doğan’ı nasırlı elleriyle korumak için otobüsle “mücahit” taşındı, çatıştılar, tutuklanan ve hemen salınanlar oldu ve nihayet Amerika Büyükelçisi Bayan Mustafa’ya “Biz Bulgaristan’da Rus istasyon ve mafya şeflerini korumaya son verdik!” anlamında Doğan ile Peevski’nin devlet korumaları kaldırıldı. Burgaz ve Varna olaylarının “kahramanı” Hristo İvanov operasyonu başarılı yönetse de, Sofya kaldırımında yatanlar tarafından henüz lider kabul edilmiyor. Asıl büyük olayın daha başındayız. Bulgarlar Türklerle birlikte başarıya ulaşabilir. Bu da gerçek Türk Lideri ile. Artık Bulgaristan Müslümanlarının Bulgar devleti ve toplumuyla çelişkileri yanda kalıyor. Borisov, Peevski, Doğan üçlüsünün oyundan çıkarılmasıyla Pentagon’un Varna ve Burgaz zaferleri ilan edilecek. Ön plana Karadeniz’de denge doktrini çıkacak. Bu kadar büyük işlerin içinde azınlıkların hak mücadelesi ile Bulgarların anti-mafya kavgası bir tencerede kaynatılacak ve bu defa halk kazan kaldırana kadar, tencere kıkırdamaya devam edecektir.
YENİ KURULAN PARTİLER TÜRKLERLE BİRLİKTE BAŞARABİLİRLER.

Saygılarımızla,

Paylaşınız